CAN BULA CANANINI BAYRAM O BAYRAM OLA
Gurbet Ellerde geçecek olan bir mübarek bayramı, eski bir yazıyla tatlandırsak olur mu?
***
Mübarek kurban bayramında, sms, mektup, e-mail göndererek bayramlaşma yerine, fırsatım olsaydı da gönül dostlarıma güzel güzel tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edebilseydim; onlara bayramlıklar, hediyeler alabilseydim…
Ama ne mümkün? Dünya iletişim ve ulaşım alanında küçüldükçe küçülüp "küresel bir köy" haline dönüştüğü ölçüde, gönül yâdlıklarının ve ruh uzaklıklarının da kavileşmesine sahne oluyor. Mesafeler kısalıyor, ayrılıklar derinleşiyor. Dostunuzun, sevgilinizin, yakınlarınızın ruhunuza gıda veren sesleri aha bir tuş mesafesi ötenizde. Ama öte yandan hasretiyle kavrulduğunuz mütebessim yüzlerle aranızda kilometrelerce mesafe var. Sınırsız sanal kavuşma haline inat, hudutsuz hasret vaziyeti. Artık yalnızlıklar dağ başı yalnızlığı değil. İnsanlık zorunlu bir "halvet der encümen" halini yaşıyor. Halk içinde yalnızlık... Büyük kent kimsesizliği... Milyonların içinde tecrit hali, şehir denen medeni koğuşların tam göbeğinde hücre mahpusluğu... Üstelik bu zahiri garipliği bir ruhi kavuşmaya çevirebilecek "hak ile olma" keyfiyeti de yok.
Bayramlar çare olabilirdi buna, tam anlamıyla ve ruhuyla yaşanılabilse... Camiler inananların her gününü kutlu bayrama, hacca çevirebilirdi, "Allahın evine" konuk olmayı becerebilseydik. Böyle haklı dertlenmelerle zaman zaman gönlümüz meyus olsa da,"Ah eski bayramlar" nidasıyla dizlerimizi boş yere dövmeyelim. Büyüklerimizin geçmişi kutsayan iyi niyetli ahlanmalarını, göçüp giden gençliklerine duydukları haklı ve masum özlem olarak görüyorum! Elbette var eski günlerin de, bayramların da bugün kaybettiğimiz insani faziletleri... Ahlaki ve kültürel yozlaşmanın alıp götürdüğü nice değerlerimiz gibi, zamanın aşındırdığı güzel bayram hasletlerimizden söz edenler hoş tamamen haksız değiller.
Ama şu da var ki, ne kadar eskiye gitsek, eskinin adamı da aynı veya benzer sözlerle kendinden eskiyi özlüyor. "Eskiden böyle miydi dünyanın hali" feryatları, binlerce yıl evvelinin tabletlerine kargacık burgacık yazılarla nakşedilmemiş midir? Demek ki, kaybettiğimizi sandığımız şeyler aslında eskide saklı değil...Sorun onları bugün yaşayamamakta. Özlemini çektiğimiz hayata şekil veren değerler, "eskimeyen, zamana ve zemine esir olmayan" değerler değil midir? Aradığımız eskide değil, bulmak istediğimiz "hale taşıyamadığımızda"; sorun bugünle ilgili. Yaşayamadıklarımız, yapamadıklarımız, oluşturamadıklarımız, inşa edemediklerimiz ruh ve vicdan boşluklarımızın asıl kaynağı...Gökten güneş hiç eksik olmadı, kara gözlükleri çıkarmamaktaki ısrar bizim kusurumuz. Rahmet yağmurları sağnak halinde yağıp durmada...Çelikten şemsiyelerle dolaşan bizleriz...
Bir yandan da düşünüyorum. Bindir acıyla, hüzünle yoğrulmuş tarihimizi. Harple, darpla geçmiş yüz yılları. Yenilgilerin, işgallerin, mezalimlerin hırpaladığı toplumumuzu. Mesela 18.19.yüzyılların çileli vatan topraklarını... Kurban bayramlarında elleri kınalanarak yedi cepheye muhtelif memleket köşelerinden kurban niyetine gönderilen gençleri… Onların yuvalarından, ailelilerinin kendilerinden uzak geçirdiği gamlı bayramları... Ve yine o fukaralık yıllarının "kurban alamamak üzüntüsüyle ","hacca gidememek hüznüyle" dizlerini döven samimi müminleri mıh gibi saplanıyor zaman zaman hayalime.
Cenab-ı Hakka yüz binlerce şükürler olsun. Bağımsız vatanımızda harpten darptan uzak... Başı dik yaşıyoruz. Birde şu iç sıkıntılar, hıyanetler olmasa... Yavrularımız kendi vatanımızın dağlarında, yollarında kahpe kurşunlarla şehit edilmeseler. ..Krizler, yoksulluk, yoksunluk, hele de milletin belini büken işsizlik olmasa... Bayram o bayram olacak.
Ama birde madalyonun diğer tarafı yok mu yani... Bakın her mahallemizde en az üç beş evden, her apartmanın bir iki dairesinden hacca gidebilen komşularımız var. Zorluklarla da olsa, her kapıda bir kurban kesiliyor. Her gelininin kapısına, sarı sarı altınlarla süslü koçlar çekiliyor. Çoğu evin kapısından buram buram kurban kavurması kokuları ulaşıyor burunlarımıza... Her aile çoluk çocuğuna iyi kötü bayramlık alabilecek durumda. Üstelik birçok yavrumuz yeni elbise giyinmek, bir tike et yiyebilmek için bayram gelsin diye beklemiyor on bir ay boyunca.
Sanıyorum ki, büyük İmparatorluğumuzun haşmetli zamanları hariç, tarihimizin büyük bölümünde bir araştırma yapılacak olsa... Hane başına kesilen kurban, kişi başına verilen zekât, ev başına hac yapabilen şahıs sayısında bugün daha iyi durumdayız. İslam’ın toplumsal ve breysel olarak daha iyi yaşanıp yaşanmaması ayrı bir bahis. Amma, kişi isterse eğer bu vecibeleri daha kolaylıkla yerine getirebilecek ortama kavuşmuş durumda, şükür...
Yani ben kendi hesabıma, "ah nerede o eski bayramlar" diye dövünmüyorum, aksine bugünün bayramlarıyla birçok açıdan övünüyorum. Siz bakmayın, kapısını bacasını kilitleyip sahillere koşanların günden güne çoğalmasına... Bakın bu fakir gibi nice can, sılayı rahm için, zemheri, kar kış demeden baba ocağına, ana kucağına koşup durmada..."Derin Millet" kahır ekseriyetle dini, ahlaki, kültürel değerlerine öyle sıkı sıkıya sarılmış ki, yedi cihan bir araya gelse o aslanpençeleri gevşetemez, soysuzluğa ve milletsizliğe doğru düzülen kervanlara müşteri bulamaz, hiç endişelenmeyin...
Gönlümüz yine buram buram bayram esintileriyle bir ferahladı ki sormayın. Dört gün boyunca kurbanlarımız kesilecek, eti fakirlere dağıtılacak... Ne güzel bir İslam âdetidir, inşallah kıyamete kadar böylece sürüp gitsin... Büyüklerin ziyaret edilmesi, el öpülmesi, harçlıkların alınması eskiden pek itibar edilen adetler idi... Bu güzellikler de inşallah milletimiz var oldukça yaşayacaktır. Yaşaması için aile büyüklerinin çok özen göstermesi lazım, ama...
Tabi Bayramların çocuklar için çok özel anlamları vardı eskiden, şimdide öyle değil mi? Ve eskiden onlara özgü eğlence yerleri bile tertip edilirmiş... Acaba diyorum, bizim Belediyelerimiz de, çok özel ve değişik Bayram şenlikleri düzenleyemezler mi? Bayram süresince açık mekânlar, çocuk tiyatroları... Dini, ahlaki ve milli terbiyelerin de ihmal edilmediği neşeli, keyifli eğlence programları... Çocukların da interaktif katılacakları organizasyonlar... Başkanlarımız düşünsünler bence bu noktayı...
Bu kadar kuru laf ettik, sıkıldınız belli... Eğer kabul ederseniz, bayram baklavası niyetine hatırımda kalmış bir kaç güzel beyti, şiiri sunayım size de dimağınızı tatlandırayım…
Bayram için ne çok şiirler kaleme almışlardır Divan şairleri, bilirsiniz. Bence en güzel bayram beyti, Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbi)’ye aittir. Sadece o beyti yazıp bir başka şey söylemesek Kurban Bayramı için kâfi bir armağan olur...
Kâbedir kuyun nigara gelmişiz kurban için
Dostum etmez misin uşşakı kurban vaktidir
(Ey sevgili mahallen Kâbedir, kurban için gelmişiz: Dostum, âşıkları kesmez misin, kurban zamanıdır)
Mevlana, asırlar öncesinden kulağımıza fısıldıyor:
Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
İnananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
Büyük Mutasavvıf ve Şair Avlarlı Lütfî Efendinin O muhteşem Bayram şiirini hepinizi birisiniz, ilk kıtasını alayım sadece.
Mevla bizi affede
Gör ne güzel ıyd olur
Cürmü hatalar gide
Bayram o bayram olur
Nedim, Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu ıydiyede şöyle diyor:
“Iydin mübarek olsun eyâ âsaf-ı cihân
Gelsin edeble pâyına bûs etsin âsümân
Tutsun cihânı debdebe-i tabl-ı haşmetin
Olsun felekte devlet-i câhın cihan cihan cihan”
Ve yine Nedim’in Coşkulu Bayram anlatımı:
Ve likin bu mübarek ıyd vakti eyleyip teşrif
Stanbulun ferahla ıyd be ıyd oldu her yanı
Binip sat iz zü naz ile semend-i şühreftara
Güzeller at meydanında alır şimdi meydanı
Hususa hazreti eyyub ile meydan-ı tophane
Birer takrip ile elbette cezbeyler civanananı
…
İyd erişsin bais-i şevki cedid olsun da gör
Seyr-i sadabad’ı sen bir kere ıyd olsun da gör
Guşe guşe mihrler mehler bedid olsun da gör
Seyr-i sadabad’ı sen bir kere ıyd olsun da gör
16. yy. yaşamış, Hayalî’nin bir bayram şiiri:
“Iyd-ı kurban erdi halkı yine şadan eyledi
Gonce-leb dilberleri gül gibi handan eyledi”
Yahya Kemal’in, Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı nefis şiirinin başlangıç kısmını da hatırlayalım mı?
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.”
Bizden evvel göçüp gidenleri de, Âşık Veysel’in şu dörtlüğü ile analım hadi:
“Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın”
Kabri nur olsun, Necip Fazıl’ı da iki güzel mısraı ile analım:
“Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var”
Orhan Veli’nin “Rüya” adlı şiirinden…
Annemi ölmüş gördüm rüyamda
Ağlayarak uyanışım hatırlattı bana,
Bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakarak
Ağlayışımı...
Kul Himmet, Yüzyıllar öncesinden bakın nasıl gurbet üflüyor ruhumuza:
Diyar-ı gurbette Cezayir’lerde
Eller bayram etsin ben ah edeyim
Ağ gerdan üstünde siyah tellerde
Teller bayram etsin ben ah edeyim
Abdurrahim Karakoç, “bayramlar hani “ sorusuyla, eski bayramlara özlem duyanlardan:
Bayram demek takvimdeki yazı mı?
Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı?
Açıp yüreğimi, yumup gözümü
Özüne girdiğim bayramlar hani?
Türkülerimizde de, neşesiyle hüznüyle bayramı buluruz. “ Bayram kurbansız olmaz – Ben de sana kurban kız “ da deriz , “Bayram gelmiş neyime /Anam anam garibem/Kan dolmuş yüreğime / Anam anam garibem...” mısralarıyla da ayrılığımızı bayramla paylaşırız, bir nevi…
Ve Büyük Hacı Bayram-ı Veli’nin Bayram şiiri, hakikaten bayram kadar güzel, bayram kadar muhteşem…
Bayramım imdi bayramım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi
Hamd-ü senâlar hamd-ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm
Yar ile bayram kılan gönüllere selam olsun. Tüm dostların bayramı kutlu olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.