KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Bir zamanlar küçük bir çekirdek vardı. Yüzlerce arkadaşıyla beraber, koca bir ambarın içinde yaşayan küçük mü küçük bir çekirdek... Burada arkadaşlarıyla beraber mutlu bir hayat sürmekteydi.
Fakat bu mutlulukları uzun sürmedi. Bir gün, bazı arkadaşlarıyla birlikte alınıp bir yere götürüldüler. Önce biraz endişelendi, ama daha sonra endişesinin yersiz olduğu kanaatine vardı. Çünkü hiç değilse yalnız değildi. Arkadaşlarıyla beraberdi. Tam “oh, şükür” demişti ki, onu arkadaşlarından ayırdılar. Karanlık ve soğuk bir toprak altına attılar.
İlk başta korktu ve sıkıldı, ama kısa bir süre sonra yeni yerine alıştı ve sevmeye başladı. Hatta artık oradan bir yere gitmek düşüncesi bile sıkıcı gelmeye başladı. Öylece bir ömür sürme hayaline kapıldı. Çünkü kimse onu rahatsız etmiyor, o da kimseye karışmıyor bir vaziyetteydi.
Ancak bir süre sonra, yattığı yatağının her tarafında bir ıslaklık hissetmeye başladı. “Yine mi rahat yok?” diye düşünmeye başladı. Sıkıldı. Bir üzüntü kapladı. Haklıydı da! Çünkü sıcak yatağı ıslanmış, üşümeye başlamıştı. Artık yavaş yavaş buradan gitme zamanının geldiğini anlamıştı.
Bir süre sonra topraktan kafasını çıkardı. Önce çok korktu. Çünkü burasını daha önce hiç görmemişti. “Ya başına bir şey gelirse, ya birileri ona zarar verirse, ya dışarı çıkmak çok da iyi bir fikir değilse?” Günlerce bu düşünceler içinde endişelendi durdu. Fakat başına, korktuğu gibi kötü bir şey gelmedi.
Sonunda bu düşüncelerinin yersiz olduğunu anladı. Çünkü yalnız değildi. Kendisine yeni arkadaşlar edinmişti.
Ve en önemlisi de, o artık karanlık bir yerde değildi. Aydınlığa çıkmıştı. Karanlık ve nasıl olduğu belli olmayan bir yerden, rengârenk bir âleme gözlerini açmıştı. Uçuşan kelebekler, cıvıldayan kuşlar, oynayan börtü böcekler, ifil ifil esen rüzgâr, şırıl şırıl akan nehir... Burası bir cennet olmalıydı! Nasıl olmuştu da bunca zaman o karanlık yerde durabilmişti? Yattığı yerin üzerinde bunca güzellik dururken, o bütün bunlardan habersiz aşağıda yatmış durmuştu.
Belki de biraz zahmet çekmeseydi, bu mutluluk tablosuna eremeyecekti. Aşağıdaki geçici rahatını bozmak istemeseydi, boşu boşuna çürüyüp yok olup gidecekti. Çünkü her halükarda çürüyecekti. Ya çürüyüp yok olacak, börtü böceğe yem olacaktı veya görünüşte çürüyüp aslında aydınlığa filiz açacaktı.
İşte o da ikincisini tercih etme bahtiyarlığına ermiş ve mutluluk diyarına girmişti.
***
Evet, ahiret bütün güzelliğiyle insanı bekliyor. İnsan, biraz olsun dünya rahatından ödün verip ahirete yatırım yapabilirse, bu dünyadan çok daha güzel bir âleme geçiş yapacaktır. Hem bu şuurla yaşadığı için, dünyası da huzurla dolacaktır.
Evet, her halükarda gidiş var, herkes kabre girecek, ama farklı muamele görecek. Ve geçiş için iki yol var. İnsan ya toprak altında çürüyüp, azaba müstehak olacak veya kabir, onun için mutluluklar tarafına bir geçiş kapısı olacak. Bu ikisi de insanın kendi elinde. Seçim ona kalmış.