- 644 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ASLA BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN!..
Yıllar önceydi...
Genç kızlık yıllarımın ilk yıllarıydı...
Annemin yüzümüze doğru işaret parmağını bir uyarı gibi uzatıp;
"Yolda yürürken başını önüne eğeceksin, kaşlarını çatacaksın, sağa sola bakmayacaksın, bir erkek gördüğünde kaşlarınızı çatacaksın, gülümsemek yok, sağda solda oyalanmadan doğruca eve geleceksiniz vs. vs" sözlerini dün gibi anımsarım.
Annemiz bizi yetiştir iken aklı sıra kol kanat germekteydi. Oysa utanma duygularını tek tek bilinçaltımıza şırınga etmekteydi. Çünkü o da öyle yetiştirilmişti.
Bu uyarıları dikkate aldım mı? Aldım tabi. Hala izleri var alnımda. "Kaz ayağı" dedikleri derin çizgiler. Çatık kaş görünümüm öyle belirgin ki, botoks enjekte etseler bile düzelmez. Öyle bir derin çizgi ki, geri dönüşümü olamayacak bir iz kaldı tam alnımda iki kaş arasında...
Ben buna "utangaçlık çizgisi" diye bir ad verdim. Özellikle ilk üç dakikada bir insanın fiziğine bakıp referans imaj tahlilleri yaparken...
"Sinirli Kadın" görünümü, hiç kaybolmadı...
Gerçi estetik harikaları var ama ya diğer gelişen duruma ne demeli? Hani o annemizin veya babamızın, bizi yetiştiren ebeveynlerimizin hani? Hatta ilk altı yaşın üstüne ilaveler yapacak olan "ilkokul" öğretmenimizin bize vermiş olduğu kişilik renklerindeki arızayı nasıl yok edeceğiz? Bu duygu yaşamımızın her alanında bizi yenik düşürmüştür.
Sınavlarımızı verdiğimiz zamanlarda, başımızdan aşağıya dökülen o sıcak kaynar suları, hangimiz unutur ki?
Yaşamımızdaki İLKLER...
İlk aşkımız...
İlk sınavımız...
İlk işe girişimiz...
İlk uçağa binişimiz...
İlk yolculuğumuz...
Ve bir sürü İLK’lerimiz bizim utanma duygularımızın ardında kalıp, başarılarımıza ket vurmuştur...
Evet, bizi engellemiş ve cesaretimizi kırmıştır...
Yaşamak şakaya gelmiyor...
Değerli psikiyatrist Doçent Dr. Levent Mete "Utangaçlığın " bir hastalık olduğunu açıklıyor bizlere...
Bakalım başa çıkabilecek miyiz bu içimizdeki bizi kemiren bu kurtla...
(*) “Mahcup bir insan mısınız? Bir toplulukta, insanların ilgisi sizin üzerinize çevrildiğinde kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlıyor ya da soluğunuz daralıyor mu? Yeni girdiğiniz bir iş ortamında, ayağa kalkıp kendinizi tanıtmanız istendiğinde, yüzünüz kızarıyor, sesiniz titriyor mu? Bu özelliklerinizi bildiğiniz için, kalabalık önünde konuşmanızı gerektirecek durumlardan uzak duruyor, ancak tüm çabanıza rağmen boş bulunup yakalandığınızda, bir iki laf edip sıranızı savıncaya kadar kan ter içinde kalıyor musunuz?.. “
Şayet Dr L.Mete’nin yukarıda sıralamış olduğu sorunlar varsa hastalık çoktan kapımızı çalmış demektir. Toplumda her on kişiden birinin “utangaçlık “ hastalığına yakalandığını ve insanların bu hastalıktan kurtulmak için kendince çözümler bulduğunu biliyoruz.
Kimi alkolle, kimisi de uyuşturucu kullanarak bağımlı olmakta. İkincisi oldukça sık başvurulan ve toplumuzda yaygınlaşmış bir sorunumuzdur.
Bir başka kurtuluş yoluysa toplumdan kendini soyutlamakla kollar sıvanıyor. Geri planda durup insanın kendisini gerek iş gerekse okul yaşamında basit ve pasif durumda kalmasıdır.
Bu yöntemler hafife alınmayacak derecede insanda hasarlara neden olduğu gibi toplumdan uzak, meslekte başarısızlık dibe vururken, en berbat bir ruh denge bozukluğu baş gösteriyor.
yalnızlık tercih edilip, kişi kendini adeta karantinaya alıyor.
Öyle ki, utangaçlık hastalığına yakalanan kişiler, bir süre sonra karşı cinse ilgi azlığından, eş bulma güçlüğü yaşayıp,evlilik kurumundan uzaklaşıyorlar.
Dr. Levent’in bu tespiti %30’lara varıyor.
Şimdi akla şu soru takılıyor:
Acaba “utangaçlık hastalığının” herhangi bir tedavisi var mıdır?
Umut verici gelişmeleri tıp ilminde görmek memnuniyet verici. İnsanların topluluk karşısında konuşma özürlüyse, kalp çarpıntısı, hızlı nefes alıp verme, ses titremesi, yüz kızarmaları, vb gibi aşırıya varan fiziksel ve ruhsal belirtiler varsa, sorun ilaçla veya psikoterapiyle %70 çözülebileceğini belirtiyor doktorlar.
Yıllarca sahne sanatçılarıyla birlikte çalıştığım zamanları anımsadım: Onlar sahneye çıkmadan önce yukarıdaki tüm belirtilere tanık olurdum kuliste. Yaşadıkları içsel karmaşayla başa çıkamayanların da alkol kullandıklarını gördüm.
Utangaçlığı yok eden ilacın da piyasaya sürüldüğünü açıklayan doktor Levent bu ilacın aynı zamanda beyinde “seratonin” maddesini arttırdığını, çekingenlik duygusunu yok edip, güven duygusunu kamçılayıp, toplumdaki kişilerle daha rahat sağlıklı ilişki kurabildiğini ifade ediyor.
“Ay, çok utandım!”
Sözlerini sıklıkla sarf ederiz değil mi? Artık cesaretimizi kazanıp daha özgüvenli bir yaşamın tadını çıkartacağız. Utangaçlığımızla başa çıkacağız.
Bilim adamlarının genlerin üzerindeki çabaları boşa çıkmayacak gibi.
Kim bilir? Belki de “ölümsüzlük” reçetesi bir gün elimize tutuşturulur. Lokman hekim kaybettiği o reçete hani…
Bir şarkı vardı hani;
“Başın öne eğilmesin./Aldırma gönül aldırma./Görecek günler var daha/Aldırma gönül aldırma.”
Şarkılar utangaçlığımızı aşmamız için bizi yüreklendirse de, sağlıklı bir eğitimin kişisel gelişimde, daha etkin bir çözüm olacağı kesindir.
Sevgiyle ışıldasın yüzlerimiz.
Emine Pişiren/ Edremit-Akçay
Kaynak: (*) Gen Bilim