KAÇKARLAR - ANILAR
KDRK - DAĞ ŞENLİĞİ (12-16 Ağustos-2002)
Rize’nin Atatürk heykeline bırakılan çelenk, sel felaketinde ölenler için saygı duruşu ve İstiklal marşını takiben yapılan konuşmalar...
İste böyle başladı Kaçkar Dağcılık Rafting Kulubü´nün Dağ şenliği.
Seksen kişi kadardık, minibüslerle Yukarı Kavron´a hareket ettik. Sırt çantalarımızın hepsi bir kamyon ile yola çıkmıştı bile. Türkiye’nin değişik bölgelerinden katılımcılar ile yolculuğa başladık.
Fırtına deresinin kenarından taş köprüleri ve güzel manzaraları, hayranlıkla seyrederek dağın içine yüksek tepelere doğru yolculugumuz devam etti.
Son alışverişimizi yapmak için Çamlıhemşin’de mola verildi, sonra tekrar yolumuza devam ettik. Meşhur "Ayder" yaylalarından geçerken, o güzellikleri keşke birkaç kare fotograf çekebilseydik dedim durdum...
Etraf büyüleyici bir güzellikteydi, doğada yeşilin bu kadarını hayatımda ilk kez görüyordum...
"Aşağı Kavron" birkaç yayla evinden oluşuyordu, bir de yolun kenarında tahta tabelasını gördük. Buradan yukarıya doğru yol daha da dikleşiyordu ama etraf çok güzeldi. Yeşilillikler içinde yolumuz kıvrıla kıvrıla devam etti...
Yolun sonu "Yukarı Kavron" bayağı büyük bir yaylaydı.
Taştan yapılmış evlerin arasından akan Kavron deresi ve yukarlara doğru baktığımızda Kaçkar’ların o muhteşem manzarası...
Biz gelmeden sırt çantalarımız oraya ulaşmıştı bile. Bir de ikram edilen Karadeniz pidesinden birkaç lokma, mis gibi geldi...
Çantalarımızı son kez gözden geçirdikden sonra, Kaçkarlar’ın sivri tepelerine doğru birer ikişer yavaş yavaş yola koyulduk.
Yeni tanışdığımız arkadaşlar ile hemen kaynaştık.
"Öpücem öpücem dedim sana..." Athena’dan bu şarkıyı hep beraber yol boyu söyledik durduk! Tabii ki ardından kahkahlarla...
Hele o Yılmaz’ın kavununu, hep beraber, büyük bir dayanışma göstererek kamp bölgemize ulaştırmamız çok güzeldi...Hep şamata oldu yol boyunca.
Bizim önden gidenler ile aramızda bayağı bir mesafe oluşmuştu ama biz rahattık.
Espiriler yaparak, dinlenerek, zevkini çıkara çıkara yürüyorduk...
Gerçi istesek de sporcu ve dağcı kardeşlerimiz ile yürüyemezdik zaten.
Gerilerdeydik epeyce ama bizim yolda beraber olduğumuz arkadaşları bırakmamız da söz konusu değildi. Bazen Didem’i , Monika’yı ve Yılmaz’ı görüyordum, bizde de yorgunluk belirtileri vardı tabii ki ama onlar berbat dökülüyorlardı, lakin birbirimizi bırakmadık...
Neticede, bizden saatler önce kamp bölgesine ulaşanlar çadırlarını kurmuş ve aşağılara doğru bizi karşılamaya geliyorlardı. Bir Rize´li genç bana koşarak geldi "Abi yardıma ihtiyacınız var mı?" diye sordu, ben de "sağol kardeşim sen asağıdaki arkadaşlara yardım et" dedim. Ben çantamı kampa kadar kendim taşımak istedim. Oğlum Taha da yardım etmek isteyince, onu da aşağıya gönderdim. Nihayet kamp bölgesindeydik, bizim dört saatte başardığımız bu etabı, ilk gelen gurup iki buçuk saatte başarmış.Tabii ki bunlar profesyonel dağcılardan oluşan gruptu...
Hemen çadırlarımızı kurduk, eşyalarımızı yerleştirdik ve sıcak çorbamızı içtikten sonra da çadırlarımızda dinlenmeye başladık. Dışarıda karanlık çökünce bayağı soğuk başlamıştı ve tabii bu yorgunluk üzerine, erkenden uyku tulumlarına gömüldük.
Gece bir ara Mezovit Deresi´nin gürül gürül akışı beni uyandırdı ve bu Kaçkarlar’da kaldığımız dört gece hep böyle oldu, uykumu bölse de, gecenin o sessizliğinde hep mutlu oldum...
Mezovit çayırı (Öküz Yatağı), gerçekten öküzlerin bulunduğu bir vadi...Sahiplerince karlar eriyince dağa bırakıldığını öğrendik. Dağın dibinde Kaçkar’ların muhteşem güzelliklerinin yaşandığı, büyük buzul ve çevresinin şahane manzaraları beni büyülüyordu. Buraları hep hayal ederdim. Hep resimlerine bakardım. Şimdi yanımda abim, oğlum ve sevgi dolu böyle güzel insanların oluşturduğu bir gurupla birlikte burada olmak, beni çok mutlu ediyordu.
Bizler o gün, ikinci başkanımız, Emin kardesimizin rehberliginde otuz kişilik bir gurupla göller bölgesine gidecektik. Kahvaltı sonrası kamp bölgesinden ayrıldık. Fazla zorlu olmayan bir güzergah olsa da, biz yine de dönüşte bayağı zorlandık ama yine de fevkalade güzel bir gündü.
O yol boyunca, hep sıcak sohbetler etmek, yeni insanlarla tanışmak çok güzeldi. Bir de, birine bir laf atsam hemen bir güzellik yaşıyordum. Çok nitelikli insanlardı. Sade, gösterişten uzak ve komplekssiz, kimsenin öyle kimseye farklı, ayrıcalıklı davrandığı yoktu. Yüzleri hep gülen, hayat dolu insanlardı. Bu kadar güzel insanın bir araya gelmesi, olacak şey değil diyordum. Biraz da dağlarda insanın kendini mutlu hissetmesinden kaynaklanıyordu bu sevinç…
Didem’in çiçeklerden taç yapıp başına takması çok hoş olmuştu. Simsiyah saçlarında o papatyalar çok güzel görünüyordu. Biz ona o gün “Dağdaki Kraliçe“ demistik. Bir de Didem çok güzel gülüyordu, hayat dolu, çok güzel bir genc kızdı. Daha çok oğlumla el ele bir kardeş gibiydiler, hiç ayrılmadılar o gün.
O Akşam toplanıp abimle birlikte Erkin Koray`dan, Cem Karaca`dan, Barış Manço´dan çok güzel şarkılar söyledik, diğer grup arkadaşlarıyla birlikte, çok güzeldi… Hele o bizim Rizeli kardeşimiz İbrahimin de bize katılması benim hoşuma gitmisti. Rizeli dağcı arkadaşların hep beraber oynadıkları horon hepimizde hayranlık uyandırdı…
Üçüncü gün de yine hava, diğer günler olduğu gibi çok güzeldi…Güneş yakıyordu, gökyüzü pırıl pırıldı... Dağa doğru bir grup oluşturduk, öyle belirlediğimiz bir hedefimiz yoktu…
Yanımızda yönetimden rehberde yoktu. Sonra bir ara abim ve oğlumdan ayrıldık onlar bizim gittiğimiz yöne değil de buzula doğru gidiyorlardı, biz de küçük bir gurupla rakımın üç bin beş yüz civarında olduğu bir zirveye doğru gidiyorduk. "Ben Erzurum Palandöken’den" diye kendini tanıtan Aysegül ile birlikte uzun uzun sohbetler ettim. Kamera çekimleri yaptık. Vadileri dolduran sis mükemmel manzaralar oluştururken Kaçkarlar´ın üzerinde kara bulutlar oluşmaya başladı ve biz hızlı bir şekilde kampa yöneldiğimizde, ilk kez yağmur çiselemeye başladı.
Kampa geldiğimizde yine hepimiz toplanmıştık. Herkes sevinç dolu o günü anlatıyordu. Abim Hüsniye’ye hayran olmuş " Ya bu Hüsniye dağ keçisi gibi tırmanıyor" diyordu. Hüsniye de "Yaaa bana dağ keçisi diyor" şeklinde şikayet ediyordu ve gülüşüyorduk. Dağın derinliklerinde kaybolduğumuzu anlatıyordum ben de. Masallardaki gibi dağda kaybolmak istemişimdir hep. Bir sisin içinden başka bir diyara geçivermek isterdim.
Akşam yemeğinden sonra yağmur başladı herkes çadırdayken birden "TAK TUK", dolu atıştırmaya başladı ve yirmi dakika kadar aralıksız devam etti. Kafamızı çadırlardan dışarı çıkarıp bakamadık bile, dışarı çıktığımızda her yer bembeyaz olmuş şahane bir manzara vardı.
Herkes dışarıdaydı. Gök gürlemesi, Şimsek çakışları ve Yıldırımların düşüşü vahşi bir manzara oluşturuyordu... Gök yarılıyor sanmıştım , kulakları sağır eden şimşek çakışları çok müthişti... Bu, dağdaki günlerimizde en muhteşem anlardan biriydi.
Tam o anda Antalya (Todoks) gurubundan Hicran hanım ile yaptığımız sohbet beni çok etkilemişti. Hayyam’dan dörtlükler okumuştum kendisine. Benim oğlumu çok sevdiğini ve öyle sevimli ve akıllı bir evlat yetiştirdiğim için beni ve eşimi tebrik etmişti o sohbetimizde. Bir baba olarak nasıl da gururlanmıştım…O akşam yine bir çadırda toplanıp Erkin Koray’dan aşk şarkıları söyledik. Gençler beni bırakmıyordu bir türlü.
Dördüncü gün sisle başladı ve bütün gün herkes birbiri ile sohbet ederek çadırlarda geçirdi.
Son gün, yani beşinci gün, sabah kalktığımızda erkenden dönüş için hazırlıklar başladı.
Çadırlarımızı söküp çantalarımızı toplayıp Yukarı Kavrona doğru inişe başladık.
Hafif sisli ve puslu bir hava hakimdi. Biz yine yol boyu fotoğraf çeke çeke Kavron’a ulaştık. Daha sonra yine minibüslerle Rize’ye doğru yola çıktık. O güzellikleri arkamızda bırakarak rahat bir yolculuk sonrası Rize´ye geldik .
Artık veda zamanıydı, arkadaşlar ile inşallah başka zaman bir daha, deyip ayrıldık. Grup arkadaşlarımızdan bazılarıyla o akşam Rize’de gezdik, o gecede öyle geçti.
Ertesi gün sabah herkes memleketine doğru dönüş için hazırlıklara başlamıştı. Bu gezide samimi olduğumuz arkadaşlardan ayrılırken, çok duygusal anlar yaşadık, sarılıp sarılıp ağlaştık ve Kaçkarlar´a, Rize´ye hayran bir şekilde oradan ayrıldık...Daha sonra yorucu bir otobüs yolculuğu sonrası Bursa’ya vardık...
Orada yaşadığımız bu güzelliklerden çok etkilendik, hiç aklımızdan çıkmayacak ve hep yine oraya gitmek isteyeceğiz. Bu sanıyorum herkes için aynıydı... Sevda gibi, aşk gibi yüreğimizde kaldı. O güzel insanları...O içtigimiz suları... O çiçekleri... Mükemmel havasını.. Manzaraları.... O yüce dağları hiç unutmuyacağız...
Yine geleceğiz Kaçkarlar ...Yine geleceğiz...
......
.....
Varlık yokluk derdini şu kafandan sil
Bırak densizliği de, kendini bil
Gerin derin şöyle bir nefes al
Kaç nefes alacağın varya belli değil // Hayyam
...
Fikret Şimşek
YORUMLAR
Bir gün o dağlara çıkıp ben de papatyalardan başıma taç yapacağım..
Nefesim titredi okurken, ya o zirvedeki bir "zerre' de ben olsaydım?
Tutar mıydı Kaçkarlar beni düşmeyim diye?
Uzanırken sahramın kıyılarına dağ rüzgârları savurdu hayâllerimi..
Offf mu çektireceksin yine bana Fikret Abim..
Sevgimle uzaklardaki dost yürek..
üfffffffffff ya ne güzeldi....
açıkcası imrendim kıskandım
ve ah keşke bende görebilsem o güzellikleri dedim..
bir tabiat güzelliği hece hece bu kadar mı güzel resmedilir..
hayran kaldım bu yazıya...
şiiradaşım şiir kadar yazıda hele de böylesi anı yazısında
ne kadar başarılı olduğunun belgesi bu yazı..
tebriklerim öyle çok ki saygımla...
her zaman gezi yazıları bana ayrı bir tat vermiştir... bir çırpıda okuudm ve haz duydum ...
bu nasıl aşktır ki o kadar kısıyı etkısı altına alıyor ve aynı yürekle carpmasına sebeb oluyor ...
sizlerle 5 günü birebir yaşamış gibiyim...
siz hep yazmaya devam edin bizlerle paylasın ki bizlerde gitmiş kadar olalım...
sizi yürekten kutluyorum hem yüreğinizdeki ateş ve coşku için hemde anlatımınızdan dolayı ... su gibiydi...