- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 10
10]Ki bu tür kutsal korunmuşluk sanısını, kendi deyimleriyle Mustafa Kemal’in yüzü gözü hürmetine övüşle izafe etseler de, yalan ve yanlış olurdu. Gazi’yi ve mücadelesini küçümsemiş olurdular. Bir gerçek anlaşılamayınca ve yeni gerçekleşme içinde istenilen zümresel çıkara değin beklentiler gerçekleşmeyince, ancak böyle küçültülür zırvalamalara gidilirdi.
Şiirdeki anlatıma değin bu tür tinsel söylemlerin kitleleri aldatma için kullanılır olma yararlanmasının çağrıştırdım yaptıran kavranışını ortaya koymak için siz Arabistan’a gitmişsiniz. Bir başkası da firavun dönemine gidebilirdi. Çünkü aynı gerekçe orada da vardır. Hele Musa’nın elbisesini kaçırıp, kendini çıplak bırakan taşı dövmesi, unutulur mu? Bunlar Mezopotamya kültünde var olan devamlılıklardır.
Ben hiç bir isim ve akım ve kültür ima etmemişken, böyle bir kanıya varmak, ancak, böyle bir, anlamama başarısının, dehası olabilir!
İşte tarihin genel sürecini bilememek ve tarih bilinci (bilgisi demiyorum) oluşturamamaktır bu. Bu insanlığın umutsuzluk içinde doğan olmuş bitmiş geçmişe değin nesnel algıların, anlatılmasını güncel gerçeklikler içinde, bunlardan hareketle, masal (umut) üretmeci ortak yanıdır. İnsanlığın içinde biz de olduğumuz için, biz de bu türden söylenceleri üretmişizdir. Veya etki öğrenme ile böyle bir hikâye söylemişizdir.
Bu benim meselem değil. Yaptığına, yapılana aklı erdiremeyip, olguların ilişkin nesnelliğine vakıf olunamayan kısımlarına "bir dolgu malzemesi" kullanarak olaya ve işin içine, ruhsallık katarlar. Örneğin Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşın da, yeşil sarıklılar görülmesi gibi. Olay değinmelerdi bunlar.
Eğer böylesi bir kurtuluş savaşı görüsü olaraktan, şimdinin güncelinde yeşil sarık söylencesini, şiirimde geçirse idim; Eminim ki olasılıkla siz bana; "Kuran’ın içinde anlatılan, Uhut Savaşı’nda da, benzer bir olaylar vardır. Sanırım siz onu da kasten söylüyorsunuz" diyecektiniz, kanaatimce!
Ben Tanrı’ya inanırım. İnancım kimsenin kayra ve tekelinde değildir. Kişilerin inancına daima saygılı oldum ve olurum. Bir Tanrı inanırı olarak, insanların kendi absürtlüklerini (anlamsız saçmalıklarını); Tanrı’ya mal ederek, bile bile hata yapmalarını, kabule şayan, edilmez bulurum. Ve bu anlayış, Tanrı sallık bile değildir.
10Benim inandığım Tanrı’nın her şeye gücü yeterdir. Söz gelimi sağa sola saldıran yakıp yıkmalarımızla biz ona değil, aksine belki de gereksindiğimizde o bize yardım eder. Bizim onun adına hibullah oluşumuzla; O’nun bize değil, bizim O’na ihtiyacımız vardır. Kimse benim dinimin baronluğuna soyunmasın. Dinimin yüceliğini, güzelliğini ve mesajını gayet iyi bilir ve kendimce iyi de konuşurum.
Kişilerin tutum ve davranışlarını, din gibi gösterirsek yanlış yaparız. Olayı kutsallık havasına bürür, yanılsamalarımızı olgulara katarsak, çokça hata yapmış oluruz. Nesnel olanın yasallığının inanç olaraktan Tanrı muktedirliği dışında, karşıtlaştırırsak; yanlış yaparız. Yanlış olan da, budur.
Kurtuluş Savaşı Öncesi Esnası Ve Sonrası konulu yazımı, Atatürk sevgisini işleyen şiirime yorum olarak gelen düşünce ve mütalaalarını, burada alıntı cümleler şeklinde işleyerek, yapılandırmaya çalıştım.
Toplum hafızasında, nesnel koşuların oldurduğu, gerçek kişilikler ve kimlikler; ya az bilinirdir, ya da hiç bilinmezdirler.
Bu değerli kişileri, basit, maksatlı fısıltı söylemlerle, hemen değersizleştirici olunması sorunsalını ele aldım. Hem de halkın bin yıllar içinde şartlandırılarak yatkınlık kazandırışlan hafızalarına yerleştirilmiş, sanal oluşturulmuş, masalcı tutum ve menkıbeci oluşumlarla, inanççı mantık anlamalarına denk düşen uyduruk kişilikleri, nesnelci ikili anlama mantığıyla, kıyaslayarak ele aldım.
Sanal hayali kahramanlardan olan; Bardakçı Baba, Zaloğlu Rüstem gibi söylencelere halk, daha çok ve daha bir candan inanarak sahiplenir olmaktadırlar. Siz ne kadar anlatırsanız anlatın, sirkeci baba türbesine koşuşacaktırlar. Bu fikir onlarda, sabittir. Kanaatlerini kolay kolay, değiştirmezler. İşte bu sabit olan ve kolay kolay değişmez olan anlayışları şiirimde; kıyaslaştırarak ironisini çalıştımdı.
Devamı niteliğindeki ikinci şiir çalışmamla da, Osmanlı’nın somut koşularındaki 4- 5 maddelik kendi çıkarsamamla, Atatürk’ü, Atatürk yapan tutumları anlatmaya çalıştımdı. Bu yazı dizileri, her iki şiir çalışmalarıma değin yapılan eleştirilere bir gerektirme ile oluşan, deneme çalışmalarımdan biridir.
Bundan önceki bölümde, genel nesnel seyir ile Kurtuluş Savaşı’nı anlamaktan uzak yorumların, kuvva hareketini, gölgede bırakmak amacıyla ve savaş esnasının tali ama ilişkin olan gayret ve çabalarının, olay, olam salı içinde ve olgularının, tuzak tutumlarının altını çizdim.
Bu tali çabaları abartarak, Kurtuluş Savaşı’nı adeta küçümseyerek, yok sayma bedhahlığına düşen, insanların kin ve eften püften işlerin kıskançlıklarını, bana göre ele alarak belirttim. Olgu ve olayların ne olduğunu düşünmeden, anlamadan, yapılan hırçınlıklardı bunlar.
Bir gözlük takışın, genelleştirilmek istenmesiydi. Olayların ilişkisinden kopmuş olmasının yalan yanlışlığıydı bu. Bir inat ve hırsın tutumuydu. Temellenemeyen, tarihin ve sosyolojinin, temeli olamayan, sırf söyleyeni paralize eden, karşı olanların yaygın söylemli, afakî referanslı hırçın söylemlerinden hareketle, konuyu incelemeye çalışmıştım.
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.