- 563 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BEYAZA GERİ
Keskin beyaz akıyor boyanın şavkı yüzüme. Ne yeknesak, ne de pis, katı bir gerçeklik sunumunda kireç beyazı. Birkaç saniye sürüyor nerede olduğumu bilmek. Gözlerim yine evime çevrikti. Sabah olmadan yola çıkmanın karabasansal sonuçları beyazın ardında kaldı yeniden.
Altı hımbıl geçişli gün halının altına süpürdü kalan izleri. Bugün Cuma. İş sonrası erkek arkadaşıma gideceğim. 22.00 gibi. Daha erken gelme der. Kapısı birkaç kez duvar olduğundan acelemi bastırırım televizyonun karşısındaki divana.
Televizyon kanallarında tam takımı obez Amerikan komedi dizilerinin birinden diğerine zap yaparken umduğumdan daha hızlı ilerliyor vakit. Gitme uyarıları dizilerin arasına sıkıcı reklam kuşakları gibi sokuluyor bazen. O yolu kullanmayın. Başka ev bulun. Yeni hayat yanı başınızda. Şimdi alın sonra ödeyin. Annenizin yemek teklifini kabul edin. Kafamı başka yerlere veriyorum. Telefonum hiç çalmadı bugün. Dün annem, iki haftalık aralıklarla adet edindiği şekilde, ev telefonumdan beni aramış. Telefonumun son arayanlar listesinde gördüm. Sesimi duyuyor ve hayatta olduğumu bilmek yetiyor şimdilik. Babam aldığım tavra karşı tepkisini arayıp sormamakla veriyor. Yine de annemden benle ilgili haberleri merakla sorduğuna eminim. Onları aramıyorum ama, ne zaman yolum oturdukları semte düşse bisikletimle eski evimin önünden geçerken pencerelerine kısa bir bakış atıyorum. Bu da benim onların hayatta olup olmadıklarını denetleme şeklim.
Erkek arkadaşım telefon etmez. Evimi hiç görmedi. Üstüne bir daha konuşulmamak üzere programımız sabit. Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece kesirleri. Bunları anlatacağım hiç kimsem yok. Yakın çevreden arkadaş edinmedim. Okuldan arkadaşlarla irtibatım devam etmedi. Aslına bakılırsa okul döneminde de sıkı bağlarım olmamıştı. İki senedir bir büroda sekreter olarak çalışıyorum. Patronum telefondaki sesimden çok memnun. Sesim hattaki kişiye donuk titreşimlerle ulaşıyor biliyorum. En ufak heyecan kıpırtısı taşımaması yaptığım işe ve büroya uygun düşüyor. Sesimden memnun olma sebebi bu. Bana söylemiyor. Erkek arkadaşım da ses tonumdan çok hoşlandığını söylerdi bir ara. Yeterince itiraz yüklü olmadığı için herhalde. Son iki haftada bir şeyler değişti ama.
Zap yapmaya devam ediyorum. Evden çıkmama daha on bir dakika var. Birden bir okul filmi zapı dondurdu. Öğretmen çocuklara yeni yıl isteklerini soruyordu. Kahverengi saçlı küçük bir kız ayaktaydı. O ara kameradan dışarda ağaç dallarının ve arabaların üstündeki kar birikintileri gösterildi. Sınıfın penceresinden sınıfa döndük sonra. Yeni yılda bir çocuk ne isteyebilirdi? Çoğunluk play station 3’ten yana tavır sergilemişti. Nereden mi biliyorum? Bir his. Kumandayı televizyona doğrultup başka kanala atlamak isterken birden ayakta beklemekte olan kızın ne isteyeceğini merak ettim. Kız ben bir ağaç ev istiyorum deyince birkaç erkek çocuğunun diğerlerini güldürme çabaları boşa gitti. Öğretmen dahil herkesin yüzünde dalgın ve hülyalı bir bakış belirmişti. Sonunda normale dönüldü ve öğretmen niye diye sordu. ‘Bir grup arkadaşla komşulara hayatlarını dayanılmaz kılmak için toplantılar düzenleyeceğim bir yer değil, sadece kendime ait bir hayal odacığı. Evimizin bahçesinde, yakın bir hayal odası ama asla evin içinde değil.’
Tam televizyonu kapatacağım sırada öğretmenin yüzü bana döndü ve “Randevusuna dakikalar kalmış hanımefendi, siz ne isterdiniz?” dedi. Bütün sınıf bakışlarını bana yöneltmişti. Cevabım uzaktan kumandanın kırmızı düğmesine basmak oldu. Kahverengi saçlı kız benim o yaşlardaki halimin tıpatıp benzeriydi. Masallardakilere benzer upuzun bir ağaç evinin tepesinde oturuyorum zaten. Yıllar önceki dileğim deforme olmuş bir şekilde kabul olmuş durumda. Herkesten yeterince uzak kalabildim istediğim kadar. Tek ilişkim artık ağacın gövdesine keskin baltasını indiren bir genç adam.
•
Vakti geldi. Bisikletle o eve gidiyorum yine. Belki bu defa her şey eskisinden iyi olacak beklentim yüksek bir dağ zirvesi kadar sıcak. Asla gerçekleşmeyeceğe verilmiş randevu. Beklentisizlik bende kronik bir hastalık olmasın? Değil diyen yanım niye sırıtıyor peki? Ağacın gövdesineinen darbe sesleri yüzünden mi?
Beni her zamankinden farklı olarak kapıda karşıladı. Bunu asla yapmazdı. Camdan geldiğimi görmüş olmalıydı. Bir şey söylemedi. Anlamsızca sırıtmaya çabaladı. Yüzümün ve tavırlarımın farklı olduğu çok belli. Onun gözüyle kendimi görememem ne şansızlık. İlk kez endişelendiğini açıkça belli etmekteydi. Geçen haftadan kalan hislerimde yanılmamıştım.
Program yine aynıydı. Hayal yüklü sigaralar hazırdı. Kendimizden geçiş sürecimiz bi hayli hızlı cereyan etti. Bulut gibiydim. Yatakta beni yalnız bırakıp salona çekildiğinde uykuya benzer bir âlemde kaybolup gitmemeye çalışıyordum. Algım yamulmuş zamanı kırpıklıyordu. Çekilen sigara dumanı asit yanıkları gibi pis sarı tavanı damar damar dağlamıştı. Birden dilim üst dudağımın altındaki ince deriyi buldu ve oynamaya başladı. Bunu yapar yapmaz iki hafta önceki acıyı duyumsadım. Dilim aşağı doğru bir içbükey yapıp kenarlarını titreştirerek mükemmel bir RRR sesi çıkardı. Bu mükemmel ses çıkarışa hayret ettiğim esnada burnuma keskin bir erkek parfümü kokusu doldu. Burun deliklerimi tıkadım. Nüfuzu damarlarımı çatlatacak gibi kesifti. Kalbim çarpıntıya uğramış, beynim algımı geri çağırmak işine soyunmuştu. Tozlu raflara şaplat ellerini. Silikleşip ağarma arasında bir konvoy akışı geçirirken içeri birilerinin doluştuğunu fark ettim. Yapıştırıcılar. Üç kişiydiler her zamanki gibi. Sayıları aynı ama tipler değişiyor sürekli. Sesleri deforme görüntülere tezat uzak bir yerlerden çağıldıyor gibiydi.
Eflatun rengi bisikletime atladım. Gün ağarmamıştı henüz. 50 metre ötedeki yabancılara dil eğitimi hizmeti veren kamu binasından sola dönmüştüm ki ellerinde mor balonlarla bir grup önümü kesti. Sarhoş oldukları her hallerinden belliydi ve el hareketleriyle tacizlerinden ağlayarak yalvararak kendimi boşuna kurtarmaya çabalıyordum. Bir yer evinin bahçesine sürüklemeye başladılar beni. Zifiri karanlık bir köşede fısıltıların birbirine girdiğini o anda yalvarmaların tükenip, sesimin kimseye erişmeden söndüğünü farkettim. İki ayrı el bacaklarımı kımıldamamam için sımsıkı kavramıştı. Oturur vaziyette seçemediğim yüzlerin hayali kımıldanışlarını kifayetsiz takip etmeye çalıştım. Önce sol kulağımın yakınında dairesel bir maddenin yumuşaklığını hissettim sonra o korkunç patlama sesi tüm orta kulağımda dalga dalga titreşirken haykırdım. Bir sağ bir sol olmak üzere sayısız patlama sesi kulağımdan bütün iç organlarıma yayılarak her hücremi titreştirdi. Baygın, diri, uykuda, ölü olma arasında bir vaziyette gibiydim. Tüm patlamalar kesildi sonra. Tecavüzleri tenime değen balonları patlatmaktan ibaretti. Karartılar ağır aksak çekilerek kayboldu.
•
Titreyen bacaklarımın pedalları çevirişi hayal gibi. Bisikletim yolu bilen sütçü atı gibi menzile koşmakta. Aslında iki hafta önce başladı dışarının tekinsizliği. Erkek arkadaşımın karşı koyamadığım teklifine maskaraca dil çıkaran karabasanlar az önce üçüncü sokak festivalini tamamladılar. Artık gücüm yok. Zorluyorum kendimi. Belleğim ise seçici davranıyor. Sadece sokakta yaşadığım normaldışılıkları açıkça anımsamama izin veriyor. O evde olanlarsa buzlu camın ardındaki karaltılar sonatı. Beraberliğimizin ilk senesinde ekseriyetle hafta sonları, hatta bazen perşembeden itibaren erkek arkadaşımda kalırdım. Her şeyin sıradan gittiği zamanlardı. Yedinci ayımızdan sonra kalmalar haftada bir güne geriledi. Son iki haftadır ise ziyaretçiler başladı. Obunlar bizim haftanın bir gününü sürdürebilmemiz için gerekli yapıştırıcılar diyor hep. Yapıştırmazlarsa koparız diyor. Kopmaya hazır değilim. Değildim yani. Dayanırım diyordum. Dönüş yolu organizeleri dayanmama müsade etmiyor.
İki hafta önceki ilk sokak organizesi sersemleticiydi. Gecenin son yapıştırıcısı benden çözülünce erkek arkadaşımın evinden sokağa fırlamıştım. Bisikleti hayal gibi sürüyordum. Önümü aniden kesen resmi kılıklılar bisikletimin hem ön hem arka lambalarının vazifelerini yapmadığını söylediler. Trafik lambalarının sadece sarı renge kitlendiği bir saat. Bunun kolaylıkla mazur görülebileceğine onları ikna etmeye çalışırken, bir yandan da gece yarısı böyle bir kontrolün tuhaflığına şaşmaktaydım.Adamların polis kıyafetlerinden çok fosfor sarı bantlar taşıyan elbiseler giymiş olmaları da ayrı bir garabet losyonuydu. Bisikletten inmemi söyleyip, köşedeki duvara sırtımı yasladıklarında, onları kendilerine resmi bir kılıf uyduran, fakat aslında öyle olmayan sokak serserileri oldukları korkusuna kapılmıştım. Beni rahat bırakmalarını söylediğimde kel olan iricesi avurtlarımı parmaklarıyla içeri doğru bastırdı. Dişlerimetime batıp acıdan bir çığlık koyuverene kadar buna devam etti. Daha sonra bir diğeri üst dudağımı burnuma değdirerek alt ince deriyi baş parmağıyla zedeledi. Acıdan seğiren vücudumu bir diğeri dizlerimden yakalayarak sabitleştirmeye çalıştı. Anlamadığım bir şekilde RRR söyletmesi yapıyorlardı. Kel olanı ‘’HaaRRRlem, RRRotterdam…’’diyerek aynı kelimeleri üç hece miktarı uzunluğunda telaffuz etmemi istiyordu. Üst dudağımdan gelen zonklamalar ve mana veremememin duraksatmasıyla bir an bocaladım. Avurtlarımda tekrar hissettiğim güçlü parmakların eziciliğiyle kendime gelerek ‘’HaaRRRlem, RRRotterdam… ‘’kelimelerini dilimde döndürmeye çalıştım. RRR söyletmeleriyle bu işten sıyrılamayacağıma ve adamların bir tür manyak olduğuna inanmaya başlarken elimi ayağımı koyverip gitmeme izin verdiler.
Geçen hafta cumayı cumartesiye bağlayan gece ise sokak kumpası daha değişik kurulmuştu. Erkek arkadaşımdan çıkıp bildiğim o yolları geçerken çok tenha bir dönemece girdim. Sokak lambaları yanıyordu, ama tek tük geçen vasıtaların dışında kimsecikler yoktu. Birden nereden çıktıklarını hâlâ kestiremediğim üçkişi yolumu kesti.Bisikletten çekerek yolun kenarındaki dikenli dalların altına sürüklediler. Yardım çığlıklarımın ortalığı ayağa kaldırmış olmalıydı, ama soğuk tarafından soğurulmuştu sanki. Sesim kelek bir filmin arızalı alt yazısı gibiydi. Sessiz çığlıklar koparıveriyordum sanki. Hareket etmemi engelleyen ellerin temasını hissetmiyordum, ama kıpırdayamaz duruma getirilmiştim.Sonra yüzü bana yakın olan uzun siyah saçlısı burnumu bir estetik uzmanı gibi yukarı diklemeye çalıştı. Tozlanmış bir rafın tozlarını nefesiyle üfürmek ister gibi burun deliklerime nefesini var gücüyle bıraktı. Damarlarım basınçtan korkunç şekilde etkilenmişti. Burun kanatlarım neredeyse bir euro çapına ulaştı. Sonra yukarıya ittirdiği parmağını bir an olsun bırakmayarak cebinden ucunda sivri pompası olan kristal bir şişe çıkardı, şişenin ucunu burun deliklerime oturtarak keskin bir parfüm kümülüsünü önce birine, sonra diğerine sıktı. Bundan sonra genzime acı sular akmış, yüz kaslarım dakikalar boyu seğirip durmuştu. Bütün bunlar beş dakika içinde olup bitmiş, adamlar daha sorda beni o dikenli dalların altında bırakarak gitmişlerdi.
Şimdi oturma odamın tanıdık beyaz kireç tavanına bakarak düşünüyorum. Az önce üçüncüsü kurulan organize beni yeterince öznesi olamadığım bu ilişkiden ayılmama sebep oldu. Taşan son damla. Bir daha o eve gitmeyeceğim. Yalnız yaşadığımı, ailemle kontağımın donuk olduğunu biliyor. Bu nedenle bir intikam karşılığı ummaz. Eğer kalbi tamamen taşlaşmış değilse, utancın şokunu taşıyamadığımı bilecektir. Umudu daha uzun dayanmamdı. Beni kapıda karşılaması bu nedendendi. Üç balta vuruşuyla beni her şeye ırak tutan gövdeyi kesti attı.
Sokaktaki özel organizeler. Onlar olmasa gelecek cuma akşamı yine o evin zilini çalacaktım. Beyazı geri kazandım yeniden..
Ezgi Gürçay 2007