Simsiyah bir tablo.,
Simsiyah bir tablo ve içinde firarın renkleri, tonları var.
İhtiraz köşelerine estetik konmuş. Karanlık dünyanın orta yerinde aşk badesi ki, o zehir zemberek sanılıyor, çok zaman..
İçmeye yeltenenlerin yediği tokattır.
İçenlerin dediği ise sadece Hakk’tır..
Ne gam!
Şeytan bize kerihi Cenneti âla gibi gösterdi de biz aldandık.
Şimdi rüzgara karşı üflüyoruz, inadına.
Yarın, nefeslerimiz yüzümüze geri döndüğünde de onu beğenmeyeceğiz, besbelli.
Çünkü biz insanız, acıyan yerimizi tutarız ve an’a (veya aza) ağlarız.
Görmek istediklerimize bakar, görmemiz gereken vadeli görüntülere gözlerimizi bağlarız. Halbuki zaman, ırmaklarını kıyıları erittiği gibi bizden bir şeyleri alır götürür.
Değil mi; Yerinde ve zamanında olmak ne güzel?
Baharda gülşen de olmak var! Der gibi..
Ben o; İşime geldiğinde acıyı toza beler kebaplarım.
Ben ki, delikanlılığın gereğidir sanki can yakan icraatları yakama takarım.
Ben özümdeki nura, ışığa benden gayrı, çok uzaklardan bakarım.
Ve sonra yine ben, işime gelmedi diye, tabiatın lisanına isyan eder ayağa kalkarım!
İsterim ki, benimle birlikte ağlasın ahbaplarım..
Değil mi; Yerinde ve zamanında olmak ne güzel?
Baharda gülşen de olmak var! Der gibi..
Sanki, tevarihin bir yerlerinde uçbeyi idim de, kıçı kırık mazi hile yaptı bana ve ben bir devlet olamadım! Sükun zamanlarında aksiseda olup kurtların nazarını üzerime çektiğimden olacak, feveran meydanlarında eriyip tükenen alüvyonlu topraklar gibi başka, başka vadilere taşındı verimliliğim, bereketim. Şimdi bir koca karının tarlasında kemiklerim ve hıyarların köküne kuvvet veriyorum. Belki birkaç enayinin sofrasında salatalık olacağım (belki) ama ne fark eder? Olmadı, üç beş yağız merdan bir öğün arasında tuza banıp ısıracaklar veya önlerine atıldığında yalayıp yutacaklar, malaklar.
Şimdi bir çalının dibinde günebakanım. Gümüş kırağısı, sarı benizli çiçeklerime dokundukça, labirentler kuruyorum ayak diplerime. Ruhumun ellerinde hasret var, dolu dolu. Güneşi ne çok özlüyorum ve seviyorum ki, başımla beraber nura, ışığa, şefkate dönüyorum. Üzülmüşlerin tufan hikayeleri geliyor yapraklarıma ve onları bir neşat aralığında rüzgara vermek için tutuyorum, bir süre. Sonra pıtrak yünlerine bindirerek salıyorum, hasretlerinin adreslerine. Ve bir ikindi ezanına irkilip, can tekin değil kaygısına kapılıyorum! Cami avlusundan atılan sapan taşları dallarımı incitir. Güz görümlüğü vaktim geldi mi ya Rabb?
Bir pervasızın altın dişinde zerre veya bir Zerdüşt ün ibrişiminde püskülcesine allanıp pullanarak giderken enfüsilik, illa da suçlayacak birini arar olmuştur. Sakalar küplerine nazar boncuğu asmışlar. Göz bayıcıların ihtişamından korktuklarından olsa gerek! O suç, (!) ne menem şey olsa da çoğu zaman kalleşlerin zulasında, bir masumun yüzüne fırlatılacağı zamanı kollar. Kolları dibinden kesik fitne, gurbetten sılaya yolu düşen gülleri, çiçekleri kucakladıkça kıskanır. Öte yandan kömür gözlü bir yeksüvare çölün ortasında, çaresizliğin ukdesinden içinde yağmur bulutlarını toplar ve göz yaşlarına ıslanır.
Ah! bir anlayanım olsa; Fırat’ın kenarında iken, onca verimsizliğe rahmet bereket beklerken, benim sadece gözlerim puslanır! Suçlayacak birini mi aramalıyım? Hayır! Belli ki hedefleri, mesafeleri ve zamanı iyi, doğru tespit edip ayarlayamadım da, kısır bir döngüye isabet ettim. İyi halleri olanlar ve olduklarıyla öğünenler benden azade, onlar iyi oldukları kadar uzun yaşasın ve çoğalsınlar. Ellerindeki faydayı bir uyuz merhemi gibi dolaştırıp, ıstırapların üzerine iyileştirmek için sürenlere ne mutlu. Tanrı (Allah c.c.) imkanı ve fırsatı isteyenlerin kalbi tasavvurlarına göre şekillendirip veriyor sanırım! Hayrı dileyene hayır, şerri dileyene şer yolu açık. Gönlümdekilerde gözü olanlar olur, olabilir belki ama dileğim; Benim kazancım sadece benim hak ettiğim, benim (Allah’ın lütfü keremiyle) hakkım olsun. (Haktan kastım, tasarruf keyfiyeti bende olan güzellik, yararlılık ve iyi netice.) İşte bunun için haline şükreder haldeyim..
Mehmet Sani Özel
17.11.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.