1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
880
Okunma
Ayını, gününü ve saatini bilmiyorum ama, cok saygı duyduğum bir insan kendi yaşam sartlarının vermiş olduğu olanakları göz önüne alarak bir gün benimle yemek konusunu baya tartışarak beni haftada bir veya iki defa “Bulgur Pilavı” yediğim için küçümsememişti ama, baya bir eleştiri bombardumanına tutmuştu. Bende her zamanki soguk kanlılığımı koruyarak şöyle demiştim: “Hanimefendi bunu bulamayanlarda var” diyerek içimdeki acı sitemi dışa vurmuştum. Her bölgenin, ülkenin, yörenin, şehirin, hatta birbirine yakın köylerin bile yemek, giyinmek, normlarını kendi şartlarına göre sınırlandırdıkları için, kendi değerlerini yaratmak zorunda bırakılırlar. Bende Anadolu’nun yoksul yörelerinden olan Adıyaman’in Besni – İlçesi’nin Beşkoz köyünde yoksul sayılmayacak (o zamanki şartlara göre) ama zenginliğin ve varlığın tozunun bile konmadığı bu köyde dünyaya geldiğim için, sanırım daha annemizin karnında Bulgur Pilavı’na talim etmişiz. Bulguru Türkçe Sözlük şöyle açıklamaktadır: Kaynatılıp kurutulduktan ve kabuğu çıkartıldıktan sonra kırılan buğday taneleridr. Bulgurun bulgur olmasıda oldukça büyük bir emek gücünün ardından ortaya çıkar. Öyle bulgur demeyipte geçmeyin. Buğday hasattan büyük kazanlarda ikindiden sonra kaynatılıp kurutulur. Bunun sebebi kazanların cok büyük olmaları ve büyük bir ateşin gün sıcağıyla beraber bulguru kaynatanları bir nevi olsun günün sıcaklarından korumaktır. Bu kurutulmanın arkasından değirmende buğdaylar istenilen ayarlarda kırılarak çeşitli büyüklüklerde kırılır. Bu dönüşümün arkasından artık bildiğimiz normal buğday şekil dğiştirerek başka boyutlarda yenmeğe hazırlanılmış paketlerdir.
İşte bundan dolayı arada sırada bu gün de tadında ve kıvamında yapılırsa en sevdiğim yemeklerden birisidir benim için bulgur pilavı. Sanırım Anadolu Yemek Kültürünün ezeli hükumeti bulgur pilavı olsa gerek. Benim sayabildiklerimi şimdi burada sıralayacağım:
a) Etli bulgur pilavı (Tavuk etli bulgur pilavı)
b) Ispanaklı bulgur pilavı
c) Dometesli bulgur pilavı
d) Salma bulgur pilavı
e) Kıvırcıklı bulgur pilavı
f) Meyhane (bulgur, Adana ve yöresinde) pilavı
g) Etli mantarlı demre pilavı
(g – Yapılışı: Pirinç ılık ve tuzlu suda bekletilerek yapılan bir pilav türüdür. Tavuk eti kuşbaşı büyüklüǧünde dogranır ve büyük bir yemek kaşıǧı tereyaǧı orta boy bir tencerede eritilerek tavuk etleri 6 – 7 dakika kadar kavrulur. Bunun üzerine ince kıyılmış soǧanlar da eklenerek 3 – 4 dakika daha soǧanlar sararıncaya kadar bu işlem devam eder. Arkasından zar büyüklüǧünde doǧranmış mantarları da tencereye aktararak yıkanmış ve süzülmüş pirinçle, yine küp şeklinde doǧradıǧ ınız kırmızı biberleri ilave ettikten sonra,pirinç taneleri şeffaflaşıncaya kadar 5 dakikadan az olmamak üzere kavrulur.
Son olarak, 3 bardak sıcak su, mısır, tuz ve karabiber ilave edilerek pirinçler suyunu çekene kadar düşük derecede ki ısıyla pişirildikten sonra ocaktan alınır. Bundan sonra pilav 20 dakika kadar dinlendirilerek servise hazırlanılır. Servis yapmadan önce bu pilavın üzerine ince ince doǧ ranmış maydanozlar serpilerek tahta bir kaşıkla hafifçe karıştırılarak servis yapılabilir. 6 Kişilik etli mantarlı demre pilavının malzeme listesi: 2 su bardaǧ ı prinç, iki adet orta boy tavuk göǧ üs eti, 1 yemek kaşıǧ ı tereyaǧ ı yada bitkisel margarin, 1,5 adet orta boy kuru soǧ an, 1 orta boy kavanoz mantar (konservede olabilir) , 1 adet domali kırmızı biber, 1 adet orta boy kavanoz dolusu mısır, iki kahve kaşıǧ ı tuz ve biber, 4 – 5 kaşık kıyılmış maydanoz) .
Bunlar sadece benim bildiğim ve afiyetle yediğim türleridir bulgur pilavının. Sanırım her yörenin kendine özgü türlerini artırmak kapsamlı bir araştırmanın konusu olsa gerek. İşte bu şartlar altında yaşamış ve sınırlı yemek çeşitlerinin dışıda fazla seçeneği olmayan yığınlar, fakirlikten, bilinçsizlikten, cahillikten ve daha başka nedenlerden dolayı seçenekleri de sınırlı kalır hep onların. Yani bir bakıma kaderin cilvesidir böyle yaşamak ve yaşatılmak. Bazen insanlar kendilerini zorlasalar bile, şartlar elvermez biraz daha ileri gitmeye... Böyle durumlarda önemli olan var olan imkanları, azami ve verimli bir şekilde kullanarak güzeli yakalamaktır. Ama bu saygıdeğer insan alaya varan bir ifadeyle “o hep senin köyünde yenir burası Almanya; daha başka yemek türleride vardır yenilecek” diye benimle alay edercesine gülmüş ve beni küçümsemişti… Sanki ben burada ve daha başka yerlerde başka yemek türlerinin olmadığını bilmiyormuşum da ondan öğrenmek şerefine nail olmuşum. İşte o an da hayatımın en üzüntülü anlarından birisini yaşamıştım ama, hiç bozuntuya vermeden konuyu hüseyince es geçmek istemiştim.
Şimdi asıl bulgur pilavı yenmek zorunda olmanın birazcıkta sosyal tarafina değinerek konuyu izah etmeğe çalışacağım: Anadolu insanı binlerce yıldan beri sürekli göçe zorlandıkları ve göç etmek zorunda oldukları için geldikleri yörelerden birlikte getirdikleri kültürle yerli kültürleri harmanlayıp o beğenmeyerek köylü, cahil, görgüsüz, kıro dediğimiz insanlar aslında manevi değerlerin en büyüğüne sahiptirler. Bu durum Anadolu’daki yaşayan halkların aşağı yukarı en büyük değerleridir. Bunu bizip beğenip beğenmemiz, konun değerini ne düşürür ne de yükseltir. Zaten değerler zamanı geldiklerinde kendilerini aşarak yeni değerler yaratırlar. Bu değer yaratıcılığı sadece şeriat ve teokratik toplumlarda geriye dönüşü ister. Bunun dışındaki tüm toplum modelleri ve sınıflar hep yeni değerler yaratmağa zorlarlar kendilerini ve bunu bir şekildede başarırlar. Yemek yemekte başlı başına bir kültür olduğuna göre yemeğin çeşitlerini de ekonomi belirler. Veya çok kültürlü Avrupa, Amerika, Kanada ve Rusya toplumlarinda bu kültür çok değişik ve etnik gurupların birlikte yaşamalarının vermiş olduğu mecburiyetten çok çeşitli yemek kültürleride ortaya çıkar. Bu ülkelerde hemen hemen dünyanın her yerinden insanlar yaşadığı için birlikte getirdikleri değerler buralarada harmanlanarak international bir kimliğe bürünürler. Öyleki bir yabancılar festivalinde kirküç ülkenin kurmuş olduğu çadırlarin hemen hemen her birisinden ayrı bir yemek kokusu burnumuza geldiğinde, bu yemeklerden hangisini yiyeceğimizi şaşarak afallarız.
İste benim bulgur pilavım da yöreme özgü yemeklerin başında gelir ve o yemeklerin anasıdır, Anadolumun tabiriyle. Onu bu zamana kadar hiç kimse tahtından indirememiştir ve de indiremeyecektir. Ne Japonlar’in Suşisi, ne Çinliler’in bin bir türlü yemek çeşitleri, ne Fransızlar’ın saraplı ve uzun soluklu yemekleri, ne İtalyanlar’ın makarnası bizim bulgur pilavımızı aşamayacaktır. Çünkü her milletin kendine özgü milli yemekleri, milli giysileri, gelenekleri, görenekleri kısacası maddi ve manevi değerleri vardır. Bunlarla ne alay edilmeli, ne de küçümsemeli. O ne kolonilerin, ne sömürülerin, ne de ithallerin ürünü değildir. Kendine has özellikleriyle Anadolu insanının başlıca besin kaynağı olmuştur, oluyor ve de olacaktir. Bundan ºüpheniz olmasın Saygıdeğer Hanimefendi. Bizim bulgur pilavımızı ağız ve burun bükerek küçümsemeğe kalkmanız bile, başka yediğiniz yemekleri boğazınızdan aşırmayacaktır. Evet benim ülkemin bu gün sırf doğusunda değil, metropollerinde, varoşlarda göçün getirmiş olduğu plansız ve programsız kentleşme sonucunda yığınlar yeni umutlarla kentlere göçerek, kent yaşamından hatta geldikleri yörelerden daha kötü yaşam koşullarında yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Aile planmasının olmayışı toplumun bilinçsizce çoğalmasına, çoğalarak artan nüfus işsizler ordusuna yeni elemanlar, milyonlarca yeni bir üretmeyen bir toplum sınıfı yaratmaktadır. Yirmibrinci yüzyılda, Avrupanın kıyısında bir memleketin halkı aç kalıyor. Yani 20 milyondan fazla insan ülkenin bir çok yerinde günlük bir öğün yemeğe talim ediyor. Bu acı gerçek Ankara Ticaret Odası’ının yapmış olduğu kapsamlı bilimsel araştırmaların sonuçlarıyla net bir biçimde kanıtlanmıştır. Daha sayayım mı? Yani toplumumuzun büyük çoğunluğu yiyecek bir lokma bulamıyor. Yani sofralar türlü yiyeceklerle donatılırken, elin adamı kuş sütünü beğenmezken, sonra elin adamı uzayı çoktan keşfedip, buluşlarına her gün bir yenisini daha eklerken, elin adamları buğdaylarını denize dökerken, elin adamı, siz mercimek, nohut, pancar, buğday, fasulye ekmeyin diye çiftçilere prim verirlerken bizimde var olan, fakirin ve emekçi yığınların biricik karın doyurma aracı olan bulgurumuza dahi tas atması, aslında pişmiş aşa soğuk su katmak gibi bir gerçektir. Sağ olsun bizim vatandaşlarımız çok hamiyetlu, faziletlu, dirayetlu, hasmetlu… Doğuya yardım ettilerde onları açlıktan kurtardılar. Yardım ettik ya, onlara bir lokma ekmek gönderdik ya, vicdan huzuru içinde oturur, dedikodumuzu yaparız. Af için canımızı veririz. Sonra daha neler yaparız. Sonra sövüşürüz. Kim ne karışır. Yeri gelirse düşünceye saygıda duyarız. Düşüncesini bilmeyen halkla alay da ederiz. Bazılarımız bir kaç dilde biliriz. Yığın yığın kitapta okumuşturuz. Sonra kendimize „aydın“ lakabını takarak, şu yer yüzünde var mı bize yan bakan, deriz.
Evet, benim ülkemin bir çok yerinde büyük felaketler gelir insanlarımın başına... O koca diplomalı sosyologlar, karnı büyük kravatlı, apalak ve parlak yüzlü politikacılarım, onların taşra uzantısı olan yerli işbirlikçileri, o vatan için sözde can veririm diyen yalancı poltikacılar, ogullarını askere göndermeyen sözde vatansever, vatan düşmanları, çocuklarını işçi olmadıkları halde yurt dışında işçi gösteren ve bu durumdan faydalanarak bir kaç gün askerlik yapan vatan hainleri ve bu dönek hainler, demokrasiyi, insan haklarını ve kadın haklarını savunanlar, yürüyüşten geldikten sonra evde karısını döven pezevenk çocukları, ... ve daha sayamadığım veya şu anda hatırlayamadığım başka sebepler vardır yoksul Anadolu halkımın suşi yiyemeyişinde bazı eksikliklerin olduğu. Vatanımı bölmek isteyenlerin kökünü dışarıda aramak, düpedüz kendini kandırmaktan başka bir sey değildir. Bu kadar mı? Bu kadar ya, ne istiyorsunuz daha? Kökü dışarıda olanlar, kötü düşünceliler, bu vatanı sevmeyenler her yerde bir kulp ararlar zaten. Kıtlıktır bu, bu yıl vurur gelecek yıl geçer gider.
Ey kendini düşünür zanneden, İstanbuldan çıkmamış aydın bozuntuları, işin aslı ve iç yüzü hiçte öyle değil. Ben sözde yüreği yanmış o bilim adamlarından değilim. O cahil dediğiniz basit düşünceli bir köylü, kentli, işçi, memur dediğiniz kötü kişilerden biriyim. Yeni bir gerçekte atmıyorum ortaya... Eey, o iyi düşünceliler, bu vatanı çok seven asil kardeşlerim, Anadolu’da ki açlık yıllardan beri kaderin kadersizliği olmuştur.
Hüseyin Arslan, 05.06.2008, Frankfurt am Main, evde.