- 819 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KAYBEDİLENLER
Zil çalıyordu ben duymazlıktan geliyordum, ben duymazlıktan geldikçe o daha da uzun çalıyordu. Uykum karabasan gibi halen üzerime abanıyordu. Fakat ses öyle yırtıyordu ki kendini, hafifçe ve çok ağırdan araladım göz kapaklarımı, belki annem açar umuduyla. Sigara dumanlarının kenarlarına sinmiş duvar saatime baktım. “kim bu?” dedim “kargalar bokunu yemeden”
Sabahın sekiziydi ve uyuyalı üç saat bile olmamıştı. Bir hışımla gittim hayatla beni ayıran demir kapıya ve o hiddetle de açtım. Yedi yaşlarında beyaz tenine yeşil gözleri özenle işlenmiş sarı saçlı bir oğlan çocuğu gözüme çarptı. Ufak ellerini uzattı ve gülerek “hadi gel abi gidiyoruz” dedi.
“Hayırdır inşallah” dedim içimden. Kimdi bu çocuk ve nereye gidecektik? Şöyle bir üstüme baktım, altımda bir şort üstümde kırış-kırış bir tişört vardı. Odama gidip üzerime bir kazak bir kot geçiriverdim, atkımı ve beremi de bırakmaya niyetim yoktu. Dışarıda beyaza boğulmuş bir gün vardı. Merdivenlerden inerken elimi tutan çocuğa baktım, o da bana bakıp ışıl-ışıl gözleriyle gülüyordu.
“Yusuf yediğin haltı beğendin mi işte!! Senin çocuğun… Anasının kim olduğunu bile bilmiyorsun ve seni ona götürüyor” dedim, içimden kendime kızarak.
Caddenin karşısındaki tarlaya doğru yürüdük. Vardığımızda bana yeşil-yeşil tekrar baktı “Abi, kocaman bir kardan adam yapabilir misin?” dedi.
Muzip bir şekilde “kardan adamda neymiş, kardan kadın bile yaparım” dedim.
Ufak bir balya hazırlayıp “hadi yuvarlamaya başla” diyerek ellerinin arasına bıraktım.
Bir yandan da ben yuvarlıyordum. Benimle yarıştığının farkındaydım. Hem yuvarlıyor hem de bana bakıyor ve düşüyordu. Kocaman bir kardan kadın yaptık iki de büyük meme ekledik. Cebinden bir eşarp, iki kömür, ufakta bir havuç çıkarttı. Anladım ki bugün hiçbir şeye şaşırmamalıydım. Heyecanla tekrar elimi tuttu ve koşturdu.
“şimdi nereye?” dedim. Cevabı umurumda da değildi hani… Onunla olmaktan mutluydum.
Bir parka girdik, belli ki bugün kıçımız buz tutacaktı. Salıncak, kayak, tattirivalliden sonra yorulmuş ve acıkmıştık. Şimdi elinden tutup koşturan bendim, o ise hiçbir şey sormadı. Bir çocuk ne yemeyi severdi…
Evet… Döner yemeliydik. Tıka basa doyurduk karnımızı. Yanaklarının allığı daha geçmemişti ki, dik bir tepeden poşet üstünde, o benim kucağımda akşama kadar kaydık.
Karanlık mutluluğumu bozmak için geliyordu ve ayrılık vakti yaklaşmıştı. Elimi tekrar tuttu.
“Dur ufaklık.. dur bakalım” dedim. Aslında o hiç durmamalıydı ve ben hep onunla olmalıydım.
“Kimsin sen?”
Tatlı ses “yusuf” deyiverdi. Her şey anlaşılmıştı, annesi adımı koymuştu. Eğildim, sıkı-sıkı sarılarak doyasıya öpüyordum. Çocukluğuma da ne kadar çok benziyordu. Gözlerinden iki damla yaş düştü, ülen bende ağlıyordum hem de hüngür-hüngür. Ufak eliyle göz yaşlarımı silerken “beni neden öldürdün” dedi. Babasız büyümek bir çocuk için galiba ölümdü.
“Hayır oğlum varlığından bile haberim yoktu” dedim, savunmaya geçmişçesine.
“Hayır-hayır” dedi buz gibi bir sesle “kapandığın o karanlık, matem dolu odada hep beni yok saydın. Acılarınla boğuşmaktan o kadar meşguldün ki, beni hiç hatırlamadın”
Afallamıştım. Elimdeki ufak çocuk ağırlaşıyor ve büyüyordu. Bıraktım ve geriye çekildim. O ufaklık ben oluverdi. Ben; aynaya bakarcasına bana baktım. Bana doğru eğildi, korktum. Kulağıma usulca “o ölmedi ama bulmak senin elinde” dedi.
Birden uyandım, içime sinmiş duyguyu ben bile çözememiştim. Ama şimdi anlıyorum ki, onu çok zaman önce öldürmüştüm.
Siz içinizdeki çocuğu öldürmeyin, çünkü yaşam enerjiniz onlarda saklı.
YUSUF GÜMÜŞ
YORUMLAR
Güzel bir yazı olmuş.. İnsan neşeli çocukların peşinden koşmak, yanından ayrılmamak ister genelde. Ve evet kendi çocukluğunu düşünerek hüzünlenir.
Bu bağlamda,kendi çocukluğunun karşısına dikilmiş olması güzel benzetmeydi.
Burdaki çocuğu eleştireceğim ben.
Böyle çiğ sarı, cam yeşil gözlü birçocuk canlanıyor okuyucunun gözünde.
Oysa çok iyi hatırlıyorum ki; yine de, sarı denemeyecek kadar açık kumral saçların, yosun yeşili gözlerin vardı; rüzgar esince içinde farklı renklerde yaprakların uçuştuğu..