- 2790 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Başka Devrin Çocukluğu
Çocukluğun en güzel taşrada, köylerde,kasabalarda yaşanabileceğine inanırım.Ve eski zamanlarda yaşanan çocukluklar eşsizdir benim gözümde.Tek katlı, iki odalı, banyosuz,tuvaleti bahçede, çatısız, toprak damlı evler…Taş döşemeli dar sokaklarda yan yana dizilmiş büyük,küçük bahçeleri alçak duvarlarla çevrili, sıcak, sevimli, huzur dolu taş ve topraktan yapılmış evler…Mahalle çeşmelerinden güğümlerle,testilerle, iki yanında teneke asılı sopalarla,bakraçlarla su taşıyan insanlar…Ellerinde küçük helkelerle anne-babalarına yardım eden çocuklar…Toprak damlarını loğ yuvarlayarak sağlamlaştıran, su sızdıran çatılarda kiremit aktararak onaran babalar…Aşık, misket ya da çelik-çomak oynayan oğlanlar; sek sek, beştaş, kırktaş ya da kapı önlerinde evcilik oynayan kız çocukları…
Dışarda hayat vardı.Evlerde yapılacak işler bitince, yemek yeme dışında nadiren oturulurdu. Televizyonsuz günlerdi ve bu büyük bir nimetti gerçekten.İnsanlar arası ilişkiler sıkıydı bu yüzden.Komşuluklar,sohbetler,oyunlar için bol bol zamanımız vardı.Bireyselliğe yer yoktu hayatımızda.büyüklerimizin bizi dinleyecek, bize rehberlik edecek, masallar, öyküler anlatacak zamanları çalınmamıştı henüz.Herkes her şeyin parçası olabiliyordu. Ve biz çocuklar da bundan nasibimizi alıyorduk.
Bizler şanslı çocuklardık.Hayatı yaşarak öğrenen, her şeyden oyun çıkarabilen çocuklardık.
Oyuncaklarımızı kendimiz yapardık, oyunlar yaratırdık.Yapay oyuncaklar yoktu hayatımızda. Televizyon esir almamıştı çocukluğumuzu. Duvarlar arasına sıkışmamıştı büyümek. Teknolojik tek eğlencemiz radyolardı. Onun dışındaki eğlencelerimizi kendimiz yaratırdık. Ve en önemlisi, yalnız değildik,yalnızlıklarla büyümedik şimdiki çocuklar gibi.
Tüm dünya, doğa, sokaklar bizimdi, oyunlarımızın parçasıydı. Hayata çocuk gözlerle bakarak yaşamak, keşfetmek, büyümek ayrıcalığını tattık. Meraklıydık, heyecanlıydık ve dolu dolu yaşıyorduk çocukluğumuzu. Her şey bizim oyun aracımız olabiliyordu. Can sıkıntısı nedir bilmiyorduk, buna vaktimiz olmuyordu çünkü.Söz gelimi, kibrit kutularına telden tekerlekler yapıp,tekerlek aralarını telle bağlayıp tren yapardık.Bu trenlerle istediğimiz her yere hayali yolculuklar yapar,keyiflenirdik. Telefon da yoktu hayatımızda ama A.Graham Bell’in telefonu nasıl icat ettiğini okumuş ve aynı keşfi biz de denemeye çalışmıştık.
Barış içinde,birbirimizi kırmadan,incitmeden,kavgasız gürültüsüz,bencillikten uzak ve mutluyduk.Dünyadaki çirkinlikler, kötülükler bize ulaşamıyordu. Mutlu ve temiz dünyamızı bozamıyordu. Herşeye inanacak kadar da saftık. Gökkuşağının altından geçebilirsek cisiyetimizin değişeceğini söylemişti biri ve biz buna inanıp bitkin düşünceye kadar kovalamıştık gökkuşağını. Ama o aynı yerinde duruyordu kıpırdamadan. Güneşi batarken kovalardık bazen, batmasını engellemek için. Çünkü o gidince evlerimize dönmek zorundaydık. İzin verseler gece de oynamaya devam edecektik ama ne yazıkki, akşam karanlık bastırınca annelerimizin çağıran seslerine itaat etmek zorundaydık. Bazen tolerans gösterirler ve bizler de yıldızların altında daha bir keyifle oynamaya devam ederdik. Gece dışarda oynarsak gökten kül yağacağını söylerlerdi, biz de kül yağacak mı diye bakardık gökyüzüne ama yıldızların göz kırpmalarıyla neşelenir, omuz silkerdik söylenene.
Hayata dair ne varsa yaşayarak tanıma, öğrenme ayrıcalığını tatmak büyük zenginlik ve bu şekilde büyümüş olmaktı bizi şanslı kılan. Ve bunun için para gerekmiyordu. Mutlu olmak, oynamak,eğlenmek, öğrenmek için para gerekmiyor olması da bir zenginlikti, şanstı.
Düşünün, kırlarda dolaşırken sizden ürken tavşanlar hızla kaçıp, yuvalarına saklanıyorlar ve siz ilk kez bir tavşanı, nasıl hızlı koştuğunu, ve yuvasını görüyorsunuz çocukken. Soframıza sıcak ekmeklerin nasıl geldiğini yaşayarak öğreniyorsunuz. Buğdayların toprağa ekilişine tanıklık ediyorsunuz.Topraktan çıkan taze başakların sararıp, olgunlaşmasına, biçilip,saptan-samandan ayrılışına… Bu arada, samanların samanlık önlerine yığılıp bırakılmasını fırsat bilen biz çocukların damdan saman yığınlarının üzerine kendimizi bırakışı bile doyumsuz bir keyifti.
Buğdayların yıkanıp, kaynatılması da ayrı bir heyecan, keyifti biz çocuklar için. Kaynatılan buğday artık bulgur olmuştur ve kilimlere serilir, kurumaya bırakılır. Taze ve sıcakken avuç avuç bulgur yemek, gece de büyüklerle birlikte bulgurun başını beklemek, kilimlere uzanıp yıldızların altında uyumak sabırsızlıkla beklediğimiz bir olaydı. Sonra kuruyan bulgur mahalle meydanlarına kurulu dibeklerde tokmaklarla dövülürdü. Bulgur soframıza geldiğinde bize yabancı değildi artık. Yapılışına tanıklık ettiğimiz sıcacık bir dostumuzdu. Bahçelerden kendi ellerimizle topladığımız madımakla pişirildiğinde ise yemesine doyum olmuyordu.
Düşünüyorum da, bizim ne tarlamız, ne bahçemiz ne de kendimize ait evimiz vardı. Babamın memur olması ve oradan oraya tayin olup, kira evlerinde dolaşmamız tüm bu yaşadıklarımıza engel değildi. Onlar gittikleri yerlerde komşuların,mahallenin, oradaki yaşamın bir parçası olmayı başarıyorlardı ve bu en çok da biz çocuklarına yarıyordu.Anne ve babama bu anlamda da çok şey borçlu olduğuma inanıyorum.Bizi dört duvar arasında yaşamaya mahkum etmedikleri, hayatı yaşayarak öğrenmemize izin verdikleri için minnettarım.
Şimdiki çocukların çok şanslı olduğunu düşünürüz çoğu zaman. Her şeye sahipler, her istedikleri yapılıyor,hazıra konuyorlar,odalar dolusu oyuncakları var ve yine de yeni oyuncaklara boğuluyorlar. Elektironik ihtiyaçlar olarak ortaya çıkan cep telefonu, bilgisayar, internet vs. ler bile çocukların oyuncağı oldular. Kısaca her şeye sahip görünüyorlar. Sevgiyle büyüyorlar,aşırı kollanıyor, gözetiliyorlar.Fakat yine de doyumsuzlar ve asla yetinmeyi bilmiyorlar. Hep birşeylerin eksikliğini duyuyorlar ve bunu bir türlü dolduramıyorlar. Her şeyden çabucak sıkılıyorlar ve yeniler hızla eskiyip gözden çıkarılıyorlar. Bolluk içerisinde fakat dört duvar arasına hapsolmuş çocukluklar.Apartman dairelerinde sınırlı büyümeler…
Bu şekilde büyüyen çocukların şanslı olduklarını sanmıyorum.
Çocuklara sesleniyorum,onları yetiştiren anne-babalara ve yarının anne-babaları olacak gençlere: Çocuklarınızı doğal ortamlardan uzak tutmayın, yapay ve hazır oyuncaklara boğmayın.Televizyon,cep telefonu, bilgisayar,internet esirleri yapmayın. Modern hapishanelerimiz olan apartman dairelerinin dışına çıkarın.Onların çocukluklarını yaşamadan öldürmeyin.
Ayşe Eren
_________________
ateşe düşen kelebek
YORUMLAR
"Çocuklara sesleniyorum,onları yetiştiren anne-babalara ve yarının anne-babaları olacak gençlere: Çocuklarınızı doğal ortamlardan uzak tutmayın, yapay ve hazır oyuncaklara boğmayın.Televizyon,cep telefonu, bilgisayar,internet esirleri yapmayın. Modern hapishanelerimiz olan apartman dairelerinin dışına çıkarın.Onların çocukluklarını yaşamadan öldürmeyin."
Gerçek tespitler ve Hormonlu hayatan sitemsel, çok güzel bir yazı okudum, gözlerim pempede zorlansada çok beğenerek okudum sizi yürekten kutladım.
Selam ve saygılarımla