- 1407 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GÜNÜMÜZ ŞİİRİ VE ŞİİRİN GÜCÜ
2.ULUSLARARASI ÇUKUROVA SANAT GÜNLERİ’NDE
SUNDUĞUM BİLDİRİ
GÜNÜMÜZ ŞİİRİ VE ŞİİRİN GÜCÜ
Günümüz şiir trafiğinde özellikle tek bir hat hâkim kılınmaya çalışılmakta; bu hat üzerine dizilen şairin önüne de “tek yönlü yol” tabelası konmaktadır. Bu tek yönlü yolun götürdüğü yer ise anlamsızlık beldesinin boşluğuna çıkmaktadır.
Orada insan; anlaşılmazlık, bilinmezlik, kapalılık, bulanıklık gibi özel yapılmış labirentlerde yolunu kaybettiğini düşünebilir. Ya da ülkemizde bolca bulunan define arayıcıları gibi bir türlü bulunamayan anlamı aramaktan bıkkın ve yorgun düşebilir. Kendini peygamber veya dahi sanan, belki de Musa Peygamberin Asasına nazire olsun diye sözcükleri yan yana, art arda getirerek yedi başlı ejderha, pardon şiir yarattığını sananların arasında, yaşam boyu edindiği birikiminin cılız kaldığını düşünüp, kendini birikimsiz sayabilir.
İçerik ve biçimler tatsız geldiğinde, tat alma duyusunu yitirdiğini düşünüp; bu şiirlerin hep birbirine benzediğini gördüğünde de gözlerinden şüphelenebilir. Bu benzerler arasında ayırt edebilme yetisini kaybettiğine hayıflanabilir. Kim bilir belki de her kafadan bir ses çıkıyor denilen bir yerde, onca şairin, hep aynı şiiri yazarak önemli bir duruş sergiledikleri kanısına vararak mutlu bile olabilir.
O zamana kadar, sözcüklerin bir araya gelmesiyle, kendi anlamlarının dışında da anlam ve çağrışım yapmalarının; insan duygu ve düşüncesinde farklı yansımalar oluşturabilmesinin; sözü daha etkili söylemek için, farklı ilişkilendirmelerle sözü edilmeyeni çağrıştırma, benzeyen ve benzetilenle ilişkilendirerek zihni beklenmedik algılara yönlendirmenin gereksiz olduğunu görür. Bunların nasıl da gelişi güzel ve şairine münhasır yapıldığının keyfiliğini; imge yaratmanın kolaylığını yaşar. Böylece şiirde estetiğin gereksizliğinin kanıtlanışına da tanıklık edebilir. Çağına tanıklık edemese de.
Orada dilin kurallarının ne olduğunu yeniden öğrenir. Sözcüklerin anlamlarının ve yan anlamlarının dışında nasıl kullanıldığını görür. Leyleğin ayaklarını keserek kuşa benzetilmesinin yararına bir kez daha inanır. Ve bir şey daha öğrenir; şairin yüceden yüceden -bu üst dildir azizim, şiir dili bu, sen anlamazsın bundan, ancak elit bir kesim anlar derken; anlamsızlık beldesine yeni bir kasılma türü daha eklediğini.
Aklı almıyorsa bu yazılanları, anlatımı yoğunlaştırılmış, sıkıştırılmış, anlamın üstü tüllendirilmiş sanarak kerametine sayabilir bu yüce şairlerin. Şairin hikmetine bak! Analar ne şairler doğuruyormuş diyebilir. Oraya daha önce varmış olanlarla, daha sonra katılacaklardan oluşan, hatırı sayılır bir kalabalıkta, yaşanan ve yaşayanla ilintisi olmayan bir şair olarak, sözcüklerin kumunda oynayıp, kumdan evler yapabilir. Yaratılan bu kalabalık içinde istediği kadar popülizm giyinip, popülizm kuşanabilir.
Ya da Dünyada ve Ülkemizde yaşanan/yaşatılan kirlenmeyi düşünerek; şiirle uğraşma duyarlılığı gösteren bu insanların; kendilerini sıra dışı sanarak toplumun üzerinde görmelerini hoş görüyle karşılayabilir.
Ben yaparım olur mantığıyla, pervasızlık ve özensizlik içinde yapılan eğretilemelerle; nedeni ve hedefi belirsiz göndermelerle; dil, içerik ve biçim yönünden tekdüzeliğe düşmüş bir şiirin silik kopyaları hâline gelen şiirlerini beğeniyle okuyabilir.
Günümüz şiir trafiğinde özellikle hâkim kılınmaya çalışılan bu hat üzerine albenili bir boncuk gibi dizilmenin, anlamsızlık beldesinin boşluğuna çıkacağını görebilenler ise, anlamaya değil, sadece anlatmaya çalışan bu uğultucuların varacağı noktayı dikkate alarak, şiirin bir başına bir gücü olmadığının, ancak insanla ve toplumla olan etkileşimiyle bir güç oluşturabileceğinin bilinciyle davranır. Şiirin gücünün, insana verebildiklerinin insanda yaratacağı karşılıklarla, toplumsal etkileşimiyle, poetikayla ve tarihsel süreçteki serüveni ile gelişebildiğini görebilir.
Şiirin, yaşama eklemlenebildiğince içeriğinin zenginleştiğinin, tarihi ve toplumsal değer kazanarak bu kaynaklar içinde güçlenebildiğinin farkını kavrayabilir.
Şiirin oluşturacağı güç; şimdiyi ve şimdiye doğru hızla ilerleyen gelecek zamanı etkilemesiyle; zaman içinde oluşanları değiştirip dönüştürebilmesiyle, insanda yaşayabilmesiyle, yaşama dâhil olacaktır. Bu yaşanmışlık tarih olmaya doğru yol alırken, şiirin gücü veya güçsüzlüğü; toplumun önüne koyduğu yeni sorumlulukla sarmaş dolaş, yeni sevdalara, yeni kavgalara yönelmesiyle ve gelişimi emzirebilmesiyle varlığını hissettirebilecektir.
Şair, toplumsal yaşanmışlığı ve özellikle sınıfsal kaynaklarla olan etkileşimini içselleştirebilmesiyle sağlam bir yer edinebilir. Gündelik hayatın çelişkilerini, toplumla iç içe yaşayarak yürüyebilmesinde, hızla bugünleşen yarını günün eşiğinde karşılayıp, gün boyu etkileşimini sürdürdükten sonra düne gönderirken, tarihleşen dünlerde edinebildiğidir şairin ve şiirinin gücü. Orada yaratabildiği tarihsellik alanıdır. Ve şair düşlerini tarih yapabildiğince güçlüdür. Bu da, şairin sanat tarihindeki yolculuğu, bu yolculuğu yaşayıp iz bırakarak tarihleşen sanat akımlarıyla olan etkileşimi, onlardan içselleştirebildikleri ve dağarcına attıklarıyla, kendi yerini ve alanını belirleyebilmesiyle olacaktır. Bunlardan habersiz bir şair, Dante’nin kendisini taklit ettiğini bile sanabilir.
Tarihin güzelleşmiş bugünlerden oluşması, sağlıklı düşünce, sağlıklı duygu, etik-estetik toplumsal sorumluluk ile eylemliliğini sürdüren şairin düş gücüyle çizilen ufuklardan yön bulacak, şiirin gücünden hız alacaktır.
Küresel kapitalizmin uyutma/ uyuşturma hapı olan postmodernizmin anlamı ve bilinci hedef alışı, bir şövalyenin unvan kavgası veya bir amelenin ekmek kavgası değildir.
Hedefine ulaşabilmek için bir dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu dönüşümü gerçekleştirdiğinde hedefine giden yolda engel kalmayacaktır. İşte tam da burada aydınlamanın yerine; fazla soğuk ve sert olmayan bir din. Yaşamın gerçeği yerine; astroloji, mitoloji, şeytan ve cin. Alavere dalavere sen anlamını geri çek! Benim kodlarım nöbete…
Bundan sonrası farklı kültürleri sadece sömürüsünü kolaylaştırmak için kullanan bir demokrasi: Kodların demokrasisi…
Egemenlik yarışında olan kültürlerin toplumlarda oluşturdukları etkiler, toplumlar tarafından kabul gördükçe; bu kabulleniş toplumsal bilince dönüşmekte ve toplumlar da bu bilinçlerine yeni uygulama alanı aramaktadır. Tüketim bilincini benimseyen bir toplumun sürekli tüketimi gibi; anlamsızlığı benimseyen şairler de sürekli niceliksel bir çoğalmayı beslemektedir.
Şiir, şairin duruşu, imgelerin estetiği, içeriği, şiirin ufkunu açan ideoloji; bu dayatılmış ve empoze edilmiş toplumsal bilince karşı muhalifliğinde sezdirecektir gücünü.
İnsanın duyguları, şiirden anladığına, algıladığına, sezdiğine ve şairin duruşuna göre; aşk, isyan, kavga, direnme, umut, umutsuzluk, hüzün, sevinç, karamsarlık, iyimserlik hallerine dönüşebilir. Dadaloğlu’nda, Köroğlu’nda, yiğitlik ve başkaldırı, Pir Sultan’da direnme ve başkaldırı, Karaca 0ğlanda aşk, Yunus’ta hümanizm ve Nâzım Hikmet’te sınıf kavgası olduğu gibi.
Şiir, kabullenilişiyle insanı güdüleyebildiği gibi, yadsınışıyla da insanda tepkisel bir güç oluşturabilmektedir. Şair/şiir; gücünü, gelişimini sömürü ve yok etmeyle sürdürmeye çalışan küresel kapitalizmin edimlerine karşı, etik - estetik bir tavır geliştirip, insanı evrensel boyutta kucaklayarak geliştirecektir.
İstendik ve veriliyle emzirilen şiirin gücü, süt tozuyla beslenen insanın gücüne denk düşebilir. Yani hastalıklı bir güç ya da hastanın güçsüzlüğü...
İstendik davranışlar kazandırılıp uyumlu hale getirilmiş insan, verili düzenin bir elemanıdır artık. Ara sıra da bakımı yapılırsa makineden iyi çalışır. Sürekli dönen döndüren bir çarktan farksızdır. Dönüş hızı, yağlanmasıyla da doğru orantılıdır. Gücünü dışarıdan alır. Sürekli olarak kendisini harekete geçirecek bir motora ihtiyacı vardır. İyi yağlandığında da onunla istenilen kalıpta seri üretim bile yapılabilir.
Nâzım’a inat nasıl da makineleşirmiş insan, herkes de görür. Bir farkla sadece, Büyük Usta insanın makineyi yönetmesini düşlemişti. İnsanın insanı makineleştirmesini değil.
Şiirin/şairin gücü istendik ve verili olanların potasında erimekle değil, istendik ve verili olanları yıkmak, kırmak, öğütmek, kendi potasında eritmek ve gerektiğinde kendi inşasında kullanmakla gelişebilir.
Oysa günümüzde çoğu şair/şiir genellikle bu istendik davranışın uygun adım komutuyla, sağa, sola, geriye döneliyor ama bir türlü ilerleyemiyor. İlerleyememesinin nedeni insan ve doğayla olan bağlantısızlığıdır. Bu bağlantısızlık sonucudur ki, şiir diye ortaya getirdikleri, içini dolduramamış ve yetkinleşememiş meyve gibi ilk anda güzel gözükse de, daha sonra çir bile diyemeyeceğimiz kuru bir kabuk halini alıyor. Ya da sözcüklerin birer tuğla gibi yan yana, üst üste dizildiği; yapay çiçekler gibi süslendiği canlılığı olmayan dizelere dönüşüyor. Sanki hepsi aynı kalıptan çıkmış gibi.
Nasıl ki bir yapay çiçeği güneşsiz bir yere, bir tuğlayı istediğiniz bir duvara koyabiliyorsanız ve istediğinizde yerini değiştirebiliyorsanız; bu şiirlerden de birer dize alıp bu şiirlere benzeyen yeni bir şiir oluşturabiliyorsunuz. Ne içerik bozuluyor, ne de biçim. Hani diyeceksiniz ki olmayan içerik nasıl bozulur… Zaten ben de bunu anlatmaya çalışıyorum.
Şiirin kendini hemen ele vermesinden yana değilim. Şairin bir şeyleri kendine saklamasının, bir şeyleri saçmalamak için söylemesinin, bir şeyleri divanece söylemesinin, bir şeyleri söylemeden bırakmasının veya okuyucuya bırakmasının şiirin gücünü artırabileceğini düşünüyorum. Ama birikimli bir okuyucu şiirde gizlenen anlamı ararken anlamsızlığın ve tekdüzeliğin kuraklığına değil, anlamın getirdiği çağrışımlara ulaşabilmelidir. Ulaşıldığında da şiir okuyucuda yer edinebilmelidir. Yunus’un diliyle; mana yüzünü örtse bile:
Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü/Bostan ıssı kakıyıp/Der ne yersin kozumu
Kerpiç koydum kazana/Poyraz ile kaynattım/Nedir diye sorana/Bandım verdim özümü
İplik verdim çulhaya/Sarıp yumak etmemiş/Becit becit ısmarlar/Gelsin alsın bezini
Bir serçenin kanadın/Kırk kağnıya yükledim/Çifti dahi çekemedi/Şöyle kaldı kazını
Bir sinek bir kartalı/Salladı vurdu yere/yalan değil gerçektir/ben de gördüm tozunu
Kaf dağından bir taşı/Şöyle attılar bana/öylelik yola düştü/Bozayazdı yüzümü
Balık kavağa çıkmış/Zift turşusu yemeğe/leylek koduk doğurmuş/Anla şunun sözünü
Yunus bir söz söylemiş/Hiç bir söze benzemez/Erenler meclisinde/Bürür mana yüzünü
İster bilgece deyin, ister divanece. İsterseniz masal deyin, isterseniz tekerleme. İsterseniz saçma deyin, ister bilmece. İsterseniz anlamlı deyin ister anlamsız veya anlam ötesi. Tüm bunların ötesinde başka sözünüz varsa onu da söyleyin. Ama bu şiirin insanda yer edinemediği söylenebilir mi?
Yunus’un üzüm yemek için erik ağacına çıkması, bostan sahibinin öfkelenip onu cevizini çalmakla suçlaması; mantıksızlık ve saçmalık görünse de, insanı düşündürüyor. Hem de gülümseterek.
Kerpici kazana koyup poyraz ile kaynatan Yunus’a bu nedir diye sorulunca “Özümdür” diyor. İnsanın da kerpiç gibi balçıktan yaratıldığına inanan Yunus için, balçığa nefes gerekmektedir ve nefes poyrazdır.
“dilsizler haberini/kulaksız dinleyesi/dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası”
Bir dilsiz haberini nasıl iletiyorsa, şiir de susup kulakla bağını kestiği yerde sezgilere dokunuşunu sürdürebilmelidir. İşte burada yine bir can gerek anlamaya, sezgiye bir can gerek…
Şiirin gücü insanın gücüdür düşüncesini benimsediğim anlar da oldu ama bu açıklama yetmedi bana. Şiir hem kendinin hem de insanın sınırlarını ve sınırlanmasını kırabilendir. Sınır tanımazlığa vardır şiirin. Derleyicidir şiir, biriktiricidir. Doldurur alttan alta ve taşırıcıdır, taşkındır. Ezilen, yenilen insanlarda şiir, acının gücünü, estetiğin işleviyle topluma, en derinden en kapsamlı iletendir. Bir toplumu mistik arayışların girdabına da sokar, özgürlük sevdasının kavgasına da.
Şiirin güçlü olmasının yanında, bu gücün nasıl kullanıldığına da bakmak gerekiyor. İşte tam da burada, şiirde olması istenilmeyen öne çıkıyor: Şiirin ideolojisi.
Şiirin gücü; düşündürebilmesiyle, düşündürürken duyguları da coşturup harekete geçirmesiyle, duygu ve duyarlılığı diri tutmasıyla somut bir güç haline dönüşebilir. Git gide anlamsızlık beldesinin merkezine yönelen şiirden ise bir devinim beklemek boşuna olacaktır. Ne var ki, anlamsızlığın da bir anlamı vardır denilebilir. Bu doğru da çıkabilir. Bu düşünceye tepkiler de duyulabilir. Anlamın içi boşaltılırsa, oluşacak boşluğu birileri gelir anlamlı bir şekilde doldurur. Bakarsınız ki, anlamsızlığı nedeni ile kullanılır hâle getirilen, birileri tarafından kullanılarak anlamlı hâle getirilmiş olur. Kim bilir? Bakarsınız bu çok önemli bir ödülle bile gerçekleşebilir.
Birilerinin buyruklarıyla, katmanlaşan yanlışlardan oluşan toplumsal bilincin barınağı ve korunağı; dogmatizmin değişmez kabul ettiği ve toplumsal bilincin katmanlarına kabuk yaptığı doğrularıdır. İşte şiirin gücü, bu kabukları çatlatabilmesi için, o ütopik kuşun yumurtasına verebildiği ısıdadır.
Şiirin gücü, aynı zamanda anlamın ve dilin gücüdür. Şiirin gücü, ufka yönelen bilincin gücüdür, düşün gücüdür.
Anlamsızlığa sığınan kültür ve şiirden; duygu duyarlılık, tepki, toplumsallık, sevgi gibi anlamlıların beklenmemesi de doğaldır. Toplumun sorunlarını ve toplumsal çelişkileri sürekli besleyen dogmatizme karşı şiirin gücü; imgenin kanatları, ideolojinin bilinci, etik–estetik gelişimiyle duruş ve eylemlilik sergileyecektir.
Şiirin gücü, toplumsal – kültürel yinelemeden değil, toplumsal- kültürel yinelemeye karşı duruşundan, bu yinelemeyi yıkışından beslenir. Gücün gelişime katkısı; durağanlığıyla değil, devinimiyle olur.
Şiirin doğa mistisizmi içinde devinmesi, bir yeniden doğuş umudunu çağrıştırabilir ama mistisizmin karanlığına gömülme, devinimi, debelenmeye dönüştürebilir.
Tam da burada şiirin diyalektiğinden, şiirin/şairin muhalifliğinden söz edebilmemiz için, tek değişmeyenin değişimin kendisi olduğu kavranmalıdır. Bunun sürekliliğinin, tüm bilinen ve bilinmeyenlerin yeniden irdelenip incelenmesi gerekliliğinin, insanın kendisini ve çevresini, emeği ve eylemiyle geliştirebileceğinin, bu gelişimin var olanı muhafaza ederek, değişimi dışlayan katı bir mistisizm-dogmatizm içinde olamayacağının farkına varabilmek gerekir.
Şairin, şiir adına söyledikleriyle, hayata karşı aldığı duruş arasında bir uçurum olursa, bu şiirin gücüne yansıyacaktır. Şiir, şairinden ve var olan hiçbir şeyden tamamen soyutlanamaz. Ama şiir sadece şairin öznelliği de değildir. Şiirin anlamı şairin yaşamıyla sınırlanamaz. Şiir, görülen görülemeyen her şeyle bir bağlantı kurabilir. Durgun bir insanı coşturabilir. Coşkun bir insanı sakinleştirebilir. Meydanlarda kavgaya, sevgilinin kulağında sevdaya yol alabilir. Veya öfkelendirir şiir birilerini, şairini sürgün ettirir.
İşte burada etkin bir güce ulaşıyor şiir, etkileyen, yönlendiren, hani neredeyse yöneten. Yönetime o kadar sözü geçiyor ki şiirin, ya da o kadar öfkelendiriyor ki yönetimi, şairini sürgün ettirebiliyor. Şiir gücünü biraz kötüye mi kullanıyor, yoksa etkilenenler mi gücünü kötüye kullanıyor? Bunu düşünmek gerekebilir. Ama bir şey var belirgin olan; şair, şiiriyle sarsıntılar yaratıyor, sarsan şiirinin başına yıktığı her şeye de göğüs geriyor. Şairin bu duruşu, şiirinin gücünü daha da artırıyor. Tabi şairin başına getirdiği belalar da şiirin gücüne dâhil. Hangi şairin diyeceksiniz, içinde bulunduğumuz zamanı tarayıp, hangi şairin?
Evet bu zaman diliminde şairin aklı bilmem nerelerde! Artık postmodern oluyor çoğu şair, kedi kadar uslu ve munis oluyor sıcak postlar üstünde. Bulvarlarda pek görünmüyor. İşi olmuyor bir şeylere öfkelenenler arasında. Ve diyor ki, yaşasın ehlileşmiş şairin söz dinleyen şiiri.
Yanındaki ülkeye bombalar yağarken, ülkesi sorunlar karşısında gerilerken, şairin insanla ve doğayla ilişkisinin; toplumun değişimiyle, dönüşümüyle ve gelişimiyle olan ilişkisinin yerini; şairin kişisel tatminleri alıyor.
Oysa, şiirin eyleyen olmasında, eylenen insandır. İnsanın eyleminde ne kadar eyletense o kadar güçlüdür şiir.
Şairin ufkunda içselleşen, biçimlenenler; sözcüklerle bedenleşip, yaşamın biçimleriyle el ele verebiliyorsa, bu biçimi kendisi yaratabiliyorsa, dayatmalara eğilmiyor, yaratılmış çelişkileri, yaratacağı ütopyanın pırıltılarında aydınlatmayı amaçlıyorsa, şiirinin gücü çoğalıp çoğaltmayı sürdürecektir.
Şiirin gücü; insanlığın geçmişinden günümüze edindiği birikimlerin, duygunun, sezginin ve düşlerin birlikteliğinde, duyulardan düşlerlere yol alan bilincin; yarını bu günün eşiğinde karşılayıp, çizebildiği ufuktur.
Ertelenmesini istemediğimden; yarını günün eşiğinde karşılayıp çizilen ufuktur diyorum.
Yarına bırakmak ertelemektir.
Ali Rıza Kars
YORUMLAR
Sevgili Ali Rıza Kars, günümüz şiiri ve şiirin gücü hakkında yazmış olduklarınız gerçekten düşündürücü ve kendi adıma konuşayım sorgulatıcı. Bu tarafıyla bile okunmağa değerdi.
Bütün olarak ne söylemeniz gerektiğini bildiğiniz ve bunu mısralarda okura yansıtabilmeniz dolayısıyla öğretici bir yazı idi. Ama en önemlisi - benim için - yazar olarak kendi düşüncelerinizi sorgularken bunun yanında okurda da bazı soruları hayata geçirebilme kabiliyetinizdi. Bu sebeple değerli yazınız için teşekkür ederim...
Aklımda beliren sorulara kendimce cevaplar vereceğim elbette.