- 935 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Serap Değil Bu
Sen yıllarını sahralarda geçirmiş bir düş gezgini; susadıkça kızgın kumlarla serinletmiş, ateşle yıkamış yüreğini,bedenini, ruhunu. Kum tepeleri koynunda saklamış acımasız fırtınalardan. Geceler, yıldızlar ve kum fırtınaları açmışlar gizlerini yavaş yavaş bu çöl insanına.Yemyeşil, serin mi serin vahalara giden vadiler gizlemişler gizemli yollarını sen bulamayasın diye. Seraptan başka ne vardı ki bu göz alabildiğine uzayan sahrada. Ve sen bir umudun peşinden koşmaya aşık oldun, o seraptan başka her şey gizlendi gözlerine.Ne su, ne bir lokma ekmek, ne güzel dünya lezzetleri, ne süs ne ziynet daha değerli değildi peşinden koştuğun buğunun. Bir avuç su bulduğunda ellerinle yoklayıp yerine bıraktın bir yudum içemeden. "Hayır, bu gerçekten su, benim derdim su değil." dedin. Sen peşinden koştukça o kaçıyordu, sen ona ulaştığında yok oluyordu. Bu oyuna aşıktın, aşkı böyledir sanıyordun. Seni ne’reye götüremediğini bilemedin, çünkü başka yolu yoktu senin için. Öyle demişti büyükler, sevda buydu, bu olmalıydı. İnsanın bahtı kara, alınyazısı kırışık, gözleri kançanağı, ayakları kızgın kumlarla dağlanmış bir deli, bir divane olmalıydı...
Bir gün yolunda ayağın bir taşa takıldı ve ağlamaktan şişmiş gözlerinden göremedin soğuk ve ışıl ışıl yaldızlanan bir pınar gözüne düştüğünü... " Bu bir serap olmalı! Evet...Serapa kavuştum sonunda...Bu kez kaybolmadı... Hey sen serap mısın? Yıllardır peşinde bir deli gibi dolandığım, kayboldukça arandığım, buldukça kaybettiğim, uğruna hayatımı harcadığım?" Pınarın şırıltısı, yüzüne vuran serinliği, ayaklarına vuran çırpıntısı fısıldadı usulca: Hayır. Ben serap değilim, ben ışıl ışıl şırıldayan bir pınarım. Tatlı ve mütebessim bir halde söyleşti seninle ve sana dostluğunu sundu, çöldeki tek insana.
Öyle bir dost buldun ki bildiğin her şeyi unuttun. Gözlerin açılıp dostun yüzüne baktığında bir daha ayrılamadın bu yepyeni güzellikten. Sam yeli değildi artık bu yanaklarını yakan, kavuran, gözlerinin ışığını, ferini kesen, dudaklarını çatlatan. Bu ılık, tatlı, reyhan kokulu bir esintiydi yırtık gömleğinin arasından kavlamış tenini okşayan, saçlarını dalgalandıran, gözlerine ışıltı veren. Dilinden ağulu sözler yerine Samanyolu şarkıları dökülüyordu ve sen dans ediyordun suyun yüzeyinde gördüğün yüzüne bakıp. Baktıkça coşkun ve şaşkınlığın artıyor, ritmin hızlanıyor, başın dönüyordu. Bir palmiyenin gölgesine çekilip yep yeni duygularla toprağa kazıyordun sözlerini, düşlerini, özlemlerini... Kutsal bir buğusu vardı, saf ve berrak bir aşk iklimi vardı bu vahanın... Bu vaha ki nice yolculara konak olmuş, nice aşkları ağırlamıştı. Ama hiç birine uzun süreli mesken olamamıştı. Kutsal olmayanı, sulara pisletenleri, aklı kıtları, ağaçları devirenleri de görmüştü, ağırlamıştı da, bir daha kimseleri almaz olmuştu alanına. Seni bekledi, senin gibi bir çöl adamı, kutsal bir aşkla yananı gelsin diye bekledi de asırlarca, ümitsiz bir mevsimde düştün bu kimsesizliğiyle, yalnızlığıyla, sevgisiyle varolmuş, çoğalmış kutsal vadiye. Senin yurdun olduğundan beri pınarın suyu gürleşti, sulak yerler çoğaldı, çiçekleri coştu, kuşları şenlendi. Rüzgarıyla dans etti dallar, gölgeleri uzadı. Senin canına can, ruhuna sevgi kattı, aşkın aşktan aşka geçti, dilin bülbül, elin kalem oldu, terin mürekkep... Yazıtlarla doldu taştı vadiler, sonra gelen nesillere kutsal, bereketli şiirler...
--------------------
ateşe düşen kelebek