- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Şimdi alnımız ne renk, düşünme vakti…
Atatürk, Nutuk’ta şöyle der:
“Ya İstiklal, ya ölüm!
Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce mantık şu idi:
Esas, Türk Milleti’nin saygın ve onurlu bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, bağımsızlığından yoksun bir millet, uygar toplumlar karşısında uşak olmaktan yüksek bir konumu hak edemez.
Türk’ün saygınlığı, onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet tutsak olmaktansa, yok olsun daha iyidir!
Bundan dolayı, “ya istiklal ya ölüm!”
İşte, bu fikirle yazıldı, koskoca bir tarih. Bu fikre hizmet etmek için çıktı, bir millet yola. Ve 85 yıl öncesine dayanan bu uzun ve meşakkatli yolun öyküsü şöyle gerçekleşti:
Mustafa Kemal, 1923 yılı boyunca, okuduğu tüm kitaplarda aynı kelimenin altını çizdi. “CUMHURİYET”… Okuduğu kitaplardan biri de, İsmail Hakkı Babanzade’nin Anayasa Hukukuydu. Ve o kitabın 119. sayfasında, Montesquiu’nun şu sözü dikkatini çekti:
“Cumhuriyetleri yaşatan genel kural fazilettir.”
Mustafa Kemal, cumhuriyetin fazilet olduğunu keşfettiği o an, hemen bir hesap yaptı. Bu söz, 1789’da söylenmişti. Aradan geçen zaman, tam bir buçuk yüzyıldı. Kaybedilmiş bir buçuk yüzyıl…
Ve Gazi, bir gecede seçim kararı aldı.
Bu kararın ertesinde, Yunus Nadi, Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerin yer aldığı bir komisyon, istasyon binasının bir odasında yeni anayasa taslağı için çalışmaya başladı.
* * * * * * * * * * *
Viyana’da yayımlanan Neue Freie Presse gazetesinin muhabiri, Mösyö Lazar, 18 Eylül günü Mustafa Kemal’e yeni rejimin adını ve başkentini sordu. Mustafa Kemal’den gelen yanıt tek ve netti:
“Ankara, Türkiye Cumhuriyetinin merkezidir.”
Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz
26 Ekim’de Mustafa Kemal ve ekibi muhaliflere karşı taarruza geçmişti. Tüm kabine, istifa edecekti. Karar alındı. 27 Ekim günü, Meclis’te Gazi’nin başkanlığında toplanan parti grubunda Fethi Bey, hükümetin istifasını açıkladı.
28 Ekim günü, tüm gazeteler, hükümetsiz kalan meclisi manşete taşıdı. Mustafa Kemal ve ekibi ise planlarını uyguluyorlardı. O akşam Çankaya Köşkü’nde düzenlenen yemekte Gazi, beklenen cümleyi kurdu:
“Yarın, Cumhuriyeti ilan edeceğiz.”
Yaşasın Cumhuriyet
Ve 29 Ekim… Türkiye tarihinin ikiye bölündüğü gün...
Saat 13:30’da Mustafa Kemal Halk Partisi grubunun kürsüsüne çıktı ve şunları söyledi:
“Muhterem arkadaşlar; Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devleti’nin yönetim şekli Cumhuriyet’tir.”
O akşam saat 20:30’da, Anayasa değişikliği mebusların oylamasına sunuldu. Üye sayısı, 287 olan mecliste, oylamaya sadece 158 üye katılmıştı.
Başkan, “Kabul edenler” diye sordu. 158 el havadaydı. Ve milletvekilleri, hep bir ağızdan, heyecanla üç kez; “Yaşasın Cumhuriyet” diye bağırdılar. Türkiye, artık bir Cumhuriyet Devletiydi.
Oylamadan 15 dakika sonra, yani saat 20:45’te, sıra Cumhurbaşkanı seçimlerine gelmişti. Seçim adaysız, (milletvekilleri istedikleri isme oy verebilecekti.) ve kapalı oylamayla yapıldı.
Oylama sonuçlandığında 158 kağıttan da aynı isim çıkmıştı.
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeni Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı olarak yeni rejimin başındaydı.
* * * * * * * * * * *
İşte, 85 yıl önce çekilen sancılı doğum böyle gerçekleşti. Ne mutlu bize ki, Atamız’dan emanet aldığımız hürriyet ve birlik ruhunu hala aynı tatla, şevkle taşımakta ve gelecek kuşaklara aktarmaktayız. Benliğini kaybetmeyen bir ulusun çocukları olarak, acılar çeksek de, zaman zaman gücümüz tükense de bayramlarda coşkuyla sevinmek en büyük hakkımız. Yalnız, mühim olan, Atatürk’ün 85 yıl önceki öngörülerini bugün kavrayıp, kavrayamadığımızdır. Eğer, kavrayamadıysak, vakit, şapkamızı önümüze koyma vaktidir.
Bilmeliyiz ki, Cumhuriyetimizi ve ülkemizi tehdit eden tüm unsurların kökeninde eğitim var. Hoşgörüsüzlüğün, sevgisizliğin, şiddetin, terörün, hemen hepsi ya eğitimsizlikten, ya da eğitim adına yapılan yanlış yönlendirmelerden kaynaklanıyor. Ata’nın emanetini gelecek kuşağa aktarabilmenin temel yolu, hep birlikte eğitime el atmak, onu gözden geçirmektir.
85 yıl önce açık alınla çıkmıştık bu yola.
Şimdi alnımız ne renk, düşünme vakti…