- 1190 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Aşkın Çocukları Çamlıcada
Hava henüz kararmıştı
Çamlıca da bir akşam, çay keyfinde ama şiir tadında nazarlarla etrafı seyreden dostlar yan yana
Kaç yıldız kaydı kaç yıldız gönlümüze aktı Çamlıca dan kaç şair yürek bu tepeden gönlünü açtı sevdalı yüreklere
Masum utangaç bakışlı bir genç hanım, henüz terk ettiği, terk edildiği sevdaları yok anılar sandığında, mağrur bakışlı delikanlıyla karşı karşıya yudumluyorlar çaylarını, ihanet sandıkları ne kadar boşsa da bir o kadar dolu, söylenmemiş sözlerin saklı kenti yani yürekleri.
Şair yürekler söylenebilecek birçok sevda güllerinin kokusunu yaymışlardı bu tepeden hüzünde nasibini almıştı elbette o tekneden
Söylenmesi yasak sözlerin tuzağına düşmeden muhabbetle bakıyorlardı birbirlerine, bir merhabanın kutsandığı an ve yerde susmak haykırmak kadar ateşliyordu rüştünü ispat edememiş sevgiyi de
Sanki o güne kadar yazılmış ve yazılacak olan bütün güzel sözleri, Buğra o coşkulu yüreğiyle Feyza için yazmış ve genç kadınında sevilmenin beğenilmenin gururuyla bakışı başkalaşmıştı,
Bir fincan çayın dudakla teması belki de hiç bir zaman bu kadar anlam kazanamazdı.
Sevdiği adam tarafından süzülmek bir yandan hoşuna giderken Feyza’nın bir yandan da utanmasına sebep oluyordu, oturduğu yerde küçüldükçe küçüldü genç bayan ve küçüldükçe büyüdü Buğra’nın gönlünde
İnançların otoriter gücü ve geleneklerin öğretileri ten temasını haram kılsa da sevmeye engel olamıyordu, böyle uzaktan uzağa sevmenin kutsal tınısı esiyorken yüreklerinde...
Buğra daha fazla gem vuramadı diline, sevdiği öylesine aşikârdı ki seni seviyorum demek yetersizdi ve tüm cesaretini toplayıp...
—benim ol istiyorum... Dedi
Onun olmak nasıl bir şey diye düşünmüyordu Feyza çünkü zaten kendisini ona ait hissediyordu, daha fazlası biz olmak olurdu...
Biz derken yüreğini sıcacık bir tebessüm kapladı. Oysa biz diyebilecekleri bir yaşamı paylaşamayacaklardı. Bizim evimiz dedikleri bir evleri olmayacak bunlar bizim çocuklarımız diyemeyeceklerdi.
Bizim çocuklarımız diye hissederken, Çamlıca nın alacalı rüzgârı yaktı buğulaşan gözlerini
—Biz... Dedi
Sevdiği gencin gözlerine bakarak
—kulağa ne hoş geliyor değil mi?..
—evet... Dedi Buğra__biz
Bütün yasak aşklarda biraz Feyza ve imkânsızlıklarda da biraz Buğra vardı ve biz olmanın tek izi yasaklarda saklıydı. Çamlıcaysa nice saklı aşkların gölgesinin düştüğü ulu bir çınardı, Feyza ve Buğranın hislerini bağrında barındıracak, onlar toprağa karışsa da hüzünleri başka yangın yüreklere sirayet edecek ve çamlıca şiirsel tutkularıyla aşk kokacak, vuslatın düşlerinin sahnesi olacaktı.
—hayaller... Dedi Buğra...
—hayallerin en çok sınır tanımamasını seviyorum, içinde büyüttüğün sözleri azlediyorum düşlerimde, bazen dokunma yaklaşma desen de kandırıyorum seni en nihayetinde ve kandırılmayı bekleyen bebek masumiyetinde bakıyorsun gözlerime, birde...
Birde derken sesi titriyordu Buğranın belki de hayalinin en can alıcı noktasıydı söyleyecekleri...
—birde kızlarımın annesi oluyorsun, sana benziyorlar, mağrur duruşlarını hayranlıkla izliyorum, siyah iri gözleri, gür kumral saçları ve aynı sen oluyor utanınca kızarıyor yanakları, gözlerinin feri ısıtıyor içimi...
Feyza bir anda hayalin içinde buldu kendisini ve ılık meltemler esmeye başladı yüreğinde meltemin esintisiyle sıcacık bir tebessüm belirdi yüzünde. Buğrayı daha da cesaretlendirdi Feyza nın tebessümü genç hanımın minik ellerine dokundu usulca...
—ve tebessümleri ayine darlık ediyor senin gül yüzüne
Derin bir sessizliğin hâkimiyetinde fırtınalar kopuyorken yüreklerinde, beyaz bir güvercin kanat çırpıyordu çimenlerin üzerinde, dalgın bakışlarla güvercini izliyorlardı Feyza...
—bir güvercin özgürlüğünde kanat çırpmak vardı sana... Dedi usulca
Buğra karakaşlı kara gözlü yakışıklı ve bir o kadar heybetli gencin gözleri buğulandı...
—sen teni kadar yüreği ak güzel kadın, sana dokunamasam da, saçlarını okşayıp omzumda uyutamasam da ve çocuklarının babası olamasam da beni anla...
—sen benim kadınımsın...
—kadınım___son yok bu sevda da...
Feyza susuyordu konuşmak için çıldırıyordu ama ne diyeceğini de bilmez bir halde susuyordu...
—sen esmer adam__adamım diyordu ama buğra duymuyordu
Garsonun...
—bir şey ister misiniz?..
Demesi ile irkildi Feyza gözünden süzülen damlaları sildi usulca
Acı birer kahve içmenin tam zamanı diye düşündü Buğra...
—bize iki Türk kahvesi
—biri şekerli olsun lütfen... Dedi Feyza
—peki, efendim hemen getiriyorum
Çamlıca da Osmanlı kahvehanesi, şiirsel tutkuların tanığı tarihi ahşap yapı ve tarihe, saklı yürek yangınlarına imza atan iki genç
Kahvelerini yudumlarken...
—bu tepeden kaç yıldız kayıp geçti acaba... Dedi buğra
—kaç yürek kaç suskun yürek kalemleriyle konuştu, kimisini duydu kulaklarımız kimisi meçhule karışıp uçtu...
—haklısın belki de bazıları benim gibi kendisine bile kaçaktı kim bilir... Derken Feyza aşkını haykıramadığını vurguluyordu adeta Buğranın kadınım dediği noktada adamım diyemiyor aşkını ifşa etmekten kaçınıyordu. Oysa ar perdesini azıcık aralasa adamım diye haykıracaktı, esmer yağız delikanlıya, oysa ne sevmek ayıptı ne de söylemek biliyordu bunu Feyza ama yıllarca “ağır taşı ne yel almış ne de sel, kız dediğin susmasını bilmeli”diye yetiştirilmenin bedelini ödüyordu hançeri batırıp bağrına.
—kendinden kaçmak hım... Dedi buğra
—kadınım kendinden kaçma, bir kaç tatlı sözü yüreğinde saklama, ne çok ihtiyacım var kadınımın düşlerini duymaya hadi susma sende düşlerinle beni sarıp sarmala, beni sürgünlerin koynunda yakma hadi, hadi ama
Feyza lal olmuş gibi bakınıyordu adamına...
—biraz yürüyelim mi... dedi...
—peki, kadınım peki yürüyelim... Dedi buğra iç çekerek
İstanbul’un göz kamaştıran ışıkları tüm gizemiyle yansıyorken denizin üzerine Feyza meşhur bir öykünün gizemli yanını düşlüyordu Yusuf ile Züleyha nın öyküsünün gizemini, acaba diyordu Züleyha ya Yusuf un gömleğini yırttıran neydi, aşkı mı ihtirasları mı ya da kaderimiydi. Peki, benim suskunluğuma sebep ne edebim mi, korkularım mı?
—oturalım... Dedi Feyza
Yemyeşil çimenlerin üzerinde iki genç âşık denize nazır bu tepede yan yana oturmuşken sevdasını söyleyememek, böylesine müsait bir ahenkte susmak acı veriyordu genç bayana
Başını genç adama çevirdi, gözlerinin en masum haliydi belki de, Buğraya bakarken sanki yüreğinin derinliklerini konuştururcasına daldı adamının gözlerine...
—adamım! Dedi buğulu sesiyle
Buğranın kalp ritminin hızlandığı andı o an...
—ne olur... Dedi...
—ne olur bir daha söyle kadınım!
—adamım! Derken sesi titriyordu Feyza nın
Tabularını yıkmış bir ceylan gibi görünüyordu genç hanım, başını usulca Buğra nın sol omzuna yasladı, dillenen bakire duyguların hüznünde bir genç hanım bir genç adam, çamlıca ve İstanbul ağladılar.
Aradan bir kaç yıl geçmişti hem Feyza hem de Buğra o son anın hüznünü hep yaşadılar. Antik bir sahnenin perdelerini tekrar, tekrar açıyor ve zemheri gecelerde o iki kelimenin sıcaklığı ile ısınmaya çalışıyorlardı... Kadınım ve adamım diyen tını, o ses aynı tazelikte özlemle hasretle yankılanıyordu kulaklarında
Soğuk bir eylül akşamında bir mektup ve bir paket geldi Buğra ya...
—Çocuklarımın babasına... Diye başlayan bir mektup
Heyecanla yere oturdu genç adam heyecan ve merakla yudumluyordu sanki satırları...
—adamım merhaba...
“sen kadınım diye anımsıyor musun beni bilmem ama ben seni yaşıyorum, çamlıca da o kadınım dediğin eylül akşamında.
Hani hayallerin en sevdiğim yanı sınır yok yasak yok günah yok demiştin ya hayallerimde sarıp sarmalıyorum seni umarsızca.
Bahçene ektiğin mor menekşelerin diliyle konuş benimle, menekşeleri kadınım diye suladığını düşlüyorum, renk, renk çiçekler sunuyorum hayal kasemde
Gözünün karasından sızıp derinliklerine, hissediyorum seni delicesine ve dualar ediyorum kaderim olasın diye...
Dizelere gebe kalıyorum zemheri gecelerin koynunda, o son an o hüzünlü gece ve kadınım diyen sesin ilham oluyor, şiirler doğuyorum senin adına, sen kokuyor biz oluyor her mısra...
Çamlıca da can bulan nice meçhul kaleme karışıyorum, seni bizi yazdıkça, kimisi kızımız kimisi oğlumuz oluyor, isimleri yaren, hüzün, ayrılık ya da vuslat ve buram, buram biz kokuyor. İstanbul un ışıkları yanıyor ve sönüyor kimi zaman yakamozun gölgesinde biz oluyoruz ağlayan...
Biz diyebileceğimiz bir şeyimiz olmadığını düşünmüştük yıllar önce, şimdi tanışma vakti bizim şiirlerimizle...
Adamım şiirlerimizin boynu bükülüyor sen olmadan, senden sakladım bunca zaman ama bensiz kalırlarsa senin dudaklarındır onları yorumlamaya en çok yakışan...
Buğra nın elleri titriyordu satırları tekrar, tekrar okuyordu arada derin bir iç çekip kadınım diye mırıldanıyordu.
“adamım şimdi menekşe kokulu paketi aç, aç ki çocuklarımız sabırsızlıkla onları kucaklamanı bekliyor ve kadının Çamlıca da seni...
Bu aşkın sonu yok ve bitmemeli, adımızı yazmasın hayata geç kalanların çetelesi, acele et bu kadının başı mehtapta omzuna gömülmeli”
Çamlıca, deniz ve mehtap, genç kadın ve genç adam ve aşkın çocukları sevinçten ağlıyor şimdi.
Zühal Z...
YORUMLAR
Zühal Hanım, bu tam onikiden vuran bir hikaye !...Sadece Çamlıca Tepesi'nde değil.Bu aşk ve bunun uzantiları,kırıntıları,onlarca şehrimizde,köyümüzde,yaylamızda,İlimiz ve obamızda yaşanır durur.Aslında Anadolu aşkı biraz böyle bilir.Elbette her aşkta nede olsa birazda günah işlenir.Aşkın birazda yaralayan tarafı budur zaten.Okadar çok şey yazmak isterimki aslında,bir hikayede bu olur diye korkuyorum ve susuyorum.Yürekten kutladım.Bu hikaye illa da okunmalı...Selam,saygı...