ÇOCUK KALP AŞKA BÜYÜR
Ellerini ceplerine götürdü. Tuzlu çekirdek çıkardı bir avuç. Parmaklarının arasından düşenlere aldırmadan, beyaz bir güvercin tutar gibi gururla baktı yüzüne. Al der gibi. Aşk bu muydu? Sevdiğine bir avuç çekirdek vermek miydi? Vermeyi istemek miydi? Ne olursa olsun... Başkaları nasıl yaparsa yapsın aşkın felsefesini, onun şimdi yaşadığı zevki kimse tarif edemezdi. Onüç yıldır hiç böyle olmamıştı. İçi başkaydı. Ürperiyordu çoğu defa. Nefes alışlarındaki ritimsizliği fark ediyordu. Kalbinin atışlarını sanki bütün şehir duyuyor gibi geliyordu ona. Varsın duysundu bütün şehir ne çıkar ki...
İçine kapanıktı. Çok fazla arkadaşı da yoktu. Ama seviliyordu yine de herkes tarafından. Sessizliği, suskunluğu rahatsız etmiyordu kimseyi. Babasının bahçelerine diktiği kayısı ağacını çok seviyordu. Her gün dibine oturup ağacın, o gün hangi ders varsa okulda, o dersin defterinin ortasına, sonuna, neresi olursa oraya bir şeyler karalıyordu, yazıyordu. Yazmayı seviyordu. Annesi onun bu yalnızlığına alışmıştı. Eğer bahçedeyse bilirdi ki yine hayal âlemine dalıyor. Ve onu hiç rahatsız etmezdi.
Mahalleden arkadaşlarının yanına gittiğinde çok çabuk sıkılır, hemen kaçmanın yollarını arardı. Çünkü onun, kayısı ağacına anlatacağı bir sürü şeyi birikirdi. Anlatmasa ölürdü...
Çekirdeği uzattı avuncuna Ayla’nın. Sanki Ayla çekirdeği alırsa onun terli ellerinden, ona âşık demek olacaktı bu. Bir çeşit kumar gibiydi. Sanki çekirdeği alsa Ayla, ben de bu anı bekliyorum diyecekti. Sanki çekirdeği alsa varsın dünya olmayıversindi. Ya almasa... İşte o zaman felaketti. Aşkına karşılık vermiyor demekti. Seni sevmiyorum, sevemem demekti. Yani o terli çekirdeği almasa dünya o zaman yok oluversindi.
Bu kadar uzun olur muydu böyle bir sahne. Bir ömür gibi geldi bu an ona. Koşarak bakkala gitmiş, bakkaldan aldığı bir bardak çekirdeği cebine doldurmuş ve yine koşarak bahçeye gelmiş, Ayla’yı beklemişti. Ayla bahçeye gelecekti, kayısı ağacının dibine oturacaktı. Öyle sözleşmişlerdi.
Cemal, ne kadar mutlusundur şimdi. Öyle değil mi? Şimdi dünyan iki kişilik... Üçüncüye yer yok bilirim. Boyun mu uzadı nedir... Yoksa yarısı aşk mı gördüklerimin? Saçlarını taramamışsın. Uykusuz da görünüyorsun. Umarım iyisindir.
Ayla, sessizce, usulca uzattı elini. Cemal, avucunun arasından dökülenlere aldırmayarak çekirdeği döktü avucuna Ayla’nın. Kalbini boşalttı avucuna. Aşkını, uykusuzluğunu, umudunu ve umutsuzluğunu boşalttı. Aşk buydu işte. Aşk, bir avuç çekirdeği paylaşmaktı sevdiğinle. Öylece bakakaldı Ayla’ya. Ah Ayla bi de sen kendini görebilsen “ben” gözüyle.
Oturdular kayısı ağacının dibine. Ayla sanki eve geç kalmış ve gizlice odasına sekerek giren genç kız bedeniyle çekirdeği dişlerinin arasına götürürken, Cemal, eline aldığı dal parçasıyla toprağı eşeliyordu. Sanki Ayla kalkıp giderse, bir daha dönmemecesine giderse eşelediği toprağa girip bir daha uyanmayacaktı Cemal. Sanki Ayla kalırsa köklerini salıp Cemal’in yanında, o toprağa umut ekecekti.
Konuşmadan dakikalarca kaldılar öyle. Aşkın büyüsünü bozmak istemiyordu Cemal. Konuşursa aşk sözcüklerin arasında kaybolacaktı. Konuşursa camdan bir peri kızı olan aşk tuzla buz olacaktı. Aşk kalabalığa gelmez, kalabalığı sevmezdi.
Vanilya kokusunu içine çekti Cemal. Ne kadar çok severdi. Ayla’nın boynundan esen vanilya kokusu. Bütün iç organlarının hareketlendiği aşikârdı. Toprak kokusuna karışan vanilya kokusu. Bu kokuyu tanıyordu Cemal. Ne zaman sokaktan geçse ve bu koku varsa, mutlaka bilirdi ki Ayla geçmiş bu yeryüzünden. Yine annesinin parfümüyle yıkamış bedenini. Olduğundan daha olgunlaştırıyordu bu koku onu. Ve sanki bir işaretti bu. Ayla kaybolsa Cemal bu kokuyu takip ederek bulacaktı onu. Gizli bir oyun gibi olduğunu düşündü Cemal. Aradan yıllar geçse de bu kokuya koşacaktı. Kaç gece bu kokuya uyanmıştı kim bilir... Sanki onüç yıldır bu kokuyu arıyor gibiydi...
Göğsünün çatalının terlediğini hissetti Ayla. Onüç yıllık bir göğüs terler miydi? Terlerdi elbette... Aşk toprağa düşmüş bir çekirdek tanesiyse terlerdi. Şimdi ter taneleri yemyeşil bir yaprağa tutunmuş bir çiy tanesi gibi duruyordu üzerinde. Vücudunun sıcaklığı nasıl da arttı öyle. Yanıyordu bedeni. Ve sebebini biliyordu bu yanmanın. Sevişmek neydi biliyordu. Öpüşmek neydi, görmüştü çoğu defa televizyonda. Aşk neydi biliyordu... Öpüşmenin verdiği mutluluğu soramasa da annesine ya da babasına biliyordu ki; aşk ağızdan ağza akan nefeste gizliydi. Şimdi Cemal yanındaydı ve dokunmak için o kadar istekliydi ki ona. Dokunsa Cemal yok olmazdı değil mi? Çekirdeği dudaklarının arasına götürüp aşkın sesini çıkarmaya devam etti... Sevişmek çekirdeğin dişlerde çıkardığı sesti. O ses aşk doğuruyordu şimdi. Ve aşk ayrılığın simetriğiydi.
“Ne zaman gidiyorsunuz?”
Bir çırpıda çıktı ağzından Cemal’in. Kayısı ağacının dallarına konan kuşlarının aniden kanat çırpıp uzaklaşmasıyla ağaçtan, ürperdiler. Oysa o ana kadar fark etmemişlerdi kuşları. İkisi de başlarını kaldırıp gökyüzünü seyre daldılar. Kuşlar nasıl telaşla uçuşuyorlardı. Nereye gidiyorlar acaba diye meraklandılar. Nereye gidebilirler ki...
Ayla nereye gidebilir ki... Cemal kalbini bağlamamış mıydı Ayla’nın ayak bileğine... Nereye giderse gitsin kalbini de sürüklemeyecek miydi? Ve gideceği mesafe ne kadar uzarsa kalbi o derece parçalanmayacak mıydı? Hunharca öldürülen bir bedenin kentin sokaklarında saatlerce gezdirilmesi ve o bedenin paramparça olması gibi bir şey miydi kalbin durumu. Kalp neden hep ayrı düşerdi beyinden...
“Bilmiyorum”...
Uzun bir tünelden, karanlık bir tünelden çıkan tren gibi çıktı bu sözcük Ayla’nın ağzından. Bilmiyordu ne zaman gideceklerini. Ama gideceklerini biliyordu. Cemal’e bir daha bu kadar yakın olamayacağını, onun kokusunu hissedemeyeceğini, Cemal, her evlerinin önünden geçtiğinde kalbinin nasıl kıskaca alındığı anı bir daha yaşayamayacağını biliyordu. Ve belki de ilk defa niye bu kadar yavaş büyüyoruz diye sitem etti. Kendi kararlarını kendisi verebilecekken, başkasına bağlı olmanın acısını ilk defa bu kadar derinden hissetti. Göğsünün teri kurumasa ne güzel olurdu...
Neydi kendisini Cemal’e iten şey. Bakıldığında sıradan biriydi Cemal. O halde sıradan bir varlığı kutsallaştıran şey neydi... Yalnız olması mıydı, yalnızlığını paylaşmaması mıydı, gizemli dünyası mıydı, ya da hepsi miydi? Cemal, çocuk kalbim “sen” doğurdu... Ve kalbimde büyüyorsun durmadan.
Çekirdeği yemiyordu artık. Avucunun içinde sıkı sıkı tutmuş bırakmıyordu. Sanki bıraksa cemal düşecekti avucunun uçurumundan. Ve başını çevirip Cemal’e baktı. Cemal gözleriyle bir ayrılık çiziyordu toprağın karnına. Cemal gözyaşı çiziyordu kentin en aşk yerine. Cemal huzursuzdu şimdi. Kuşlar da uçmuştu sevdanın çağla dalından. Geriye yarım iki beden kalmıştı. Ama o iki beden de bir bütün olamayacağını biliyordu.
“Seni seviyorum”...
Çıktı sözcükler gün yüzüne. Nasıl çıktığının ne önemi var ki... Cemal söyledi de bu cümleyi, rahatladı mı sanki... Daha bir keder, daha bir karmaşa...
“Seni seviyorum”...
Yorgun indi sözcükler dalından. Nasıl indiğinin ne önemi var ki... Ayla söyledi de bu cümleyi, rahatladı mı sanki... Belirsizliğe giden bir arabanın arkasından düşen, kanayan iki çocuk gibi... Daha bir keder, daha bir karmaşa...
Cemal dokundu Ayla’nın çocuk parmaklarına. Ayla dokundu Cemal’in çocuk bedenine. Sihirli bir kapının “kapan susam kapan” komutuyla kapanması gibi kenetlendi parmakları birbirine. An akmasa, gün devretmese bütün yüküyle görevini başka bir güne. Hep onüçte kalsalar, hep kayısı ağacının dibinde...
Hava kararmaya başladı. Ne kadar çabuk geçti zaman. An! Dur An! Saçların Ayla, gittiğin gün intiharım olsun benim. Dola boynuma. “sen” öleyim. Gitme desem, kal desem... Diyemem ki...
Ah Cemal! Gitmem gerekiyor. Sensiz bir beden, içi boş bir çuval gibi duracak bende. Ve en aciz rüzgârda bile savrulacak oradan oraya. Kalbimi resmetme gözlerinle. Acına dayanamam. Gitmem gerekiyor. Hava karardı...
Şimdi bütün öyküler çıkmazda artık. Bütün romanlar kendini asıyor izbe odalarda. Şimdi bütün şiirler sözcüklere boğuyor aşkın alfabesini. Şimdi ayrılık oturuyor sevdanın terkisine…
Büyüyorlardı. Bunu ikisi de fark etti. Büyümeye direnmek neyi değiştirirdi ki. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ayla gidecekti, Cemal gidenin arkasından bakacaktı. Bakmak bir şeyi değiştirmeyecekti.
Ayla doğruldu yerinden. Cemal oturduğu yerde kaldı. Ağlıyordu şimdi. İçine akıttığı okyanusun sesini bir tek kendisi duyuyordu. Boğulsam keşke o okyanusta. Adım anılmasa hiçbir yerde, eğer anılmayacaksa seninle birlikte. Gözlerim görmese hiçbir şeyi, eğer görmeyecekse yüzünün aydınlığını. Kalbim olmasa, eğer olmayacaksa kalbinin kılcalında.
Gözyaşlarını içmek isterim senin Cemal. Kana kana içmek isterim ki “sen” yeşereyim. Gittiğim her şehre adını yazayım. Bastığım bütün topraklarda ayak izlerine eş tutayım gölgemi. Gözlerimi sana vereyim, olmayacaksan zifiri yalnızlığımda yanımda. Kalbimi boş bir kuyuya atayım, sensiz nefes almaz ki…
Akşamın karanlığı şimdi ikisinin de üzerinde. Tanrım vanilya kokusunun kaybolmasına izin verme. Tanrım çocuk yüreğime ateş düşürme… Tanrı, üzmez kullarını ya, üzülüyorum tanrım.
Akşamın sessizliğine karıştı Ayla. Yok artık, olmayacak bir daha. Cemal neylesin şimdi kayısı ağacının dallarını. Neylesin toprağa gömdüğü şiirleri. Neylesin defter arkalarına çizdiği bir çift gözü. Ayla gidiyor. Dur diyemiyor Cemal. Büyüse ne çıkar ki bundan… Ölse, tek kişilik ölemez ki…
Ağırlaştı Cemal. Tonlarca ağırlık var sanki üzerinde. Ayla, cehennemimde beni sensiz bıraktın. Şimdi bütün oyunlardan yenik ayrılıyorum. Saklambaçlardan çıkmıyorum. Uçurum kenarlarına kuruyorum kartondan evimi. Penceremin nereye açılacağını umursamıyorum. Bütün bilyeleri kurşun gibi böğrüme atıyorum. Ben bu oyunlardan hezimete uğramış asker bedeniyle ayrılıyorum. Yoksun Ayla…
İki gün sonra öğrendi Cemal Ayla’nın gittiğini. Anlamıştı aslında, vanilya kokusunun yok olmasından. Ama bir türlü kendine gerçeği kabul ettiremiyordu. Anlatsa birilerine “çocuksun sen, çabuk unutursun. Daha neler göreceksin” masallarını dinlemekten korkuyordu. Ama anlatmak istiyordu bu çocuk kalbin nasıl büyük bir aşkla bağlandığını… Kayısı ağacının gizemini… Toprağa gizlenmiş bir sevdanın nasıl da boy verdiğini anlatmak istiyordu. Sussa patlardı kelimeler bütün organlarında…
Sustu Cemal. Ne kadar sustu. Ne zaman konuştu bilinmez kuşkusuz.
Sustu Ayla, sebepsiz. Ne kadar sustu, onu bir tek Cemal bilir kuşkusuz
Haziran/2006
YORUMLAR
sairimm öykünüzü taa basinda okumaya basladigimda sonunu tahmin eder gibi olmama ragmen benim bile nedenini bilmedigim gene dengesiz bi tepki vermisim az önceki yorumumda..
süphesiz bu sizin yazdiginiz bir öykü yasanmislik olamaz gibime geliyor..
bu nasil bir öyküydü simdi böyle..
evimi yiktin be sairr..
neyse sair pek fazla bisey yazma hakkini görmüyorum ben kendimde haddimide asmak istemiyorum..
siz en güzelini düsünmüs bunuda bizlerle paylasmissiniz..
o caanim yüreginiz dert görmesin..
gidiyorum ben..
hoscakalin..
..
sairim üstadimmmmmmmmmmm..
öykü;))nün burasi benim icimi gecirdi resmen bak burasi bekle bi sn;))
Çünkü onun, kayısı ağacına anlatacağı bir sürü şeyi birikirdi. Anlatmasa ölürdü..
anlatmasa ölürdü..
oyyyyyyyyyyyyyyyyy nede tatli bir dille;)
dile getirmissiniz..
inanirmisiniz ben yaziyi yarida biraktim o kadar hosuma gitti zati yazilariniz beni benden aliyor..
neyse simdi ben müsadenizle yazinin geri kismini okuyucam belki sonra gene birseyler paylasiriz..
..