- 817 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ölü Kentlerin Yabancısı
Yüreği yorgun, ruhu bitkin, saçları ağarmış, gözleri küllenmiş, sırtında düş kırıklıkları, ayakları çıplak…Yürüyordu yönsüz, cihetsiz, adressiz… Sadece yürüyordu kadın… Arada bir soluklanmak için bir ağaca yaslıyordu sırtını, uyuyordu deliksiz, hiç uyanmak istemeksizin… Yine yürüyor, yürüyor, yürüyordu…Issız kentlere giden yollardı her yer. Issızlığı seviyordu, daha doğrusu sevdiği tek şey olmuştu ıssızlık, kimsesizlik… Bazen birileri çıksa da karşısına fazla oyalanmıyordu, yolunu unutmuyordu bir sese, bir yüze aldanıp… Yürüdükçe hafifliyordu, ağırlıklarını döküyordu ardı sıra, sahip olduğu ne varsa birer birer bırakıyordu gözü arkada kalmaksızın…Taşımaktan yorulduğu her şeyden vazgeçmişti çoktan..
Hiç plan yapmıyor, ayakları ve yüreği nereye götürürse oraya gidiyordu. Planlardan, zaman kavramından, sınırlı ve zorunlu olan her şeyden bıkmıştı. Artık saatin ve tarihin bir önemi yoktu ve hiç de merak etmiyordu. Kendini alabildiğine özgür ve huzurlu hissediyor, bunun tadını çıkarıyordu.
Kendini doğanın o eşsiz ahengine teslim etmişti. Tek yapması gereken onunla uyum içinde olmaktı. Düşünüyordu, sürekli düşünüyordu. Beyni hiç durmaksızın çalışıyor, sezgileri ve aklıyla uyum içinde ilerliyordu. Her anlamda ilerliyordu. İlerledikçe yolu uzuyor, algısı, sezgisi gelişiyor, bilgeleşiyordu adeta. Hep bir bilgeyle tanışmak isterdi. Hayatı boyunca bunu içten içe istemişti. Ruhunun derinliklerinde bir bilgenin uyuduğunu ve hiç ummadığı bir an gün yüzüne çıkacağını düşünürdü. Ne zaman? Zamanını o bilge biliyordu. Onu sabırla bekledi, onun zamanı gelinceye dek sabırla bekleyecekti. Bazen bilgenin uyanık ve yanı başında olduğunu düşünürdü. Hatta bazen bilgeyle bütünleşir ve ruhuna onun egemen olduğunu hissederdi. Yani bilgenin ruhu onun bedeniyle ve ruhuyla bir olur tüm evreni kaplayan bir genişleme sarardı benliğini. Evrenle bir olmak gibiydi bu. Muhteşem bir “bir”lik duygusu yaşardı ve bu duyguyu hiç yitirmek istemez, ölünceye kadar sürdürmek isterdi. Belki de giz buydu. Evreni ve yasalarını anlamak için düşünür, düşündükçe yeni pencereler açılır, o pencerelerden büyülenmişçesine bakar, baktıkça da huşu duyardı. Gittikçe genişleyen pozitif bir enerjiyle dolduğunu ve açıldığını duyumsardı. Ne var ki günlük yaşamın zorunlulukları, işleri, ilişkileri onu çabuk aldatır ve yeniden küçülerek bedeninin sınırlarına dönerdi.
Gökyüzüne baktı. Güneş kendisinden daha yorgun ve bitkin, bir o kadar da huzurlu, olgun ve güzel bir kadın gibi yayılmıştı ufukta… Birazdan baş döndürücü güzellikteki dağların ardına dinlenmeye çekilecekti. Acaba güneşin hızına yetişebilseydi, onu yakalayabilseydi nasıl olurdu diye düşünürdü her gün batışında. İçinden onu kovalamayı, daha ziyade ona eşlik ederek yolunun güzergahındaki tüm bildik bilinmedik yerleri görmeyi, keşfetmeyi arzuluyordu. Bir süre güneşin son ışıklarını, çevresinde gizemle dolaşan bulutları izlemek için bir kayanın üzerine oturdu. Ömrünce bu güzelliği seyretmeye hiç doyamıyordu. Her seferinde başka bir güzellik sunuyordu doğa. Bulutları inceledikçe onları bir şeylere benzetmeye bayılırdı. Asla aynı şekiller oluşmuyor, her defasında bambaşka şekillere bürünüyorlardı. Güneş tamamen gözden yittiğindeyse oluşan renklerle yer yer kızıl, mor, sarı bulutlara ve atmosfere hayran hayran bakar, bu güzelliğin birazdan kaybolacağını düşünerek adeta bir daha hiç göremeyecekmiş gibi tüm hücrelerine, ruhuna işlercesine seyre dalardı.
Acıkmış ve susamıştı. Yiyemeyecek kadar yorgundu. Biraz soluklanıp dinlendikten sonra yemeye karar verdi. Sırtındaki çantayı çıkartıp başının altına koydu ve bir süre öylece uzandı. Hava sıcaktı, örtüye gereksinim duymuyordu fakat üzerinde örtü olmadan yatamaz, uyuyamaz, bu yüzden de ne kadar sıcak olursa olsun hafif bir örtüyü yarım yamalak da olsa örterdi. Çantasından yıllarca kullanmaktan incelmiş ve rengi solmuş çarşafı çıkardı ve üzerine çekti. Tek tek parlamaya başlayan yıldızları izledi. Hava karardıkça canlanan ve çoğalan yıldızlara daldı gözleri. Yıldız tarlasında dolaştı bir süre. Ruhu yine genişlemeye ve hafiflemeye başladı. Uzayda dolaşıyor hissi onu hem ürkütüyor, hem heyecan veriyor hem de fezayla bir olmanın muhteşem duygusuyla mest oluyordu. Sözcüklerle anlatılamayacak güzellikte bir deneyimdi bu. Çocukluğundan beri en sevdiği oyundu.
Gözleri ağırlaşmaya başladı, kendiliğinden kapanıyordu ama yine de uykuya dalma zorluğu yaşadığı için gözleri kapalı düşünürdü uzun bir süre. Kuş cıvıltıları ve ağustos böcekleri hala kendi dünyalarında cümbüşlerini sürdürüyorlardı. Onların bu tatlı nağmelerini dinledikçe tatlı ve sıcak bir tebessüm yayılıyordu yüzünde. İçi huzurla dolu, mutlu bir bebek gibi saf, temiz ve masum hislerle uykuya daldı…
Gecenin gündüze sevgiyle yol açmaya başladığı sırada hafiften bir serinlik okşadı bedenini.
Gülümsedi serinliğin şefkatli sarılışına, çarşafına dolayıp kucakladı onu, derin bir nefesle içine
çekti, ruhunu tazeledi. Güneş öncü ışıklarıyla yaklaşıyordu usul usul kızıla boyayarak göğün
lacivert tenini. Yıldızlar yorgundu tüm gece yanıp tutuşmaktan, göz kırpmaktan. Evlerin ışıkları
gibi bir bir söndüler gündüze. Sabah yıldızıyla göz göze geldiğinde şöyle fısıldadı ona:
-Ömrümün en güzel sabahına şahidim ol ki pişman olmayacağım yola çıktığıma.
Sabah yıldızı ona şöyle dedi:
- Evren tanığım olsun ki pişman olmayacaksın yolculuğuna. Sana ışığımı yoldaş edeceğim.
Ve tüm kardeşlerim ve güneş ve sezgin; ışığın ve yoldaşın olacaklar. Yolun açık olsun Ölü
Kentlerin Yabancısı. Sezgilerini hep açık tutmayı unutma.
-And olsun ki O’na; sezgilerime ve ışığınıza ihanet etmeyeceğim bir daha. Yola çıkış nedenim
budur Sabah Yıldızı. Pişman olan yeniliğe göç etmeli.
- Ezelden beri her varlığa fısıldarız, insanoğlu dışındakiler duyar, anlar ve bilir, ve karşılık verir.
Lakin, insanlardan pek azı kulak verir, kulak verenlerin pek azı duyar, duyanların pek azı anlar,
anlayanların pek azı karşılığını verir ve değerini pek azı bilir. Sen bunlardan hangisi olacaksın?
Bunu aldığın yolda göreceksin, göreceğiz.
Veda vakti geldi yolcu! Yine görüşeceğiz.
Gözlerinde yepyeni bir ışık ve sevinçle güneşi selamlayıp toparlandı, sırtına çantasını geçirip yola
koyuldu kadın…
Ayşe Eren
_________________
ateşe düşen kelebek
YORUMLAR
tebrik ederim .edebi yönü olan bir yazı yüregine saglık