- 852 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ATAMANIN HİKAYESİ VE BAZI GERÇEKLER
............. Aslında bu biri on yedi diğeri on bir yaşında özürlü iki kız çocuğunun hikayesidir. Hikaye bir hastanenin doğum odasında başlar. Gebelik süresi doktor kontrolünde geçer. Vakti gelince de nur topu gibi bir kız çocuğu doğar hastanede. Birkaç ay sonra özürlü olduğu anlaşılır çocuğun. Dünyası kararır annenin ve babanın. Aradan yıllar geçer bir çocuk daha doğar aynı hastanede. O da doktor kontrolünde doğmuştur, o da özürlüdür.
................. Aradan uzun yıllar geçer. Çocukların bu durumu anneyi ve babayı yer bitirir.Çocukların yatalak olmasının yanında kulak burun boğaz üçgeni dar, bademcikleri oldukça büyük. Bu yüzden küçük bir soğuk algınlığında nefes alamayacak durumda kendinden geçerler. Acil müdahale için çeşitli zamanlarda 112 acil çağrılarak müdahale edilmek istenmiş ancak çok zaman köyün yolu kapalı olduğundan müdahale annenin eline kalmıştır. Çok zaman köyde arabanın olmaması yüzünden başka köyden araba çağrılarak çocuk hastaneye ulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu da babaya oldukça fazla mali bir yük getirmiştir.
.................. Babası köy imamıdır bu çocukların. Çocuklarını Komşu ilin Numune Hastanesine götürerek yüzde yüz özürlüdür diye iki rapor almış, raporları İl Müftülüğüne vererek merkezde hastaneye yakın bir yerde ikamet ettirilmesini istemiştir. Allah bilir raporlar kaç altı ay geçerliliğini yitirmiş, kaç kez yenilenmiştir. Devlet memurlarının atama işlemlerinin 1. özre dayalı 2. Eş durumu 3. isteğe bağlı olduğunu bilmeyen yoktur müftüden başka. Ama Devlet Memurlarının atamalarla ilgili emri uygulanmamıştır. Bu arada belki kaç siyasi kişinin, kaç yere atamalarını sağlamıştır. Bunlar gizli saklı şeyler değildir. Henüz hikayemiz daha hareketlenmedi biraz sabırla okuyun anlatacağım.
................. İmam; köy evinin sağlıksız koşularında çocuklarını on yedi yaşına getirmeyi başarmıştır. Başbakanlığın TOKİ idaresine yaptırdığı toplu konutların bodrum katından bir daire alır baba. Niyeti çocuklarını sıcacık bir yerde sürünmelerini sağlamaktır. ( Sürünmek diyorum çünkü çocuklar ne oturabiliyor, ne kalkabiliyor, ne yemek yiyebiliyor. Ne de ağzına sokulan lokmayı yutabiliyorlar. Sadece ağzına sokulan az bir yemekle yerde sürünüyorlar.)
.................. Bu arada seçimler yapılmış yeni vekiller seçilmiştir memlekette. İmam raporlarını tekrar yenileyerek atamasının yapılmasını ister. Memlekette daha şeffaf bir dönemin başladığı söylenir, özürlüler günü düzenlenir. Annesi çocukların birini sırtına birini babasının eliyle yapmaya çalıştığı arabasıyla “özürlüler gününe” katılır. Haber olur , gazetede yayınlanır çocukların bu durumu. Annesi çocukları Valilik makamına götürerek durumu anlatır Vali müftülükten atamanın yapılmasını ister. Müftü adı geçen imam babayı makamına çağırır iyice bir paylar “atamayı yapmayacağını, çünkü kendisinin ayak altı edilip valiye gidildiğini” söyler.
................... Bir seminer dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığından bir yetkili gelir ile. Durum ona da anlatılır. Yetkili “ çocuklarınızın arkasına saklanmayın” der. (Acaba kendi çocukları olsaydı bir saniye aynı şartlarda yaşar mıydı yetkili bilemiyorum.) Yanındaki müftü vekiline de atamanın yapılmasını söyler. Aradan aylar geçer. Durum ayrı ayrı kişiler vasıtasıyla milletvekillerine aktarılır, “tamam yapılacak sözü” alınır. Hatta durumun anlatıldığı Ankara’da ki iki üst düzey yetkilide Telefon açarak atamanın yapılmasını rica etmişlerdir. Bu arada bir sınav açarak TOKİ camisine imam atanır müftü tarafından. Bu ne kadar uygundur onay mercii bilir.
.................... Bilahare müftü imamı çağırarak raporları tekrar yenilemesini ister. Baba doktordan rapor alırken doktorun “ bu çocukların bu hastanede tedavileri uygun değildir. Bunların fakülte hastanesi bulunan bir yerde yaşamaları gerekir” dediği dikkate şayandır. Raporlar yenilenir. Kapalı kutudan alınan bilgilere göre atamanın yazısının yazıldığını vali Beyin onayladığı öğrenilir. Ana bir türlü tebliğ edilmez. Müftü bir gün imama “görüşme” istediğini haber yollar. İmam görüşmeye gider. Konuşmada imamın eski görev yerine gidip her Cuma namaz kıldırması gerektiğini söyler. İmam: “ben kış günü nasıl giderim” deyince de “ben bilmem nasıl gidersen git. Ben istiyorsam gitmek zorundasın “diyerek tehditkar tavır alır. Sonra sindirmek için de ; “sen her şeyi yanlış okuyorsun, yeterli değilsin, gite Resul sana doğru okumayı öğretsin” diyecek kadar hoşgörülü ve adil davranıyor!!! (İmam on yedi yıldır çalışmaktadır. İmamlığa atanırken de beş müftünün katıldığı sınavı kazanarak atanmıştır.) Sonra da sen şimdi falan esnafa git onu razı et bana telefon açsın, imzala desin ben imzalarım” diyecek kadar da devletine bağlılık gösteriyor. İmam ister istemez gönderilen yere gidiyor, sebebini soruyor ama sen kim oluyorsun diyemiyor. Kişi Cuma günleri ayrıldığın köye gidip Cuma namazı kıldıracaksın. Müftü yazını o zaman onaylayacak” diyor. Her şeyi burada açıklamak istemiyorum. Bunun neresinden tutsanız dökülüyor zaten. Durum çocukların cefakar annesine söylenir. Anne kalkar adı geçen esnafa gider ve “ Allah adildir, benim çocuklarımın hakkını sizden sorsun” der çıkar. Bu arada bazı telefon görüşmeleri yapılmışütır benimle. Ve yazının imzalandığı “onaylandığı” söyleniyor.
.................. Mağdur anne sebebini öğrenmek için Sayın müftüyü arar. Telefonda nazik müftünün sesi “ben müftü”. Anne soruyor: “Bizden ne istiyorsun. Bizden ne alıp veremediğin var. Neden başkasının ağzına bakıp bizim perişan halimize perişanlık katıyorsun, yazımızı imzalamıyorsun. Bu yazı bizim kaderimizdir. Benim çocuklarımın mağduriyetinin hesabını kim verecek. “Allah mazlum durumuna düşürülmüş bir kulunun duasını reddetmeyeceğini söylediğini” sen de biliyorsun. Sen bunun hesabını öte dünyada nasıl vereceksin.
.......................Allah benim çocuklarımın hesabını senden sorsun,”
Allah benim özürlülerimin hesabını senden sorsun” der.
Müftü sadece sizin işiniz yapılıyor demekle yetinir ve “vaazlarında kadın hakları savunuculuğu yapan “nazik!!” müftü telefonu “Cennet annelerin ayakları altındadır” denilen mağdur annenin yüzüne kapatır.
Ve benim memleketimde adalet mum ışığı kadardır, küçük bir yel esince söner.
Zülfikar Yapar Kaleli