- 814 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kalplere Düşen Bomba
Bazen kötü olaylar, bizi ummadığımız iyi gelişmelerin kucağına atar.
İlk anda bize acı veren, kadere sövdüren, korkutan, endişelendiren olaylar aslında gelecek iyi günlerin habercisidir. Mutluluğun en yakın olduğu an, gecenin en karanlık olduğu andır. Melanet dolu anın geçeceğini düşünüp iyi günlere hazırlık yapmayı, pollyanacılık oynamak diye değerlendirip küçümsemek…
ÖSS sınavını başarıyla veren ve Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık bölümüne kaydolma başarısını gösteren Aykut’un kalbi bomboş ve bakir bir ova gibiydi. Diğer yaşıtları gibi yarış atı olmaktan dolayı aşkı yaşayamamıştı. Yüreğinin ta içinde bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor, ama ne olduğunu çözemiyor, bir şeyler yapamıyordu. Neleri kaçırdığını bilse idi…Aynı bölümü kazanan Pınar’ın durumu da benzerdi. Ailelerin ders çalışma baskısını üzerlerinden atamayan gençler aşkı yaşamadıkları için neler kaybettiklerini bilmiyorlardı. Kimse de onlara anlatamazdı, çünkü aşk anlatılmazdı, kelimelerin yetersiz geldiği duygular bütünü anlatılamazdı.
İlk derslerinden sonra sınıftan bir grup kantinde bir masaya oturup sohbete dalmışlardı. Damarlarında ilk ateş kıvılcımları o an çıkmaya başlamıştı. Eros nişan almış, oklarını fırlatmaya hazır beklemekteydi. Utançlarından gözleri arada çakışsa da hemen kaçırıyorlardı. Kalabalık içinde sohbet imkânı bulamamışlar, sadece bakışları ile konuşmuşlardı. Birkaç gece boyunca ikisi de birbirlerini rüyalarından eksik edemediler, rüyalarına söz dinletemediler, kovamadılar hayallerini…
Bir gün dersten çıkan Aykut, Beşiktaş’a doğru yürürken Pınar’ı gördü. Güneş ışıklarını saçlarında yansıtan peri kızını gördü. Koşarak yanına geldi.
Aykut: “Merhaba. Beşiktaş’a gidiyorsanız birlikte yürüyebilir miyiz?”
Pınar: “Merhaba. Tabi ki”
İki gencin konuşmaları başladı. Birlikte birkaç saniye daha fazla geçirmek adına adımlarını yavaşlattılar. Kalplerinde kımıldanan hırçın dalgaları hissettiler. Beşiktaş’a indiklerinde zamanın ne kadar hızlı olduğunu anladılar. Birbirlerinin gözlerinin içine rahatça bakabilme özgürlüğünü yaşamışlardı.
Kısacık mutluluğun bittiği an, vedalaşma vakti gelmişti. Ne diyeceklerini bilemiyorlar, ağızlarını açmak için hamle yaptıklarında dillerini oynatamadıklarını hissediyorlardı.
Tam o sırada gökyüzünü siyaha bürüyen, tüm gürültüleri bastıran bir gümbürtü patladı. Korkunç kelimesinin üzerine çıkan bir gümbürtü… Ardından bir annenin feryadı, bir çocuğun ağlaması, camların kırılma sesleri birbirine karıştı. Pınar çok korkmuş ve avaz avaz bağırmaya başlamıştı. Korkusu karşısında Aykut, ceketini çıkarıp Pınar’ın başının üstüne örtmüştü; çünkü Pınar, korunması gereken bir Lavinya idi. Narin, kırılgan bir çiçekti ve onu kollayacak bir bahçıvana ihtiyacı vardı. Aykut, ceketi ile sardığı Lavinya’yı sakin bir köşeye doğru çekti. Kimsenin narin çiçeğe zarar veremeyeceği, kuytu bir köşeye…
Terörün kahpe darbesi bu sefer Beşiktaş’ı vurmuştu. Gündüzün karanlığa, dumana, ise, kötülüğe yenik düştüğü an yaşanmıştı. 10 kadar masum insanın yaralandığı melanet dolu an. Oysa bu an aynı zamanda Eros’un 2 oku fırlattığı andı. 2 ok birer pranga olmuş ve iki genci birbirine bağlamıştı. Yüreklerini bağlayan prangalardan kurtulmak kolay değildi, kurtulmak isteyen de yoktu zaten. Aykut ve Pınar, üniversiteden mezun olur olmaz evlendiler ve bu prangayı görünür bir çift yüzüğe çevirdiler. Yüzükler göründüğünden çok daha güçlü bir prangaydı, onlar için. Melanet dolu saatler ise mutlu bir yaşamın başlangıcı idi.