Çadırımın Üstüne Şıp Dedi Damladı
Nurten Teyze.. kadın kısmı hiç gazete okur muydu, okuyabilir miydi? Okurmuş. Evlerine girince hemen sol yanda büyük bir yemek masaları vardı, bir gün onu masanın üzerine açtığı gazeteyi okurken görürdüm. Hem benim gibi, tanıdığım kadınlar gibi gazetenin resimlerine bakmıyordu, harbi harbi yazılarını okuyordu.
Ben o zamanlar henüz 6-7 yaşlarındaydım belki biraz daha küçük belki bir kaç ay daha büyük, ne fark ederdi ki. Bir kadın gazete okuyordu, benim için şaşılacak kadar önemliydi bu görüntü ve ben bu görüntüyü hafızamdan hiç silmedim. Benim için dokunulması çok güç bir yerdeydi artık Nurten Teyze, ona nasıl ulaşabilirdim ki, o gazete okuyordu.
Benim bildiğim kadınlar kalem bile tutamıyordu, demek ki Nurten Teyze yazı da yazabilirdi. Benim elime kalemi veren bu kadın mıydı bilmiyorum ama aklıma kalemi veren Nurten Teyzeydi. Şimdi yaşıyor mu acaba, nerededir, ne haldedir, kaç yaşındadır. Yüzü elleri buruşmuş, beli kambur mudur? Her ne halde olursa olsun o benim kalemim, o benim yüreğim olmuştur.
Emin Dayının kiracısıydık biz, Nurten Teyze onun gelini ve Nazan… sevgili Nazan da biricik torunu, Nurten Teyzenin bir tanesi sevgili kızı. Yüzünü hiç hatırlayamadığım bu kızın sesi nasıl kazınmışsa hafızama, hiç sesini unutmadım, çocuk kelimelerle hep “çadırımın üstüne şıp dedi damladı.. “
Sonra Kaya Abi vardı, evlendiğine üzüldüğümü hatırlıyorum, neden üzülmüştüm onu bile bilmiyorum, evlenip o zamanlarda Asma Polis Karakolunun üstünde bir eve taşınmışlardı. Çocukları çok mu severdi, bizimle oynar mıydı da severdim onu hatırlamıyorum. Adı KAYA idi ve ben erkek isimlerini bilirdim... Hasan, Hüseyin, Osman, Ali, Şaban, İbrahim.. Kaya diye isim nasıl olurdu ki. Şu benim bildiğim dağlarda gösterilip bu kaya derlerdi öyle miydi? Yüreği kaya gibimiydi bu abinin …
Evden çıkıp merdivenlerden aşağıya inildiğinde merdivenlerin en sonunda su doldurduğumuz çeşme vardı. Bir iki adım ilerleyince de sağlı sollu dükkânlar. Elinde fiziksel özrü olan bir abi vardı, çekirdek satardı. Hep eline bakardım, büyüdükçe bakışlarımın beni utandıracağını bilmezdim, bilmezdim o ellerde hayatın nasıl güzel olduğunu. Hem benim bildiğim dükkâncılar hep yaşlıydı, bu çekirdekçi gençti. Bir iki de dergi olurdu dükkânda gözüme takılan ve duyduğumuz hikâyelere kapılır bu abi anarşist mi derdim içimden.
Babam için aldığım gazetelerin bulunduğu reyonları pek severdim, kâğıt kokusu olurdu, o koku beni çekiverirdi içine, ben onlara bakarken kaybolurdum, zamanı unutur her seferinde azar işitirdim geç kaldım diye. Azar yaramazlığımdandı, geç kaldığımda bilinirdi ki mutlaka yol kenarında bir yerde oyuna takılıp kalırdım. Küçüktüm ancak bakkala gidecek kadar büyüktüm, çok yaramaz, çok hareketliydim, bir şekilde başımın çaresine bakmayı bilirdim.
Yol kenarındaki köprüden geçince gittiğim bir fırın vardı. Fırına her gittiğimde Emin Dayının soldaki küçük dükkânını süzerdim. Camında Kaya ismi yazardı, o yazıyı her gördüğümde kafam karışırdı, Kaya diye isim mi olurdu.
Ben Emin Dayının evinde bildiğim çok şeyin yanlış olduğunu öğrenmiştim. Kadının gazete okuyabildiğini, Kaya isminin de kullanılabileceğini.
Ve;
Ölüm meğer sıralı değilmiş. Ölüm sıra ile gelecekti tanıdıklarıma. Önce dedem, sonra Emin Dayı ya da önce Emin Dayı sonra dedem. Babam bile sıralara uzaktı ölmek için ben çok bekleyecektim.
Bir gün ve ben hala ölmek için küçükken, o benim meşhur sıralamamın en sonunda iken … küçük arkadaşım Nazan’ın öldüğünü söylediler. Tepedeki dut ağacığının yanında ayağı kayıp yuvarlanmış beyin kanaması sonucu vefat etmişti. O benim bildiğim ölüm sırasında yoktu, onu sıraya almayı bile unutmuştum. Nazan ölmek için sıranın en sonundaydı belki de, yine bildiklerim ters dönmüştü, yine aklım karmakarışık olmuştu.
Tepeden bir yerden cenazesini hatırlıyorum izlediğim sahne yine bana yabancıydı. Bir adam, babası dediler iki kişinin kollarının arasında ağlıyordu, bağırarak, Nazan diye feryat ederek ağlıyordu. İyi ama erkekler çocuklarının başlarını bile okşamazken bu adam nasıl ağlıyordu ki çocuk için, çocuğu için. Bir yerlerde yanlışlık vardı ama ben bir türlü bulamıyordum.
Benim aklımda hala o şarkı vardı “çadırımın üstüne şıp dedi damladı”.
Nurten Teyzenin canı çok yanmış mıydı hiç gördüğümü hatırlamıyorum yüzündeki hüznü, gözlerindeki yaşı, hafızam anımsayamıyor bir türlü. Anneler çocuklarının ardından nasıl yas tutuyordu acaba?
Emin Dayının o küçük evindeki kiracılığımız 1975-1980 li yıllardaydı. Küçücük bir evdi bizimkisi o kırmızı tuğlalı koca evin zemin katında. Ne zaman Zonguldak’a gitsem Asma’dan geçerken o kırmızı tuğlaları hiç değişmemiş boyanmamış eve takılı kalırım.
Bir türlü gitmeye cesaret edemedim, bildikleri tersine çevrilmiş o çocuk halimin gidip ellerinden tutmayı başaramadım. Uzaktan izlerim hep. Bazen rüyalarıma girer bahçesindeki su tulumbası. Hala durur mu bilmiyorum, hala su çıkar mı acaba?
Yine yetmişli yıllarda ya da seksenlerin başında Emin Dayının evinden Dilaver taraflarında olan Tulumba diye bildiğim bir yere taşındık ancak annemin arkadaşları oralarda olduğu için sık sık gezmeye giderdik.
Güzel Teyze. Bu gülüşleri hiç tükenmeyen kadının adı hep ilginç gelmiştir bana. Mehmet, Muhammet diye oğulları vardı, birde kızı adını anımsayamadım. Annem bildiğim kadarı ile Güzel Teyze ile hala görüşüyorlar, çocuklarını pek bilmiyorum.
Şimdilerde bu isimlerini saydıklarımla karşılaşsam kesinlikle tanıyamam, çocukluğumun unutmadığım isimleri ve o şarkı;
“Çadırımın üstüne şıp dedi damladı
Allah canımı almadı almadı..”
Ve bir gün Allah sevdiği kulu olan Nazan’ın sevgili canını aldı, cennetine götürdü ..
.../...
Nevim Karahan
YORUMLAR
yaşanan anlar ve tezatlardan duyulan şaşkınlıklar güzel resmedilmiş.akıcı sıcak.
“Çadırımın üstüne şıp dedi damladı
Allah canımı almadı almadı..”
biraz espri ve yaşanılan olgunun çokta önemli olmadığı izlenimi verilirken yazarın rahatlığı okuyucuya da geçiyor,okuduğunun çokta önemli sıradışı şeyler olmayacağını hissettiriyor.
eseri deneme,öykü,anı ben herhangi bir sınıfa sokamadım. net bir mesaj ve alınacak ders yok,yazarın öyle bir kaygı ve amacı da yok.
paylaşıma teşekkürler
ç.p