- 772 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
LİYAKAT VE ÖNEMİ
Dostlukların temelinin uyuma,
nezakete, adabı muaşerete, muhabbete
ve fedakârlığa dayandığını biliyoruz.
Bu bakımdan, sevgi ve saygıyı
tahrip etmeme gayretlerimiz
de her zaman ön planda olmuştur.
Fakat duyguların
gel-git yaptığı durumlar dâhilinde,
kızgınlık, kırgınlık, alınganlık ve netice itibariyle
gergin olduğumuz zamanlarda, tarz ve ifadelerin,
istem dışı geliştiğini
ve kontrolünün zorluğunu gözlemliyoruz.
Böyle muvazene
denkliğinin bulunmadığı anlarda, cefa ve sefa,
sevgi ve nefret, cimri ve cömertlik kavramlarının
daha fazla önem kazandıkları bilinmektedir.
Buna rağmen, bir hal ehli
ve akil insan haline bürünemediğimizden,
kavramlar karışmasalar dahi
hislerimiz muhakkak karışıyorlar.
Dinlemeyi düstur telakki ederek
samimiyeti esirgememiş,
sorgulamadan mahkûm etmemiş,
enaniyet ve liyakati karıştırmamış ve bunları
yerli yerine koymuş bulunan insanların sayıları
maalesef az, fakat dostlukları ebedi olmuştur.
Maddenin manayı
ihata etmesi ve dolayısıyla, bizleri de
mekanikleşmiş bir materyal gibi
kullanıyor olması garip değil mi?
Yaşantımızın
her anını anlamlı kılmak adına,
zihniyet sarsıntısını ve muğlâk
tavrımızın hesabını ne vakit yapacağız?
Birçok konunun
bir mana ifade etmeden konuşuluyor olması,
sorunların mutlak çözülmesi
anlamına gelmeyeceği muhakkak!
Ebette ki konuşacağız,
lakin düşünerek ve bir alternatif sunarak
konuşmak gayreti, bizler adına daha manalı olacaktır.
Bu nedenle maddenin,
tasallutundan kurtulamadığımız müddetçe,
gayretlerimiz ve cehtlerimiz sönük,
söylemlerimiz ve şiarımız boş olacaktır.
Davamızı sırtlayarak hedefe koşmamız ise;
Susuz, azıksız ve silahsız
sefere çıkmış bulunduğumuz için,
şecaatin çetinliğini ve mesruru yetin
serinliğini hissetmeyeceğiz.
Heyecan ve hazzın
inkişaf ve serpilişini yaşamayacağız.
Ulviyetten uzaklaşarak,
vakit geçirmek için yaşıyor olmamız,
hakikaten, hakikatlerden uzak
bir hayat yaşamamız ne kötü bir zillettir!
Zilletten kurtulmak için,
hakikate kucak açarak, kimliğimizi, kişiliğimizi,
onur ve haysiyetimizi anlamlı kılmalıyız.
Maddenin
mana derinliğindeki esrarını çözümleyerek,
hakikat membaından kanarak içebilmeliyiz.
İtminan olmuş bir gönülle,
serinliğin efkârında kulaç atarak,
sahilin sessizliğinde tefekkür edebilmenin
şuurunda olmayı başarmalıyız.
Bu gün ve şu an,
tüm meşguliyetimizin yönünü,
hareket ve kuvvetin asıl kaynağını keşfederek,
senden geldik ve yine sana döneceğiz diyebilmeliyiz.
Sahip olduğumuz her şeyin
bir emanetçisi olduğumuzu bilerek,
her zerrenin maliki ve sahibine el açıp yönelerek,
ellerimizi ve özellikle sinemizi teslim ederek,
samimiyetimizi izhar etmeliyiz ve kendimize gelmeliyiz...
Mustafa Cilasun