DAĞINIK DÜŞÜNCELERİM
Son zamanlarda düşüncelerim o kadar dağınık ki, her şeyleri unutur oldum. Vücudum da sanki bu dağınıklığa ayak uydurmuşçasına, her sabah, tutulmuş başka bir yerimle uyanmaktan, yattığım yerden kalkamaz oldum.Daha erken,çok erken yaşlanmaya,düşüncelerim yorgun olabilir.Sürekli düşünmek,yaptığım bir şey olmasada bedeni de yorgun düşürmüş olabilir. Aslında çok şey yapıyormuş gibi boş boş etrafta dolanıp durmaktan başka yaptığım bir şey de yok. Ama çok şey var yapmak istediğim, yapamadığım,başlayamadığım,beceremediğim,yapmadığım.Ben neyim,kimim gibi soruları sormayı bırakalı çok olmuştu oysa.Yine mi sormaya başlayacağım acaba, yine mi kendimi bir boşlukta,karanlıkta bulacağım? Çok nedeni var; nedenler nedenleri doğurur ve nedenler nedenlerin içinde boğulur,nedenleri sıralamaya bir başlarsam.İşte bu çıkmaza girmemek için sormuyorum kendi kendime hiçbir şey.
Aslında hayat öyle güzel ki; sabahlar mesela, her şeye rağmen gün karanlığı yavaş yavaş yalayıp yutmuyor mu? Sonra kuşlar, aynı cıvıltılarıyla başlamıyor mu güne? Ve bir çiy damlası düşmüyor mu tomurcuğuna gülün? Biz ne yapıyoruz peki? Sokağa attığımız daha ilk adımda kendi iç kavgamızın yüzümüzdeki maskesini takıp; ne günü,ne gülü,ne de yüzü görüyoruz.Kör oluyoruz sanki, kör.Oysa bahçedeki gülün ne suçu var açma çabasından başka,günün ne suçu var doğmasından başka,ve yüzün ne suçu var bakılmayacak kadar.Varsın açmasın gül,kokmasın etrafına.Doğmasın güneş,aydınlatmasın.Ve bütün yüzler senin yüzün gibi olsun.İster misin?
Kafamda gidip gelen karmaşık düşüncelerden bir tanesi ise, “sen” ve” ben” denen bu iki tür arasındaki aşılmaz uzaklık mesela.Çok yazıldı, çok çizildi, çok söylendi de yine de kimseler aşamadı bu uzaklığı.Kimi zaman yollar uzadı,uzayan bu yolların sonunda çıkmaz sokaklar çıktı karşımıza,kimi zaman da karşımıza çıkan engellerden aşmaya çalışırken kurmaya çalıştığımız köprüler daha ilk ayağında yıkılıverdi.Aynı dili konuştuk,aynı suyu içtik ama nedense birbirimizi şu üç günlük dediğimiz dünyamıza sığdıramadık bir türlü.Sevmedik mi,yürek çarpıntısı olamadık mı,sevilmedik mi yoksa; ne sevmek ne sevilmek, sevginin anlamını mı bilemedik biz?
Katışık geçmiş zaman çağrışımlarından kurtulamamış, kopuk bir film şeridi gibi, bir başlayıp bir biten düşüncelerim, selin tam ortasında kalmış küçücük bir karınca misali, oradan oraya savuruyordu benliğimi. Son zamanlarda yaşadığım ve kontrollerde bile bir şey çıkmayan baş dönmelerimin sebebi bu mu olsa gerek diye de düşünüyorum bazen. Beni bu kadar sendeletecek, derinden etkileyen düşünceler; hiçbir zaman benim olmayan ve sokakta yanımdan hızla geçip giderken arkasından bakakaldığım iki tekerli mavi bisiklet mi yoksa, siyah önlük içinde, ürkmüş, küçücük bir yüreğin canını acıtarak bir adamın, saçını sıfıra vururken sokaktaki çocukların alaylı gülüşmeleri mi benliğim de kalan.
Düşüncelerim kadar, odam da dağınık, odamda düşüncelerim, dağınık. Her tarafta karalanmış, buruşturulup atılmış kağıtlar, yazmayan- tükenmez- kalemler ve bir zamanlar bembeyaz sayfaları olan defterler. Defterlerin içinde ise şiir karalamaları. Karalayıp karalayıp bıraktığım aşklarım,hiç yaşayamadığım hayatım ve hayallerim.Ne ararsan var karalanmış,kararmış,eksik,bitmemiş.
28.10.2008 iSKENDERUN
Yaşar Kara