- 660 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
unutulamayanlar
Hayatın uzunca merdivenlerinin henüz başındaydım. İçimdeki heyecan ise tarifsizdi. Birer birer çıkmak istemiyordum o merdivenleri, bir an önce en üstlerde olmalıydı yerim. Daha çocukken, çocukluğuma doyamamışken; ağlardım her gece sebepsiz. Kendimce büyük gördüğüm dertlerim vardı. Çözümü ise bana göre çok kolaydı. Biran önce büyümek!! Büyümek için dua ederdim hep.Bana göre çok güzel bir şeydi büyümek. Kim bana “koca adam olmuşsun be” dese ellerini sımsıcak sevgimle öperdim. Gözlerinin içine bakardım, sanırdım ki gözlerine baktıkça büyümem hızlanacak. Çevremde örnek aldığım insanları taklit ederdim. Sigara içişlerine, yerlere tükürmelerine, burunları mendille uğraşarak silmelerine,ettikleri küfürlere. Annem öldüresiye döverdi beni ettiğim her küfürde. Sonra baktı dayak bende bağışıklık yapmaya başlıyor, hemen başka bir çare buldu. O asrın en güzel cezası anneme göre ağzıma biber sürmekti. Ben küfür ettim annem ağzıma biber sürdü, ben dahada çok küfür ettim annem dahada çok sürdü. Sonunda annem biberi kesti ama ben hiçbir zaman küfürü kesmedim. Oysa ki annem bana ödül verdiğini bilmiyordu, bende cezalandırıldığımı. Ben zannediyordum ki annem bana ödül veriyor, çünkü ben çocuk değildim tatlı ve çikolataları sevmiyordum. Bibere ise bayılıyordum. Annem sonra doktor tavsiyesine uyarak beni kendi halime bıraktı.
Bu seferde ilginin kesilmesi beni iyice sinir etti. “Sen büyüdün artık diyenlere “ küfür ettim. Çünkü ben çocuk olmaya karar vermiştim ama iş işten geçmişti. Çocuk olmakta büyük olmaya çalışmak kadar baya zormuş onu anladım. Çevremdekilerin tabiriyle “eşşek kadar adam” olmuştum ama ben halen bir çocuktum. Mahallede beni bilya yada top oynarken görenler “yaw sen ne zaman büyüceksin” dedikleri vakit ben hep içimden “hiçbir zaman” derdim. Gerçektende inat etmişcesine hiçbir zaman büyümedim,büyüyemedim. Minyatür bir çocuk taşıdım hep içimde. Sonra anladım ki zaman akıp giden bir nehir gibi. İçine giren ya boğuluyor yada önünde sürükleniyor. Taa ki seni bir denize yada göle dökene kadar. Denize yada göle karışınca zaman artık senin için farketmiyor.
Ben bir bardak içinde kalmayı tercih ettim. Denize yada göle karışıp son bulmamak için. Ama hep salağın birisi beni içerse diye korktum bardak içresinde saklanırken. Şükür korktuğum başıma gelmedi ama salağın birisi geldi bir gün beni bir çiçeğin dibine döktü. Sonuç muhteşemdi çiçek iki güne kalmadı kurudu. Çünkü çiçeğe teslim olmamıştım. Çiçeğin “Ya sen ya ben” restine “ben” diyerek elimi açtım ve o kaybetti. Gerçi eli pek iyi değildi ama kazanabilme şansı da vardı beni.
Sonra beni kaybetmek isteyenlere karşı savaştım. Kazanmak isteyenlere ise asla inanamadım. Doktorumun dediğine göre ben bir paronayaktım. Bana öyle diyeceğine “ sen manyaksın olum” deseydi daha az zoruma giderdi.
Tabi doktorun bana layık gördüğü o teşhisten sonra onu yaşatamazdım. Evet evet dotoru öldürmüştüm ama zevkten. Çünkü başka da çaremde yoktu.
Yalanlara ve yalancılara açtığım savaş dillere destandı. Ama kimin yalan söylediğini tespit etmek baya bir vakit aldığından ben işe kestirmeden gittim. Herkese yalancı damgası vurdum. Tabi o damgalar bir daha asla silinmedi. Çünkü benden başka doğru söyleyen yoktu. Herkes yalanlara öyle alışmış, öyle sevdalanmıştı ki, doğruyu söyleyen beni kanserli bir hücre gibi görmüşlerdi.
Çocuk olmayıp da çocuk olmaya çalışmakta zormuş onu anladım. Akıllı olayım dedim olmadı, deli oldum olmadı. Ne yapsam olmuyordu. Anladım ki akıllı olupta deliymiş gibi davranmakta çok zormuş.
Bende o yüzden yüreğimde ki minyatür çocuğu aldım ruhumun en derin yerine koydum.
Ben böyle işlerle uğraşırken zaman en azgın bir nehir olmuş önüne geleni alıp götürüyordu denizlere.
Doğruları söylemek her zaman iyi olmuyormuş onu anladım. Bazen korkusuz korkak olmak lazımmış onu öğrendim.
Ailemden görmediğim değeri görmek, kendimi ispatlamak için herşeye sazan gibi atladım herşeye sazan gibi atlamakta iyi bir şey değilmiş onu öğrendim.
Ve bir gün bir insan tanıdım ve değişti yolunda giden hayatım. Artık kayıp giden hayatımın ardından baktmakla geçti yıllarım. Hayat benimmiydi yoksa ben mi hayatın? Bilemedim, yaşadım öylesine. Ya gördüklerim gerçekti yada gerçeklerin adı rüyaydı.
Bir bakmışım dağların eteklerindeyim, bir bakmışım soğuk bir nevaleyim. Emirle demiri kesmeye uğraşan bir zavallı olmuştum. Dayanma gücü versin diye içtiğim ilaçlar beni kemirmişti. Gittiğim her doktor yüzüme acımayla bakıyordu. Sen ne halt ettinde 33 yaşında bu dertlere düştün diyorlardı. Evet iflas eden hayatıma isyan eden vücudumda katılmıştı. Ben savaşlarımı kendi içimde kabul etmiştim. Bana savaş ilan edenlerse kendi topraklarından ve vicdanlarından çok uzaktaydılar.
Başkasından emanet aldıkları nefreti bana aşılamaya çalıştılar ama aşı tutmadı. Ben sadece emirleri uyguladım ve sıktığım kurşunların ardına bile bakmadım. Belki annemdi belkide babamdı belkide en sevdiğim kadının kardeşiydi vurduklarım. Beni enterese etmedi ben sadece görevimi yaptım. Kutsal saydığım toprağıma uzanan elleri kırdım. O yüzden kimliklere ve isimlere asla bakmadım. Niyetleri ve maksatları belli olanları karşıma aldım. Tek bir düşüncem vardı, kutsallarımı ve sevdiklerimi korumak. Kendi kardeşimde olsa zarar vermek isteyenleri o uğurda kendi kanlarında boğmak. Ondan tek kalemde silip attım tüm sevdiklerimi. Dönüp ardıma bile bakmadım. Pişmanlık duymadım. Birileri bir yerlere geliyorsa bunun sebebi sadece kader değildir bunu bilmenizi istiyorum. Bazen insan istemediği bir ortamdada bulabilir kendini. Karıncayı bile incitip üzmezken kan denizinde yüzebilirde. Maalesef ki herkez istediği hayatı yaşayamıyor. Ama kaderin bana verdiği bu rolü doğaçlama oynasamda yönetmenin beni takdir ettiğini ve izleyenlerim olmasada, perde arkasında olsamda, bir gün yaptıklarımın takdire şayan olacağından eminim. Bu gün tek derdim sadece ve sadece iç dünyamdaki savaş ile verdiğim savaşların çakışması.
Genç yaşlarımda her nasıl olduysa ki bunuda bilmiyorum, üst kademelere gelmem, devletin en mahremlerinde gezinmem benim dünya ya ve insanlaraolan bakış açımın değişmesine neden oldu. Anladım ki devletin istek ve beklentileriyle vatandaşın istek ve beklentileri çok farklıymış. İşin derinlerine indikçe de anladım ki devletlerin devletlere bakışları daha da farklıymış. Derinlerde olmak bazen iyi olsada bazen derinlerde olmak da iyi de olmuyormuş. Herşeyi bilmek, görmek, duymak iyi bir şey değilmiş onu anladım. Halkın gözünde büyümüş, gönüllerinde erişilmez bir taht kurmuş bir çok insanın aslında nasılda birer şerefsiz olduklarını, yedikleri, içtikleri kabın içine nasılda pislediklerini gördüm. Şimdi başımızda olanların ve olmak isteyenlerin; Devletin üst kademelerine gelebilmek için gidipte şerefsizlerden nasıl da medet umduklarını, başka devletlerin gizli örgütlerinden nasıl yardım aldıklarını gördüm. Gördüm, devletin üst kademesinde ki satılmışların gizli niyetlerini. Gördüm “uyuyanların” nasıl bir ince planla uyandırıldıklarını. Devletin işleyen çarkının dişlilerinin nasıl kırıldığını, yeni dişlilerin kimler olduğunu, vatandaşın nasıl kanını emdiklerini gördüm. Gördüm, içimize nasılda sızdıklarını, nasıl hakim savcı olup kanunları yanlış yönlendirip halkın kafasını karıştırdıklarını, güvenlerini nasıl kırdıklarını. Gördüm din adamıyız diye yobazlaşanları, vatandaşın din duygularıyla nasılda oynadıklarını. Geleceğimizi nasılda çalmaya çalıştıklarını gördüm. Gördüm minareyi saklamak için hazırladıkları kılıfları. Evet gördüm, ve ben görmedim, duymadım, bilmiyorum diyemedim. Elimi cebime koyup bana ne diyemedim. Ondan dır karşılıksız bu vatanı sevişim. Ondandır gülerek ölüme gidişim. Herkes bir şeyler beklerken, ekmedikleri yerlerden biçmeye çalışırlarken, yedikleri,içtikleri kaba pislerlerken ben ve benim gibileri sıcacık yataklarını devlet ve milletin bekası için terkedip sevdiklerimizi göz yaşlarımızla boğarak gittik savaşa. Akıl ve mantığın üzerinde, duyguların eşsiz zenginliğinde, gizemler ülkesinin derinliklerine indik korkusuzca. Gördüm indiğim güzelliklerin cenneti ala olduğunu, gördüm sonsuzlukta bir alem olduğunu, gördüm vallahi billahi gördüm, gittiğimiz yerin uçsuz bucaksız dipsiz bir alem olduğunu. Söyledikleri şarkılardan kazandıklarını kurşunlara yatıranları gördüm. Kazandıklarını hainlere aktarırlarken aramızda yüzsüzce dolaşanları, kanal kanal dolaşıp caka satanları sahte göz yaşı dökenleri gördüm. Yüreği yanmış annelere türküler yakıp onların duygularını çalan şerefsizleri gördüm. Gördüm sanatçı diye onlara ödül veren şerefsizleri, devletin üstün hizmet madalyasına layık görülenleri gördüm. Evet herşeyi bilmek iyi değilmiş bunu öğrendim.
Kardeşiz diyenlerin nasıl kalleş olduklarını gördüm. Gördüm etle tırnağı ayırmak isteyenleri, gördüm koyun koyuna yatmış bir milleti, ırz ve namus olmuş bir aileyi bölmek isteyenleri.
Gördüm televizyondaki ve gazetede ki haberleri. İşte derin devlet diye gösterilen birkaç şerefsizi. Gördüm ordu ile halkı karşı karşıya getirmek isteyenleri.
Bu gün ağaç olanlar bir gün bakmışsın odun olmuşlar. Odunları marangoza vermek yada yakmak nasıl kolaysa şerefsizleri ağaca doğru koşturup o ağacı ona dar etmekde bir o kadar kolaydır. Sanma ki ağaçları yakmakla yok ederiz kurtuluruz. Şimdi zalim şerefsizler kendi salyalarında kudurmakta.biesiniz ki kuduz itleri durdurmakta kolay vurmakta. Hayat beni olduğumdan dahada çabuk büyyüttü beni bunu anladım. Keşke hep çocuk kalabilseydim, hep çocuk olabilseydim. Sevgilerle saygılarımla..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.