- 744 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HIZI ESKİMİŞ ZAMAN
- Bu bir şifresi çözülmemiş deneme yazısıdır.-
Vaktiyle bir padişahın çok güzel bir kızı vardı. Uzun saçlı bir delikanlı ona âşık oldu. Geceleri hasretiyle ah ediyor, gündüzleri sarayın kapısını gözlüyor, o nereye giderse atının ardından sürüklenip gidiyor, koşuyor, gözlerinden yağmur gibi yaşlar akıtıyordu. Bu yüzden sultanın çavuşlarından durmadan eziyet görüyor, dayak yiyor, ama bir kerecik olsun feryad etmiyor, ah demiyordu. Halk bu olup biteni gördükçe kah delikanlıyı ayıplıyorlar, kah sultanın insafsızlığına söyleniyorlardı. İçlerinden bir tanesi bile delikanlıyı kıza layık görmüş değildi. Nihayet kız, babasına,
-Bu bela niceye dek sürecek, dedi; beni bu halden kurtar, artık utanıyorum.
Sultan bunun üzerine o delikanlının tutulup derhal şehir meydanına getirilmesini, orada saçlarından bir atın ayağına bağlanıp bedeni paramparça olana dek sürükletilmesini ferman etti. Halk, yürekleri parçalanarak meydana toplandılar, göz yaşları toprağı kızıl güllere benzetmekteydi. Ve nihayet sultan da kızı uğrunda can feda edecek olanın halini görmek istiyordu. Herkes hazır olunca bir asker, delikanlının saçlarından tutup hazırlanan atın ayağına bağlamak üzere sürüklerken aniden kurtuldu ve padişahın huzuruna koşup eteğine yapıştı:
-Ey âleme adalet veren sultan, dedi; senden bir dileğim var, bir parçacık beni dinle!...
Sultan hışımla karşılık gösterdi:
-Canını bağışlamamı istiyorsan, nafile; şu anda seni öldürtmekten daha önemli bir arzum yok. Saçımdan sürükletme, bir anda öldürecek bir yol tut diyeceksen, ahdettim, senin kanını at nallarına çiğneteceğim. Bir zaman için bana aman ver diyeceksen, bu da mümkün değil, çünkü toplanan halka karşı küçük düşmüş olurum. Yok kızımla birkaç dakika olsun yalnız kalayım diyeceksen, onun bir tek tel saçını bile sana reva görmem, artık onun yüzünü göremeyeceksin.
-Hayır, ey her yaptığını güzel yapan sultan, dedi delikanlı, canımı bağışlamanızı istemiyorum sizden. Hiçbir an mühlet de dilenmiyorum hatta. Kızınızı bana göstermeyeceklerini de artık biliyorum. Atların ayağı altında sürüklenme konusuna gelince, buna da itirazım yok. Benim sizden isteğim tamamen başka.
-Söyle o vakit nedir dileğin?
-Elbette bugün beni öldürecek, at nalları altında hor ve hakir bir halde kanımı toprağa karıştıracaksın. Dileğim o ki beni onun atının ayağına bağlayıp sürüklet. Çünkü ben o ay yüzlünün yolunda ölünce ancak diri olabilirim.
Sultan, onu bağışladı ve kızıyla evlendirip ölü gönlüne can verdi.
Önden giden atlılar kan ter içinde doludizgin göz açıp kapayıncaya kadar kat ediyor çölü. Atlar ve uzun saçlı insanların yeleleri savrulur rüzgar hızına ayak uydururcasına.Saf kan atlar hedefine koştuklarında hiç yorulmaz ve toynaklarının değdiği her topraktan çiçek fışkırırdı.Toprak bahar kokardı at nallarının polenleriyle.
Zaman bazen ufuk çizgisinde kaybolur.Zamanı yaklaştıran destanları yazanlar koşmayı ve yürümeyi becerenlerdir.Hedefine koşan atlar ve insanlar terkilerinde kah başkasının nefesini taşıyor soluk soluğa, kah bulutlardan çil çil tohumlar uçuruyor çiçekten çiçeğe,kah çocukların uçurtmalarını taşıyor tepelerden yıldızlara.Çöl soğuklarında ceylanların gözlerini ödünç alıp içimizdeki kışı ısıtıyor zamansız.Buzullar altında balıklar can alıyor,buzullar arasında bir bahar müjdesiyle uyanıyor kardelenler.
Bizim şehrin penceresinden bakıldığında adımlara dar gelen kaldırımlar soyut fotoğrafını çekiyor kentin.Kıvrılan yolların 33.düğüm karesine düşen mavi yanaklı yıldızlar yol rotamızı belirleyip,yol kılavuzumuz olmuştur. Her yolcunun rotası yarına yürümenin yalnızlığı değildir.Çünkü ambalajlı promosyon paketlerinden çıkmayan bir yolculuktur bu serüven.Elini ateşe uzatmaktan çekinmeyenler,ıtır kokulu sıcak iklimlere göç etmeyi arzular .
Susmaktan sesini yitirenler,kendi gurbetine düşenler,kendi sılasının hikayesini yazanlar çıkmalı bu yola.Su yolunda başka bir susuzluğun testisini kırmayı göze alanlar denemeli bu yolculuğu.Zerdali ağaçlarının ve kır menekşelerinin sızılarını algılayıp onlara fısıldayarak:’’ Sana gelirken yolları bitirmek; bir ömrü hiçe sayarak bir ömrü sana sunmaktır.’’ Diyecek kadar vefalı kimliklerin yolculuğudur bu gidişin adı.
Kınından çıkardığımız suretlerimizi kirli ellerimizle lekelemeden gitmeli gidilecekse yurtsuz şairlerin ülkesine.Evcil sevdalara aldırmadan diken ucunda gelen şafakla birlikte ardıç kuşları uyanmadan çıkmalı bu yola.
Arkaik dönem doğallığıyla değişmeden yani yeniden donarak kalbimizin mağaralarındaki dehlizlerine tekrar dönebiliriz.Çektiğimiz solmuş çiçek fotoğrafları ruhumuzu örselemeli.Tunçtan bir büst gibi gölgesinde erimeyen yani zamana direnen buzulları kıskandıran ‘ Donuk adamın’ uzun metrajlı filmini çekmeliyiz.Bu bir zor yolun filmidir.
Beyaz bir lalenin portresinden ruh alarak yasal yollarla firar etmeli bu sığ, bu dayatılan, bu klişe yaşamdan…Kendi hayranlığına kapılarak egosuna ezilmeden nevrotik bir güvensizliğe düşmeden çıkmalı yola !… Adı konmamış sevinçlerimizi yanımıza alarak hecesiz ağlamaklı hallerimizle yalınkat bir dünyaya meydan okurcasına insan maketleri arasından sıyrılarak gitmeli yurtsuz şairlerin ülkesine!...
YORUMLAR
beyaz bir lale, siyah gölgesine aldırmadan sunar yaşama ve evrene bütün doğallığını ve güzelliğini...
insan olmakta, beyaz bir lale olmakta özünde aynıdır...
egosal kaynaklı siyah gölgelerini ardına atıp, doğallığını ve sadeliğini yüklenip, dünyaya meydan okurcasına yola çıkabilen yolcunun özünde ki bütün ışık ve renk yayılacaktır evrene...
gece, karanlığın içinden gülümseyen bir yıldız gibi, gündüz, beton bir duvarın içinden fışkıran bir çiçek gibi huzur verecektir baktığını görmesini bilene...
yolcuların yolu daima açıktır...yola çıkabilmeyi bilsinler yeter ki...
anlam yüklü bir yazıydı...
sevgiyle...
sanatla...
kutluyorum...