- 1040 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇARIK
Ç A R I K
Sanki ateşe düşmüştü kerata, öyle yüksek sesle ağlıyordu ki, sokaktan geçen herkes durup bakıyor, dudak büküp geçiyordu.
Halbuki, annesi ve babası yanındaydı. Her ikisi de ayrı ayrı dil döküyorlar, ama yaramazı ikna edemiyorlardı.
Özellikle ayakkabıcı esnafının en yoğun olduğu yerlerden biriydi. Eskiden bu tip yerlere, yani sokaklara “ Arasta “ derlerdi.
Bir sokak düşünün, bütün dükkanlar aynı malzemeyi satıyorlar, arasta buydu ve bizim afacan ortalığı ayağa kaldırıyordu.
Aheste aheste şehir merkezine doğru giderken işte o mahut sesle irkildim. Alış veriş yerleri henüz açılıyordu, “ Aksata “ için erken bir saatti.
O civardan geçen herkes gibi bende bir an durdum ve baktım:
6 veya 7 yaşlarında var, yoktu. Esmer cin gibi, topluca, bir erkek çocuğuydu ortalığı velveleye veren.
Bir ayakkabıcı dükkânının önü. Babanın elinde bir çift siyah, bot tabir edilen konçlu ayakkabı.
Çocuk: Ayaklarında ayakkabı yok, çorapları ile ter ter tepiniyor, annenin elinde, çocuğun ayağından çıkarıldığı belli olan eskice bir çift ayakkabı.
Baba çaresiz bir vaziyette, elleri yana açık, kendi kendine bir şeyler söyleniyor ( Eminim, Lâhavle çekiyor ), sonra tekrar çömelerek oğluyla bir şeyler konuşuyor, sonra tekrar ayağa kalkıyor ve şaşkın şaşkın gelip geçenlere bakıyor, adeta yardım istiyor.
Yavaşça yanaşıp sordum :
- Beyefendi hayırdır, beğendiremediniz mi yoksa?
Sanki kırk yıllık ahbapmış gibi sorduğum soruya:
- Sormayın efendim, önü gelen kış, bot aldık kerataya, bağcıklı ayakkabı isterim diye tutturdu, feleğimizi şaşırttı, sabahtan beri.
- Allah kolaylık versin. Deyip ayrıldım oradan.
O çocuk beni taaa 50 sene geriye götürmüştü. Tam 50 yıl önceki benim tipimdeydi fiziki olarak. Onun gibi, esmer, topluca, ayakkabısız ve fakir, aynı yaşta ben.
Babam kasabada memur olarak çalışmasına rağmen ben ve kardeşlerim küçük olduğumuz için köyde yaşıyorduk.
Köyde, Dedem, ninem, amcam, annem ve kız kardeşimle ben beraberdik. Babam maddi yönden köye destek çıkıyordu, aldığı maaş zaten yetmiyordu.
Benim o zamana kadar hiç ayakkabım olmamıştı. Zaruri ihtiyaçlardan benim ayakkabıma sıra gelmemiş olacaktı ki alınmamıştı.
Yaz mevsimindeydik. Ekinler biçiliyordu. Daha okula gitmiyordum, o yıl yazılacaktım.
Yazın yalınayak gezerdim. Yalnız ben mi? Köyün bütün çocukları,( bir kaçı müstesna ) aynı durumdaydık.
İstisnalardan bazılarının ayağında “ Gıslaved “ marka lastik ayakkabı, bazılarında da “ Çarık “ vardı.
Kış aylarında ayaklarımızda yün çorap olurdu, ayakkabı yine yoktu. Ancak: Çorapların altına çok sağlam bezden veya meşinden altlık dikerlerdi.
İşte o yaz aylarına da yine yalınayak girmiştim. Köy yerinde işlerin çokluğu nedeniyle o yaştaki çocuklardan bile medet umulur.
Kuyudan harman yerine “ Helke “ ile su getirebilir, dövenle harman süren öküzleri sulamaya götürebilir, ufak tefek işler yapabilirdi, zaten yaptırıyorlardı da.
Burası köy yeri. Her zaman yoldan gidecek değilsiniz ya, kimi zaman taşlı yerlerden, ekili yerlerden, hatta yeni biçilmiş tarlalardan geçmeniz gerekebilir.
İşte o zaman yeni biçilen arpa veya buğdayın “ Anız “ denen sap kökleri ayaklarınıza öyle bir batar ki, acısını ancak başına gelen bilir.
Özellikle bu anız batmasından dolayı çok canım yanardı, fakat elden gelen bir şey yoktu.
Aslında vardı da, her zaman işe yaramıyordu. Bulduğum çare şuydu: Öylesi yerlerden geçerken ayaklarımı yerden kesmeden, anızları ayak parmaklarımın arasına alıyor, öyle yürüyordum.
Fakat, o zaman da, hem yavaş gitmek mecburiyetinde kalıyor, hem de, ayaklarımı taşlara çok çarpıyordum. Hasılı çok zordu.
İşte tam bu sırada babam Dedeme birkaç gün de olsa yardım etmek üzere izin alıp köye gelmişti.
Benim o acınası halimi görmüş olacak ki, ilk iş olarak bana bir çift ÇARIK dikiverdi, hem de bir saate yakın bir zamanda.
Ayağıma ilk kez yün çorap hariç bir nesne giyiyordum, sevincime pâyan yoktu, sevinçten uçuyordum, o ânı hâlâ an be an hatırlarım.
Çarık: Ham deriden yapılan bir çeşit ayakkabıdır. Köy yerinde çeşitli sebeplerle kesilen veya ölen: inek, manda, öküz, gibi hayvanların derisi yüzülür ve o deriden yapılırdı.
Çok ustalık isteyen bir sanat değildi. Köyde yaşayan herkes o yıllarda çarık dikebilirdi.
Hani, şimdilerde milli oyunlar oynayan folklorcülerin bazılarının ayaklarında olur ya, işte o çarıktır.
Komşular deri sahiplerinden az da olsa, bir para veya mal karşılığı parça deri alırlar, hem deri sahibine yardım olur, hem de evdekilerin ayakkabı ihtiyacı karşılanırdı.
Ayağın tabanından, çepeçevre 4 – 5 Cm. daha pay bırakılarak, ayağın üst kısmına doğru gerdirilen ve kenarları delinerek ip geçirilip ( Gene deriden ip gibi kesilerek yapılan sicim gibi parça da olurdu )sıkıştırılır, topuk istikametinde iplerin ayak bileklerine bağlanmasından ibaret, uç kısmı sivrice çok hafif ayakkabıydı.
Nihayet benim de çarığım vardı. Bundan sonra ayağıma anız batmayacak, ayaklarım taşlardan kanamayacak demekti.
Özenle giydirip bağladılar.
Hemen harmana doğru koştum. İntikam alacağım bir düşmanım vardı, ondan vakit geçirmeden intikamımı almalıydım.
Çarığım eskiyince nasıl olsa o benim canıma okuyacaktı gene.
Düşmanım: tahmin ettiğiniz gibi anızlardı. Onun için harman yerine giderken yoldan değil, yeni biçilmiş tarlalardan geçmeye karar verdim ve gectim de.
Saatlerce anızların üzerinde tepindim durdum.
- Batın hadi. Batsanıza.
Diyerek ezdim, ezdim. Yoruluncaya kadar. İntikamım alınmış, anızları yenmiştim.
O yaz sonu şehre geldik ve naylon da olsa bana ayakkabı gibi ayakkabı alındı, çünkü okula başladım.
Az önce ayakkabıcıya da, annesine ve babasına da pösteki saydıran çocuk beni çocukluğuma, ilk ayakkabımı giymeme götürmüştü.
Bugün ne çarık var, ne çarığı bilen. Birkaç folklorcü hariç.
YORUMLAR
Zaman zaman gençlere soruyorum, çarık ne, yonga ne, batak ne? gibi ne yazıkki gençlerdimiz bunların çoğunu bilmiyor ve anlayamıyorlar, bizim gibi yaşı yarım asrı devirmiş, yokluk ve fakirlik içinde büyümüz insanlar, çakşırın ne olduğunu, höllüğün ne olduğunu, çarığın ne olduğunu biliyorlar.Ne yazık, geçmişimizle bağımız koparılmış, bize ve yazınızı okuyanlara çarığı hatırlattığınız için teşekkürler sevgili ustam. selam ve hürmetler.