- 1102 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mustafa PELİT ile Sohbete Devam..
13.11.2008, 20:25
Ev telefonumuzda, hiç tanımadığımız bir cep telefonu numarası belirdi aniden. “Açsam mı, açmasam mı” diye düşündüm önce. Kim olabilirdi ki? Kim bile bilirdi ki; Ev numaramızı?
Üstelik; Hazır karttan aranıyoruz!
Zorda kalan biri miydi? Acil bir durum mu vardı?
Aile efradımın dışında, çok sevdiğim dostlarım bilir numaramızı.. O da elzem durumlar için vermişizdir!..
“Balcalı Hastahanesi’nden, doktor ya da hemşire de olabilir” diyerek, kaldırdım ahizeyi:
- “Efendim”
- “Abla, ben Mustafa PELİT’in hanımıyım”
- “A-aa!? Merhaba.. Buyurun??! Nasılsınız? Hayırdır” diyebildim şaşkınlıkla.
Zira; Onlara cep numaramı vermiştim.
Bir an afalladım doğrusu, fakat; Konuşma seyrimizde, hafızamı zorladım.. Akabinde hatırladım ki; Bize geldiklerinde “Pahalılıktan” da konuşmuştuk ve ev telefonumu görmüşlerdi..
Her ne kadar ailemizden olmasalar da değer verdiklerimizdendiler. Hazır karta da güç dayanmazdı.. “Acil durumda, buradan ulaşabilirsiniz” demiş; “Kimseyle paylaşmamak üzere” ev numaramızı vermiştim.
- “İyiyiz çok şükür. Sen de iyisin ya”
- “Hamd olsun Allah’a, canım”
- “Bugün Yumurtalık’ta işimiz vardı da.. Eğer, müsaitsen abla, sana da uğramak istedik”
- “Tabii.. Buyurun, gelin”
Telefonu kapatmıştık çarçabuk kapatmasına ama; Ne çok kızdım kendime. “Yazmasın size, kapatın.. Arayayım” diye.. Yesem de kendimi.. Oturdu içime.
Öğlen sonrası.. Yazılar arasındaydım, duydum motorlarının sesini.. Sayfaları birer birer kapatmaya başladım. Gelmişlerdi çünkü. Sevinmiştim.
Annemiz Ayten’imizin, konuşabileceğinin yegane umut ışığı olarak görüyordum Mustafa’yı. Her ne kadar kontrolleri devam etse de.. Kanser’i yenebileceğinin inancındaydık. Acı kaybımız olsa da..
Mustafa’nın da riski ortadan tam olarak kalkmış değildi üstelik..
… Ve öyle ki; Onlar ve Onlar gibi olanlar, çok iyi bakılmaları gerekiyor!
Bahsetmiştim size; Mustafa PELİT’ten.. Hayatın sillesini yediği yetmiyormuş gibi.. Onca yokluğa rağmen; Felek, bir de Gırtlak Kanseri ile vurmuştu tokadını..
Evlatları vardı Mustafa’nın.. Biricik Nazlı eşi vardı.. İşsizdi. Hayvanlarıyla, bir avuç toprağıyla uğraşıyordu..
Başka iş yok ki.. Ne yapsın? Bir avuç toprağı ve Çobanlığı dışında.. Ekmek Aslan’ın ağzından “İktidar” denilen çıkarcı canavarın eline geçmiş artık!!
Onurlu da Mustafa.
- “Bedava kömür dağıtılıyor. Aldın mı” dedim de:
- “Bize vermezler abla. Kendi adamları var onların” dedi, acı tebessümüyle ve devam etti “Almam zaten. Ben; bana, evlatlarıma, hanımıma yeterim. Yeter ki; Allah, güç-kuvvet, ömür versin bana” dedi.
- “Amin” dedim ve içimden “Bu çocuk, delikanlı.. Hakikatli.. Boş değil! Böylelerinin imkanı geniş olmalı” geçti.
Çiftçilikte de para yoktu yani.. Malum, toprak bile kan ağlıyordu; Ekilen tohumlardan.
Pınar’ım hemen kahve yapmaya koyuldu sandım, sordum:
- “Kahve mi yapıyorsun Pınarcığım”
- “Hayır Anneciğim, çay koyuyorum”
İçimden “Bol bol sohbet edeceğiz anlaşılan” geçti.
Mustafa’nın anılarını dinlemek; Canımı yakıyor, içimi acıtıyordu oysa.. Anlatmalıydım ama..
Yazmalıydım. Söz vermiştim. Özlüydü çünkü. Özlü de sözleri..
Adam çünkü.
Yine; her zamanki gibi, ikili koltuğa oturmuşlardı yan yana. Karşılarında iğreti oturan bense, sigara uzatmıştım Nazlı eşine:
- “İçsem mi abla” dedi.
- “İçtiğini biliyorum. Hadi, yak bir tane”
Baktım, Mustafa’ya.. Ses etmedi, gülümsedi.
Sigaradan yana “suçluluk” duymuyor değildik, fakat; “Bile bile lades” misali içiyorduk işte şu zıkkımı.
- “Senin şiirlerinden henüz yayınlanmış değil Haber Potası’nda.. Ne zaman gireceksin?" diye sordum.
- “Allah büyük abla” dedi, boynunu bükerek. “İmkanım olursa, çocuklarımın sayesinde girerim inşallah”
- “Edebiyat Defteri’nde yayınlanmış bir tanesi.. Okudum, çok beğendim. ‘Acılı Adana misali olmuş’ dedim fakat; Yorum yazmadım sayfana.. ‘Adam kayırıyorlar’ demesinler diye.."
- “M. Şükrü ŞEKER Haber Potası’nın, Habib DAĞ Edebiyat Defteri’nin, Bekir AHISKALI da Türkiye Şairler Birliği’nin.."
- “Allah, razı olsun Onlardan." Dedi ve durdu bir müddet.. O, soluklanıp, nefes yutarken.. (Hatırlarsanız; Bol bol nefes yutup, nefesinin üçte birini dışarı verip üçte ikisiyle heceleri çıkararak konuşuyor..)
Devam etti:
- “Abla be, bir gün toplanalım da bir Oğlak keseyim”
- “İnşallah, Mustafa” dedim.. “Hele bir toparlanalım.. O da olur, inşallah.. Davet edelim bakalım. Ne diyecekler” dedim gülümseyerek..
Mustafa’nın sayesinde görmüş olacaktım sıfatlarını.. Gelirlerse tabii.
Hanımı hemen atıldı:
- “Ben de ekmek yaparım. Güzel olur valla” dedi.
- “Bak işte dayanamam ekmeğe” dedim.
- “Sana getirecektim. Daha dün yapmıştık ama Allah’ın adını verdiğin için getiremedim” dedi.
- “Ekmek ve Kömbe olursa getir, tamam. Severim çünkü ama; Başka bir şey getirmeyin. Üzülüyorum, kızıyorum böyle şeylere” dedim.
- “Habib Bey ‘Yapacağımız bir şey varsa.. Elimizden geleni yaparız’ dedi” dedim Mustafa’ya yönelerek.
- “Yok abla, selamımı söyle ‘Allah razı olsun’ dediğimi de” dedi.
- “Aleykümselam, söylerim. Allah, hepimizden razı olsun” dedim.
… Ve başladık geçmiş zamanlardan konuşmaya.
Mustafa’yı dinlerken, tüm yaşadıkları adeta; Canlanıyordu gözümde.. Yaşamı kolay değildi. Mücadele ile doluydu. Biri bitmeden diğeri başlıyordu çünkü.
Üstelik; yokluğun pençesinde de boğuşmak zorundaydı.
“Allah, kimseyi yoklukla terbiye etmesin” cümlesi, sık sık geçerdi içimden.
Bunu niye yazdığımı bilmiyorum zira; Mustafa’nın durumu şimdilerde (Biraz da olsa) iyi sayılır.. (Eskiye nazaran tabii..)
- “Ben, ilkokul mezunu, on yaşından berli çoban olarak hayatını kazanmış biriyim."
- “…..”
- “Şu an; Gırtlak Kanseri’nden gırtlağı alınmış, dört yıldır yaşayan biriyim. Biliyorsun abla”
- “Biliyorum”
- “Bin dokuz yüz doksan yıllarında, çiftçilerin işleri oldukça bozulmuştu. Onlar; Çiftçi şahıslar, Ziraat Bankası’ndan kredi almışlar, ödeyememişler. Onlara kulak misafiri oldum ve sormuştum:
- “Ne oluyor burada” diye..
- “’Bir yetkilinin, bankadan ve icradan borçlarını ödemeleri için mektup getirdiğini’ söylediler. Ben de çiftçinin hayatını şöyle dile getirmiştim.. Beni kimse yanlış anlamasın abla. Kimseyi karalamak amacıyla değil, yaşanan olayı gündeme getirmiştim”
- “Korkma, Mustafa. Yaslan yüreğine. Hele bir yol söyle, dinleyeyim. Varsa bir durum; Danışır, sorarız.. O’na göre yayınlanır. Şiirin sınırı olmamalı hem, değil mi?"
- “Var ise hatam ve kusurum, şimdiden ‘Özür diler’, aflarına sığınıyorum” dedi.
… Ve attı elini kulağına:
ÇİFTÇİ
Zannettim ağadır, yan gelmiş yatıyor
Sanmaki ekmeğine bal kaymak katıyor
Gördüm acı soğanı katık yapıyor
Acınacak hale geldiğ be çiftçi
Kredi veriyor Ziraat Bankası
Kaç kişinin belki ağlar anası
Ödenir anası kalır danası
Kazancı faize veriyor çiftçi
Zannetme paralar su gibi akar
Çiftçinin hali yürekler yakar
Bir havaya bir de toprağa bakar
Şimdi dilenci oldu be çiftçi
Tımar eyler tarlaya tohumu atar
Gırtlağa kadar hep borca batar
Faiz yüzünden mahpusda yatar
Şimdi mahkum oldu be çiftçi
Çoru çocuğu takar peşine
Yaz kış demez bakar işine
Toprağın içinde deşine deşine
Başınız sağ olsun öldü be çiftçi.
Yazan/Söyleyen: Ozan Mustafa PELİT
Dedim ya.. Mustafa anlatır dertleri; Yakar yüreğimi.. Dağlanırım.
- “Günümüz çiftçisi ne durumda Mustafa’m” dedim sanki bilmiyor, görmüyormuşum gibi..
- “Öldü be abla” dedi.
- “…..”
- “Atılan tohum ertesi yıl ürün vermiyor”
- “Vermez tabii ya.. Genleriyle oynanmış tohumlardan ekiliyor çünkü” dedim.
- “Abla, karpuz bile kabak oldu” dedi.
- “Sonraya alalım bu konuyu” dedim, gülümseyerek acı acı.. Bitmezdi çiftçimin sancısı.
Oysa; Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüz, vaktiyle ne de güzel söylemiş, anlatmıştı:
- “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iktisadi siyaseti bu asli gayeye erişmek maksadını güder.”
Bir de günümüz TBMM’ne bakıyorum.. İçimden de dışımdan da şimdinin iktidarındakiler için “Olmaz olasıcalar, çoğalamaz olasıcalar” diyorum Özlemce…
Efendim, Mustafa’yla sohbetimizin devamı var. Okumak isterseniz eğer; Yorumlarınızla belirtiniz yeter.
Daha önce yazmış olduğum “Ölümün Kıyısındaki Yaşama Ruhu” başlıklı paylaşıma yapılan yorumlarınız için.. Her birinize tek tek “Teşekkürünü sunmamı” rica etti benden.
Selamları üzerimde kalmasın.. Hepinize “Çok selam ve saygıları” var.
Hürmetlerimle…
Gülizar Özlem SARAÇOĞLU