CENNETE MEKTUP
İlk defa dünyanın dışına mektup yazıyorum. Benim için bu bir gereklilik ve oldukça heyecanlı ve rahatlatıcıdır. Çünkü insanların dünyadayken birbirlerini anlamaları bir hayli güçtür. Senin dünyadaki ayrılışını hiç unutamadım. Son saatlerindeki çaresizliğin, sevdiklerinden ayrılmamaya dönük savunmasız, umutsuz ve bitkin yüzünün izlerini hala yüreğimde topluyorum. Beklemediğin bir bitişi, ummadığın bir sonu, yitik bir direnişle savma isteğini, hissetmeye gücün olmasa bile ben, durumunu çok iyi anlıyordum. O zamanlar bunu bir türlü kabullenemiyordum. Ölüm deneyimimiz yoktu. Sen, ilk ve son defa ölüyordun. İlklerle sonların aynı anda yaşanması ne kadar da zormuş. Sana acıyordum. Çünkü bir gün sonrası, bir hafta sonrası, bir ay sonrası ve yıllar sonrası için planların vardı ve bunları ayrılıktan habersiz, masum bir iç sevinciyle anlatıyordun bana. Bana o planlarını anlatırken o gün dünyada bulunmayacağını bilemezdin. O günler gelip geçti ve sen yoktun. Ben de için için kahroluyordum. İnsanlar, ardından uzun süre ağladı, kabullenmek istemediler. Anılarını anlattılar. Gözyaşı içinde; "bir gün..." diye başlayan sözlerle seninle geçirdikleri yaşam parçacıklarını anlattılar. Seni sevmeyenler de sevmeye başlamıştı. En çok yardımseverliğin, insanlara acıma duyguların, mütevazı duruşun, samimiyetin, duyarlılıkların konuşuldu ardından. Hatırlarsan bir gün birinden ısrarla bir istekte bulunmuştun, o da bu masum ve haklı isteğini asla yapmayacağını söylemişti. Sen buna çok üzülmüştün. Yıllarca ve umutla bir gün onun pişmanlık duyarak isteğini yapacağını beklemiştin. İşte o şahıs isteğini yerine getirdi. Büyük vicdan azabından kendini affedemiyordu. Keşke henüz yaşarken bunu yapsaydım diye kendini yıllarca kahretti durdu. Sana haksızlık yapanların hayatlarında ilginç olumsuzluklar oldu. Bazıları bunun, sana yaptıklarına bir karşılık olduğunu, hatta bazıları da ileride çok çekebileceklerini söylediler. Bazıları olumlu bir değişim geçirdi, bazıları da eskisi gibi yaşamaya devam ettiler. Şimdi eskisi gibi hatırlanmıyorsun. Artık sadece ilgili günlerde kısa süreli anılıyorsun. İnsanlar buna da alıştı.
Senden yıllar sonra insanların sosyal ve teknolojik hayatlarında bir çok değişimler oldu. Sana bu konuda çok şey anlatmak isterdim ancak bunun artık senin için bir önemi olmadığını biliyorum. Ama bütün değişimlerin hep insanların ve insanlığın aleyhinde geliştiğini görüyorum. İlginç olanı da bunun kaynağının insan olmasıdır. Daha ilginç olanı ise insandan kaçanlar yine insandan yardım diliyor ve yine ona sığınıyor. İşte insan böyle bir varlıktır. Hiçbir insanın hiçbir insanı hiçbir zaman tanıyamayacağını anladım. İnsanlarda her geçen gün daha hızlı değişimler oluyor. Kimse değerlerini koruyamıyor, dün inandıklarına bu gün inanmıyor; bu gün inandıklarına da, yarın reddedecek diye güven duyulamıyor. İnsanlar büyük bir düzensizlik, acımasız bir çekişme ve her boyutuyla hızlı bir iflası yaşıyor. Bu iflasa her gün binlerce insan kurban oluyor. Ölümler, yaslar, karamsarlıklar, umutsuzluklar, hastalıklar, zulümler, umursamazlıklar, yıpratmalar, haksızlıklar, savaşlar, terkedilmişlikler, aldatmalar, ayrılıklar, yoksulluklar, güçsüzlükler, zorbalıklar, güvensizlikler, sahte cazibelikler, ilgisizlikler, içtensizlikler, zamansızlıklar, yaşlılıklar, dirençsizlikler, kimsesizlikler, kötü gidişatlar, tehlikeli yönelişler, kaoslar ve bitişler... İşte her gün insanı adım adım bunalıma sürükleyen yaşama kavgası. Bu dünyada öyle inanılmaz şeyler oluyor ki bunları bilmek bile insanı yaralıyor. Kısacası insanlar kendi soyunu en acımasız bir şekilde yok etme savaşını veriyor. Buna karşı direnenlerse senin gibi mazlum ve mağdur ediliyor.
Sana mektup yazmamın asıl amacı kendi acınası durumumu seninle paylaşarak acılarımı serinletmektir. Artık anlıyorum ki ölenler değil, aksine hayatta kalanlara acımak gerekiyor. Çünkü hayatta kalanlar, sözünü ettiğim kaosu yaşamanın ötesinde sonsuz geleceklerini de yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Sanırım beni de, yaşadığım durumu da, insanların durumunu da sen şimdi, yaşayan bütün insanlardan daha iyi anlıyorsun. Eğer ben bu mektubu bir insana yazmış olsaydım ya okumaya vakti olmaz ya da umursamadan okurdu. Çünkü kimse kimseyi anlamak istemiyor ve kimse sonsuz geleceğinin sorumluluğunu üstlenecek bir yükün altına girmek istemiyor. Düşünmüyor ve düşünmemekle ancak yaşayabileceğine inanıyor. Bu yüzden senin beni çok iyi anlayacağına inanıyorum.
Hep kendimden söz ettim ve hep karamsar kareler çizdim. Oysaki seni ve cennetin halini çok merak ediyorum. Orası nasıl bir yer? Cennette zaman nasıl geçiyor? Cennete ilk ayak bastığında nasıl bir duygu içindeydin? Orada kimleri gördün? Onları ilk gördüğünde neler hissettin? Onlar seni gördüğünde nasıl bir yüz ifadesi belirdi çehrelerinde? Oradaki günlük hayatın nasıl? Sahi orada gün ve gece var mı? Orada üzüntü ve sıkıntı olmadığını biliyorum ama sevinç ve mutluluğunuzun nedenlerini merak ediyorum. Ayrıca dünyada bıraktığın ve sevdiğin insanları özlüyor musun? Dünyaya geri gelip eski anıları yeniden görmeyi hiç düşündün mü? Dünyada kin beslediğin insanlar varsa hâlâ kinin devam ediyor mu? Kendini hâlâ dünyaya mı yoksa cennete mi ait hissediyorsun? Cevaplarını çok merak ediyorum. Oranın kurallarını bilemediğim için yazdıklarımdaki yanlışlıklar konusunda beni uyarmanı istiyorum. Sen dünyadan ayrılırken bir gün sana mektup yazabileceğimi asla düşünemezdim. Şimdi yanıtını sabırsızlıkla bekliyorum. Kimbilir bana anlatacağın ne kadar güzel anıların vardır. Lütfen bana onları yaz. Seni çok özledim.
Hoşça kal(ıyorsun).
Z. ABİDİN TOPRAK