- 607 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KORKU.
Nihayet dediğini yapmıştı.
Ayyaş kocanın dayağından bıkan ve dayanma gücü kalmayan Suna, sekiz yaşındaki biricik kızıyla birlikte, baba ocağına doğru yol alan trendeydi işte.
Kış kışlığını bütün şiddetiyle yapıyordu. Zaman zaman hızlanan ama daha çok tıslayan bir sürüngen gibi ilerleyen trenin camı, buzun puslu perdesiyle örtülmüştü. Altı kişilik bu tren odasında, kendinden ve kızından başka bir erkek ve bir de gözleri yerinden çıkacakmış hissini veren kadın vardı; kadının kucağında da kundaklı bir bebek… Kadın, kucağındaki bebeği arada bir hafifçe sallıyor, sonra memesinin birini çıkartıp ağzına tıkıştırıyordu. Suna, karşısındaki adamın, ilgisiz bir şekilde oturmasına rağmen, bakışlarını kendi ve kızının üzerinde yakalamıştı. Bazen yanındaki kadının kulağına bir şeyler fısıldıyor, sonra da her ikisi birden anlaşılması imkânsız bakışlarını onlara yöneltiyorlardı. Adam, sigarasının birini söndürüp diğerini yaktığından içerisi tam bir kış kahvehanesi gibiydi. Suna, adama ilk baktığında her nedense başının içinin boş olduğunu düşünmüştü. Sanki mezardan alınan bir kafa tasına deri geçirilerek bu sıska bedene dikilmişti.
Suna, dizlerinde uyuyan kızının başını okşadı, saatine baktı. Gece yarısını biraz geçiyordu. Gideceği şehre ancak sabah ulaşabileceklerdi, elbette öğleyi bulması da büyük bir olasılık olarak düşünülebilirdi. Trenin ışıkları arada bir sönüp, sonra güçlü bir şeklide yanıyor, daha sonra da yavaş yavaş zayıflıyordu.
Üç gece önce kocasıyla yaptıkları son savaşı hatırladı. Elini yüzüne götürdü, hafifçe bastırdı, yumruğun yeri hâlâ sancıyordu. Yine sarhoş gelmişti eve. Her zamanki gibi, evde de içmeye devam etmişti.
Suna boş bulunup sormuştu;
“Yine, hangi sürtükleydin?”
“Onlar sürtük değil!”
“Ne peki, hanımefendi mi?”
“Evet!”
“Sen ne ahlaksız birisin, bari arkadaşının karısına dokunma!”
“İstersen sen de arkadaşımla oyalan.”
“Namussuz!”
“Namussuz ha… Bana ha…” Ve yumruklamaya başlarken avazı çıktığı kadar da bağırmıştı. “ Al bakalım, bu sana namusun ne olduğunu öğretir. Ulan, ben olmasam acından geberirsin, ben olmasam sen bir hiçsin, bensiz dışarıda iki adım atamazsın, beceriksiz kaltak, sen kendi başına ne yapabilirsin…”
Belki de kocası olacak bu namussuz haklıydı. Hayat onu hep korkutmuştu, hep kuşkuyla bakmıştı insanlara.
Tren, beyaz karların içinde kara bir yılan gibi kıvrılarak ilerlemeye devam ediyordu. Suna, elini sancıyan yüzünden çekti. İçinden söylendi. “İşte, tek başıma ve kızımla gidiyorum, seni gidi namussuz seni…”
Babasının haberi vardı ve karşılayacaktı. Zaten onları çok özlemişti. Koca kadın olmasına rağmen, annesinin yaptığı yemekler burnunda tütüyordu. Babasıyla kartopu oynadığı yıllar geldi aklına. O güzel zamanı düşünüyordu…
Karşısında oturan adamla kadın, kundaktaki çocuğu bırakarak tuvalete gitmek için çıktılar. Trene bindiklerinden bu yana hiç ağlamayan ve sesini çıkarmayan bebeği merak etti. Bir an tereddüt geçirdikten sonra yerinden kalktı ve bebeğin yüzündeki ince tülü açtı. Elini yüzüne dokundurdu, buz gibiydi ve kar kadar beyazdı. Gözü bebeğin göğsündeki açıklığa ve morartıya ilişti. Kundağı biraz daha açınca, şaşkınlıktan ve korkudan donup kaldı. Bebeğin göğsünden aşağıya doğru inen kesik kabaca dikilmişti. Hemen aklına uyuşturucu kaçakçılarının yaptığı şey geldi. Mutlaka bu bebeği öldürüp, iç organlarının yerine uyuşturucu gizlemişlerdi. Telaşla kundağı eski haline getirmeye çalıştı. Birilerine haber vermeliydi, kapıya doğru yöneldi, kapıyı açıp tam çıkmak üzereyken adamla burun buruna geldi. Tekrar içeri girmek zorunda kaldı, ardından da kadın girdi içeri. Bebeğin yüzündeki tülün açık olduğunu fark etti, Suna’ya anlamlı ve gözleri yerinden çıkacak şekilde baktı. Kundağı kucağına alıp oturdu. Yine memesini çıkarıp ölü bebeğin ağzına dayadı, hafifçe sallamaya başladı. Suna da yerine oturdu ve uyuyan kızının başını tekrar kucağına aldı.
Tren yavaşladı. Issız bir ara istasyonda durdu. Suna, camdaki buzu tırnaklarıyla kazıyıp dışarı baktı. Cılız bir ışığın sızdığı büfeyi gördü. “Ben bir şeyler alayım,” diye mırıldanarak kapıya yöneldi. Niyeti, gördüğü ilk kişiye haber vermekti. Trenden indiğinde ardından adamın da geldiğini anladı. Gerçekten bir şeyler alacakmış gibi koşar adımlarla karlara batarak büfeye yöneldi. Arkasına bakmaya korkuyordu ama adamın geldiğini de biliyordu. Rüzgârın savurduğu karların arasında büfeye ulaştı. Birden trenden gelen homurtuyla geri döndü. Tren hareket ediyordu. Adam da onun peşinden gelmekten vazgeçti ve koşup trene atladı. Suna, giden terene yetişmek için var gücüyle koşmaya çalıştı. Çığlıklarını ve haykırarak söylediği kızının adını duyan olmadı. Karların içine düştü. Giden trenin ardından çaresizce baktı. Tekrar kendini toparlayıp büfeye yöneldi. Büfenin buzlanmış camını bağırarak yumruklamaya başladı. Arka taraftan küçük kapının açıldığını duydu. Yanında beliren elli yaşlarındaki çirkin bir adam ona öylece bakıyordu. Fırtınadan ne dediği anlaşılmıyordu. Adam, Suna’nın kolundan tutarak büfenin içine soktu. Küçük bir tahta masanın üstünde ekmek ve peynir kırıntılarının yanı sıra bir de şarap şişesi duruyordu.
Suna, “treni kaçırdım,” diye haykırdı. Adam, Suna’ya küçük iskemleyi işaret ederek;
“Önce otur bakalım,” diye sakince söyledi.
Adamın sakinliği onu çileden çıkardı.
“Ne oturması be,” diye haykırdı. “Kızım trende… Adamla kadın da var… Bebeği öldürmüşler… Kızım uyuyordu… Anlamıyor musun be adam!..”
Adam birden tavrını değiştirdi. Suna’yı iterek;
“Otur be şuraya soytarı. Benim canımı sıkma!”
Suna, iskemleye ilişti. Başında dikilen adam şarap şişesinden bir yudum aldı ve devam etti.
“Sen kim oluyorsun da evini terk ediyorsun?”
Suna şaşırdı.
“Sen nerden biliyorsun?”
“Ben bilirim. Senin gibileri gözünden tanırım.”
“Kocam her gün içip beni dövüyordu.”
“İçsin, para onun değil mi; dövsün, karısı değil misin!”
“Başka kadınlarla düşüp kalkıyordu. Arkadaşının karısıyla bile!”
“Yapsın, erkek değil mi!”
“Bana da arkadaşını önerdi!”
“Elbet önerecek, kendi yapıyorsa sen de yapsaydın!
“Ama ben insanım!”
“Sen hiç bir şeysin!.. Kendi başına bir yere bile gidemiyorsun. İstesem sana burada her şey yaparım, sen de sesini bile çıkartamazsın!”
Suna birden oturduğu yerden doğruldu. Kapıya yöneldi. Trenin gittiği yöne işaret ederek;
“Gerekirse bu karlı dağları aşarım, gerekirse tünellerden geçerim. Ve o trene yine binerim.”
Kapıdan çıktı ve fırtınada koşmaya başladı.
Tren istasyonda durmuştu. Kapı açıldı.
“Anne, anne!.. Uyan artık, bak dedem geldi!"
Suna uyandı. Babasına sarıldı. Takside eve doğru giderlerken, Suna’nın yüzündeki gülümsemenin nedenini sordu babası.
Suna, gülümsemesini yüzünden silmeden söylendi.
“Kızın korkusunu yendi baba!”
Ö.N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.