ACI DİYALOGLAR
Adam acılı gözlerle bakıp sordu
— Dönecek misin?
Bu sorunun cevabı yoktu, cevap verilse bile her iki tarafı da üzecekti.. Her ikisi de biliyordu ki bunun karşılığı kocaman bir “Hayır’dı” ve söylemek çok zor, duymak bir başka zordu! .. Fakat daha da zoru bu soruların bir türlü cevaplanamamasıydı! ..
Cevap vermek bir yana gözlerine bile bakamıyordu kadın.. Göz göze geldiklerinde adam zaten anlayacaktı, gözleri yalan söylemeyi beceremiyordu.. Kadının istediği de buydu aslında! .... Cevap vermek yerine, adamın bunu kendi kendine anlamasını sağlamak! .. Böylece daha az acı(!) çekeceğini düşünüyordu kadın, tabii ki kendi adına! ..
-“Ben; sen değilim! ....” dedi kadın
Şaşırdı adam! .. Tabii ki sen “ben” değilsin! .. Hem neden olasın ki? “Ben seni ‘ben’ olduğun için değil ‘sen’ olduğun için sevdim” dedi mırıldanarak! ..
Sonra düşündü adam! .. Bunun ne anlama geldiğini çözmeye çalıştı..
Evet ben neydim ki “o” benim gibi olamıyordu? ? Seviyordum demek ki o sevmiyordu, cesurdum demek ki “o” korkaktı, ben “her şey” diyordum demek ki onun dediği “hiçbir şey’di” Her şey zıddıyla bilinir, bir kuraldır bu! ..
Bende olanların zıt’ları onda idi demek ki! .. “Sen istediğini harcayabilirsin ama benim herhangi bir şeyi feda etmemi bekleme” demek istiyordu belli ki! ..
-“Seni seviyorum…. Ama! ...” diye mırıldandı kadın
Cümlenin tüm muhteviyatı, maneviyatı, gücü, esrarı ve tılsımı, sonuna gelen “ama” kelimesiyle tepe takla gitti! ... Hiç söylenmemiş ve sevgi” ifade edilmemiş” oldu bir anda…Sırtında “menfi” sonuçlar barındıran her şey söylenmiş oldu.. Sırtlan gibi saldırdı adamın yüreğine, kurtçuklar gibi kemirdi her bir hücresini.. Yutkunmaya çalıştı adam…. Yutkunamadı! .
-“Peki, ben ne olacağım? ” dedi adam, gözleri yaşarmıştı
İrkildi kadın! ... Evet, ne olacaktı? “Kal” diyordu sol yanı ama beyni bırakmıyordu..Cendere sıktıkça daha çok sıkıyor ve daha fazla acı veriyordu.. “Ne olacağım? ” diyen bu aşk dolu sevgi dolu soru nasıl cevaplanacaktı? Bu soruda diğerleri gibi cevaplanmadan boşluğa mı bırakılacaktı? Dizlerinin titrediğini hissetti kadın, tüm gücünü topladı, eliyle gözlerini sildi ve dönüp gitti, dönmeyeceğini biliyordu! .... Bu gidişin dönüşü olmayacağını “biri” daha biliyordu! ...
“Benim bir suçum yok ki” diye düşündü kadın! ..
Oysa “sebep olmak” gibi bir sorumluluğu vardı…Kabullenemiyordu bunu.. Ardında bıraktığı enkaz onun eseriydi… Onca gözyaşı kendisi için akmış, bir ömür ona adanıp tüketilmişti.. Dişlerini sıkıp iyice gerildi, sonra yayından boşanan ok gibi boşaldı ve hıçkırıklara boğuldu… Gitmenin kalmaktan daha zor olduğunu düşündü, ardında kalanın ne halde olduğunu bilmeden! ...
***
Yıllar öncesine döndü adam…..
Göz yaşları arasında yolcu ettiğinde bunun böyle olacağını ve bu yolun dönüşünün asla mümkün olmayacağını hissetmişti.. Yüreğinde ki şiddetli deprem, sevgi ve sabırla inşa ettiği ne varsa paramparça etmiş, yarına dair bütün umutları, derin bir nefes çektiği sigarasının ucunda ki kül gibi yok olup gitmişti.. Kendine söylediği “yalanlar” ve boşa kurduğu hayaller de gidenle birlikte terk etmişti adamı! ... El sallayamadan, doyasıya vedalaşamadan, sarılamadan tükenmişti! ...
Kadın ve adamın birbirinden ayrı uçlarını birleştiren bir başka gerçek ise “aşk” denilen muammaydı.. Onun derinlikleri veya doruklarında ki yaşanmamış veya bir başka deyişle yaşanamamış her şey! ..
Adam “sevdanın nefs-e galip gelişinin” misali, kadın ise yüreğinde ki korkuya sevgiyi boğduran çaresizliğin örneğiydi. Aşka açılan iki ayrı pencereden bakıyorlardı dünya’ya, iki ayrı ruhsal depresyon yaşanıyordu her iki yürekte.. Zıtlıkların vals-i idi bu! ..
Ve her nasılsa birbirinden kopuk bu iki duygu “aşk” oluyor ya da böyle isimlendiriliyordu.
“Ezel” ve “ebet” arasında yaşanan gel-git’ler, ezelin doğurduğu “dostluk” ve ebedin takipçisi “sevda” idi.. Fakat biri diğerini boğacak ve kanını akıtacaktı..
Ama kimin kanı? Hangisi daha güçlü ve hangisi feda edilebilir?
Ayarı yüksek ve daha değerli olan hangisi, dostluk mu sevda mı?
Dost olan neleri feda edebilir ve nelerden vazgeçebilirdi sevdalı?
Birinden alıp diğerine yüklemek ne kadar doğru?
Dostluktan sevdaya geçiş her nasılsa mümkün peki sevdadan dostluğa nasıl rücu edilir ki? .... Bukalemun bile böyle bir mizanda renk değiştiremez ve böyle bir manasızlığa adapte olamazdı! ..
Çok mu zordu sevdalının dostluğu? Ya dost bildiğinin sevdası? ............. Asıl cehennem; “ o nar, o dayanılmaz nefes” bu değil miydi? ! .....
Ortası yoktu olamazdı da.. Kabullenmek imkansız hatta düşünce ötesiydi.. Oysa aranan çözüm müydü yoksa labirentin içinde tamamen kaybolmak mı?
Sevdaya cesareti olamayanla “ sevdadan yoksun olarak dostluğa dönüşü mümkün olmayan” iki çaresizin veya bir başka deyişle “ötekinin” ve “ötekileştirdiği” diğerinin çapraz kıskacıydı bu! ... Sevdalar dostluğu zaten ihtiva ederdi de, dostluk sevdayı nasıl taşıyacaktı?
Kadın: DOST SEVDALANMAZ demekteydi,
Adam; SEVDA ENGEL TANIMAZ deyip diretiyordu! ....
Ve işte “Kadın” gidiyor, ardında birini bırakıyordu! .... Tıpkı hazan mevsiminde kaderini esecek rüzgara bırakan sarı yapraklar gibi! ... Tıpkı rahmet bulutlarını bekleyen çorak topraklar gibi ve tıpkı çocuksuz bir ananın boş kucağı gibi! ...
Yanakları ıslak da olsa gidiyordu işte.. O; bu sevdanın savcısı, hakimi ve celladı, ardında bıraktığı ise, mahkumuydu! ... O darağacını kurmuş diğeri ilmeği boynuna geçiriyordu…
Giden “geri dönecek ve iskemleyi tekmeleyecekti”
Birilerinin bilerek ya da arkasına sığındıkları “bilmeden” mazeretiyle yekdiğerine verdiği amansız acıların, bitmeyen azabın hatta belki de hayatlarında ki en büyük cehennem ateşlerini yaşattıkları bir vaka olmasına rağmen yine de kendilerini haklı çıkarmak adına ne yazık ki söyleyecek sözleri vardır! ...
O sözler ki ölümden acı, o sözler ki kurşunlardan yakıcıdır. Hiçbir yükü ve varsa suçu üstlerine almaksızın, film seyreden seyirci heyecanıyla yaşadıkları ve acımadan yaşattıkları bilinmezler yumağıdır bu! ....
’O’ şen ve şakrak kahkahalar için de hayatlarının en güzel(!) zaman dilimlerini yaşarken, ne yazık ki diğeri ateşleri durmaksızın harlanan cehennem ateşleri içinde ve sürekli akan gözyaşları arasında gecelerin duvarlarını yumruklayarak harap olmuştur..
Ve sadece ama sadece merak ettikleri için sorarlar; NEDEN? ....
Çünkü “NASIL? ” demeye varmaz dilleri,,,, Çünkü “nasıl” dediklerinde alacakları cevap değildir istedikleri….. Şüpheleri vardır hep, sorgulayan, araştıran, acaba’larla dolu bir yığın soru! .. Daha da kötüsü bilinçaltında sormaya cesaret ettikleri asıl korkunç soru;
“Benden intikam mı almak istiyor? ”
Zaman denen mefhumun bütün anlamını yitirdiği hatta zamanın donduğu anlardır bunlar! ..
Hangi kelime hangi sözcük bu anları anlatmaya kifayet edebilir?
Hangi yürek visal ateşiyle yanarken aldığı bu darbeyle yıkılmadan ayakta durabilir? Kim böyle bir acıyı yaşatanı affedebilir?
Sürekli suçlayan ile sürekli affetmeye hazır bir insan! ..
Sürekli kaybeden biri ile sürekli seyreden biri, sürekli anlatan ve sadece dinleyen biri! ..
Çözüm ararken çözümsüzlükle yüzleşen bir insan ile, çözümsüzlüğü şiar edinmiş bir korkak! ...
Ama’ların, fakat’ların ardında ki olumsuzluğun içinde nefeslenmekte ısrar eden farika! ..
***
Kadın titrek bir sesle; “ÖLÜMDEN BAHSETME, HOŞLANMIYORUM” dedi! ..
Ölümden korkmak niye? Hoşlanmaman ölümün senden ya da benden uzaklaşmasını sağlar mı?
Senin, ’yaşarken bile öldürdüğün beni’ seyrederken “ölümden hoşlanmıyorum” deme lüksün mü var? Hakkın mı var?
ÖLÜMDEN HOŞLANMAYAN CİNAYET İŞLER Mİ?
Kadın bunları belki binlerce kez dinlemişti aslında… Oysa ilk dinlediğinde ne ise son dinlediğinde’ de oydu işte! .. Tekerrürün bir manası yoktu ve hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.
Israrın faydası olmayacağını söylemek istedi bir çok kere ama ya cesaret edemedi ya da adamın kırılacağını düşünerek vazgeçti! .. Adamı kırmamak isteyen(!) kadın, farkında olmadan, ya da düşünmeden kurduğu bazı sözlerle adamı” paramparça” etmişti ama farkında bile değildi! ..
Adam her sükut-u hayalin üstüne bıkmadan usanmadan yeni umutlar ekmiş, ve tattığı acıları azaba dönüştürüp dayanmaya çalışmıştı.. Kadının da bunu anlamasına imkân yoktu. Zira “AŞK” ikisi için aynı şeyleri anlatmıyordu! ..
Adamın kaybettiği sadece “o kadın” değildi! .. Öyle olsa üstesinden gelebilirdi bir şekilde. Lakin onunla beraber yaşama isteğini, umutlarını, sevinçlerini ve yarınlarını tüketmişti. Artık sevebilmesine imkan yoktu yani bir şekilde “yalnızlığa” mahkum olmuştu zaten! ...
Ve…. Dedi ki adam:
KALEM KIRILDI GÜLÜM, SİLGİNİN GÖZÜ AYDIN
BANA SENSİZDİ ÖLÜM, SANA BENSİZ GÜNAYDIN! ...
***
Kadın gitmişti, adam bitmişti! ....
Adam gönlünden geçeni söyleyememişti ama kendi kendine de olsa mırıldanmalıydı, diyordu ki;
“Seni affetmemeye yeminliyim..
Sana ne dost nede arkadaş olacak yüreğe sahip değilim ben… Sevdiysem sevmişimdir ve benim sevmem geçici değildir..
Sen bir başkasını “taparcasına sevmiş” olmakla beni sevme hakkını zaten zayii etmişsin! .. Belli ki yaralı ve gölgeli bir yüreğe sahiptin. Ne kadar uğraştıysam yaralarını da gölgelerini de silip tamir edemedim.. Ne kadar çabaladıysam sana yetişemedim ve mazeretlerini tüketemedim…
Sana verdikçe gönlümde sevgiye dair ne varsa, ben sevgisiz kaldım ve ne varsa tükettim ardında her bir duygumu..
Sen ardında hissiyatı iliklerine kadar sömürülmüş bir ceset bıraktın ve “suçluluk” duygusundan kurtulmak için çabaladın, asla sevmedin ve yaptığın, yapabildiğin her şeyi “sevdiğin için değil”, sözüm ona “beni mutlu etmek için” yaptın! ...
Sen bana mutluluk veremezsin ki! ... Karmakarışık duygular içindeydin, “acımakla” aklının arasına sıkıştırıp durdun beni..
Şimdi o ölümsüz, o kutsal ve o büyük sevgimi çekip alıyorum senden! ....
Seni çırıl çıplak yaşamaya mahkum ediyorum! ..
Nasıl ki ben sensiz bir sevgiyi asla yaşayamayacaksam, bundan böyle sende “senden geri aldığım sevginin” yitip gitmesiyle hissedeceğin karmaşanın acımasızlığıyla yaşayacaksın! ....
Yok ettiğin bir insana “dost” demek ne kadar ikna edecek seni bilmiyorum, şayet dostluktan anladığın bu ise; sen “dost bile olamadın” demektir! ....
Ve şimdi bir kez daha düşün olur mu! .... "BİZ NEYDİK? ”
***
BEN SEVMİŞSEM SEVMİŞİMDİR, DERT BENİM DERDİM
SENİN İÇİN TEK GÖZYAŞI DÖKERSEM NAMERDİM
***
"Kadir Albayrak"