- 406 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
yolun açık ola ...
Hüznümün yüzünü aynalarda her sabah görür olduğum zamanlarda çıkageldi. Şarkın o çekici, duru güzelliğiyle, hep hayran olduğum, hep hayran olacağım esrarıyla çıkageldi. Ansızın gelişlerin yine ansızın gidişlere gebe olduğunu bilmeme, yolun yarısına gelmeden yolu tamamlamama sebep meddücezirler yaşamama rağmen, gözlerine titreyerek; ama korkmadan, ürkmeden bakarken dikiliverdi karşımda. Karşımda oturuyordu. Hazan başındaydık. Bahçedeki yapraklar sanki beni tasvir ediyordu. Toprağa düşen ölü yapraklar… Burada, her sonbaharda tüm bahçeyi görevini tamamlamanın huzuruyla kaplayan sararmış yapraklar…
İnsan olmaya aday bir yaşamın görevini tamamlamasını her daim hatırlatan ölü, sararmış; ama mesut, gururlu yaprakların hışırtıları arasında, gözlerinin derinliğinden sonra sesinin hüzün dağıtan, kasavet gideren, huzur ama hep huzur veren tınısını duymak yalnızca benim değil hazanında o kalıtsal hüznünü dağıtmaya yetiyordu. Hüznümü aldın, gönlümü de al, ‘rehber’ olsun gönlün gönlüme demeye kalmadan gideceğini söylüyordu. Henüz gelmişti, daha dün gözlerine bakmış, bugün de sesini duymuştum. Yarın, otopsisi yapılmamış bir ömrü, bütün kalp içeriği bahçedeki yapraklar gibi; ama zamansız ortalığa dökülmüş bir canı, yapayalnız bırakıp gidecekti, otopsisi yapılmamış burcu gibi kokan bir muhabbetle. Nereden gelmişti, ne zaman gelmişti? Nereye gidecekti ve neden?
İddialı sözler harcım değildir artık. Giderse ölmem, yarım da kalmam. Alıştım hüzünle yaşamaya, alıştım gitmelere, alıştım dökülen yapraklarla dökülmeye, açan çiçeklerle açamamaya. Yarım kalmış bir sevdanın yerçekimi beni çoktan yerin dibine çekmişken, bir defa değil, bin defa da gitse ben batmam, katmanlar arasında canlı katman olarak fışkırmam yeryüzüne. Olduğum yerde kalakalırım, olduğum yerde donakalırım, olduğum yerde birikirim durgun sular misali, dışarıyla tüm bağlantıları kesilmiş göller benzeri, onsuzluğun kuraklığında azalmam, olduğum yerde olduğumla, olacağımla yetinirim.
Varlığıyla çoğalmak her şeyin ötesindeyken, milyarlarca insandan biri olmak varken, bir insan silueti olmak, gölgelerden bir gölge olmak, rüyadan uyanıp yorgun bir bedenle ayağa kalkmak, solgun bir yüzle aynaya bakmak ve en hayati bitkisel vazifeleri layıkıyla tamamlayamadan sararmış bir yaprak olarak toprak olmak, hep acıyan bir yanlarımı bir kez daha acıtarak, acı üstüne acı ekleyerek, yaşamaya devam etmek ve dilinden düşüremediğin ‘kâtip arzu halim yaz yâre böyle…’ türküsü ile onu uğurlamak, o kadar istenmeyen bir haldir ki; ancak bu durumu ancak bu hale düşenler bilir. Daha önce yüreğime bu derece büyük bir acı serpilmemiş olsaydı gittiğinde giderdim, kalmazdı bu bedende ruh. Öylesine dağlanmış bir yürek var ki gidişinin karşısında; pare pare parelense kasap tezgahlarında, bir damla acımaz, bir damla kanamaz...! Yolun açık ola…
Yolun açık ola ey gelmesiyle hüznümü dağıtan, gitmesiyle hüznümü tescilleyen, ey hiçbir şey vermeden, hiçbir şey alıp götürmeyen, ey başak tarlalarında dolaşırken bulduğum, masa başında politik oyunlarla kaybetmediğim! Yolun açık ola ey sırlı yüzünün sırrını ruhumda muhafaza ettiğim! Gittiğin yerde sabrın hasretin kıyısına ola ki düşerse, ola ki sözde ilaç olan zaman, yürek parçalayıp akmak bilmez deniz olursa, beni hatırlayasın. Bunlar dahi olmasa da ulaştığın yerde elbet bir ulu çınar bulacaksın. Ve elbet bu ulu çınarın, gözlerini kapamadan vazifesini yapmış, yorgun; ama mütedeyyin sararmış yaprakları, sırrına vakıf olduğum yüzünü teğet geçerek yere düşecektir. Toprakla toprak olacaktır. İşte o zaman beni hatırlayacaksın… Güle güle ey yüzüne sığındığım…!
‘’Benim adım güz, çiçeğim öksüz, suretim yalancı sıcak, üşür ardımda ki eskiyen yüz.’’ Evet, benim adım güz, benim adım hazan suretim sararmış yaprak suretim solmuş, önüm de ardım da toprak. Veysel’den önce de sadık yârim toprak sonra da…