Erzincan da ölüm sessizliği
Zamanın ne denli yoksun kaldığını sezdiriyor sokaklar, boş gökyüzleri, dolambaçlı meyhaneler ve insana dair tüm düşlediklerim hepsi yavan kalıyor bakışlarımda. Taze gelinliklerin taze bakışları gibi taşıyorum kendime ait olmayan ümitlerimi. Kimsenin oluşumuna dair bir beklentisi yok, kimse sonradan ölmüyor bu şehirde ve düşler hep yalnız kalıyor bahar mevsimi gibi… Hazin yollar, salıncak bakışlılar, sosyalizmi bir ekmek kavgası sanıp dövüşenler ve kirveler, aslında hepsi aynı soluktalar zaman ve selamsız. Bir yer vardı kaderi tanımlarken görmüştüm; öyle ayıptı ki onu görmek dahi öyle ayıptı ki anlatılmaz. Kaderi tanımlarken görmüştüm onu ve kendi ayıplığımızı. Erzincan da bir ikindi mevsimi, Erzincan da bir soğuk sürgünlük, beş ölümsüz vakitlilik… Erzincan da sen vardın. Namlusu avuçlarında titreyen ne de çok bey hani vardı bu şehirde. Erzincan da yetim bir yalnızlık vuruyordu soğuğa inat sol yanımı. Bir şubat ayıydı arkandan gelmiştim, dünyayı inançlarımla kurtarmak umuduyla gelmiştim; ama eskimsi bir atmosfer çarpıyordu yüreğime öyle çaresizce tıpkı eski dünyalarımdaki gibiydim bu şehirde gariptim, söver gibiydim ve yaşar gibiydim bir yanı hep mahzun… Kendine ait olmayan ümitler ve yeni yeni anlamlar biriktiriyordum felçleşirken bu yarım kimlikli dünya da. Sen vardın, annem vardı bir de Erzincan ve şubatın buz kesmiş kavrukluğu… Kızıldı her şey, kızıldı tarih ve yeşermeyen otlar tüm her şey kızıldı bu yerde bu an. Şimdiyse göğün çelişkili soğuğuna rağmen 3000m yükseklikten düşürülüyordum. Bu yerde, bu şehirde, bu şehrin soğuğuna doğru. Her üzgün anım gibiydi bu an; bir intihar komandosunun yere serpilişi gibi seyrediyordum kendimi, düşüyordum ne tuhaf; düşerken ölüyordum, kendime acıyordum bir an böyle mi olmalıydı diye… Bakışlarım, dürtülerim, yoksunluklarım hepsi orda bırakılıyordu bana sorulmadan, oysa bilinmez -- miydi onların bana aitlikleri… erzincandaydım ve erzincan da ölüyordum öldürtülerek, bedenim benden çıkıyordu çamur gibiydi, iğrençti gidiyordu.
;ama ben kavuşmanın, şerrin, ölümün, ölmek kavramının ne demek olduğunu biliyordum… Helbest şafaklar gibi aydınlıktı bakışlarım. İçinde sen vardın, içinde annem vardı.
Dünyayı takıyordum geriye kalanlar, geriye bıraktıklarım onlar diyordum, çok gerginler, çok süvari ve çok anlatılmazlardı diyordum ölümüme…
…gülüyordu
…hepsi bu
…anlamlı ya da anlamsız ne fark ederdi ki, şimdi tüm kavramlar bana aitti. Tanrı dahi bir tek bana aitti, ölen öldürülen tüm herkes gibi bana aitti o.
Şubat/2008
Muğla
YORUMLAR
çok güçlü duygular
anlayabiliyorum duyguyu hikaye ye ve zaman da önemli değil
ölümle çok boğuştum 1700 metre yerin altında
kayalar bina gibiydi ve çökerken gök gürültüsüne eş
ses çıkarırdı
işte o günlerde tüm kavramların içi yeniden dolmuştu
sözlüğüme
sevgimle
kardanadam tarafından 12/4/2008 5:57:01 PM zamanında düzenlenmiştir.