- 1823 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Çocukluk Bir Düştür Hiç Büyümeyen
( İlk Çocukluk Anıları )
Uzun bir tren yolculuğu…Annemin dediğine göre tam 22 aylık bir kız çocuğuyum. Kalabalık mı kalabalık, gençler ve çocuklar ayakta, tabi ki ben de ayaktayım. İki genç kız duruyor önümde ve bana bakıyorlar. Kızlardan biri bana sevimli ve sıcak bir tonla, “ ne güzel şeysin sen öyle! Ne güzel ayakkabıların var!” diyor. Ben önce ayakkabılarıma bakıyorum ve beğenmelerine şaşırıyorum. Ayakkabılarım sıradan ve siyah çünkü bana göre. Sonra yüzlerine bakıyorum ve anlamaya çalışıyorum samimiyetlerini. Birden karanlıkta kalıyoruz. Tünelden geçiyoruz. Sonradan öğreniyorum ki “Kurtalan Ekspiresi’yle Siirt,Kurtalan’a gidiyormuşuz.
Öncesi ve sonrası gerçekten uzun bir karanlık. Ne tuhaftır ki sadece bu yolculuktan bir sahne kalmış hafızamda. Çocukluğumun hatırladığım ilk ve canlı bir anısı bu. Annemler hep şaşırır nasıl hatırlayabildiğime. Hatrılayabilmek harika bir şey! Kendi çocukluğunu görebilmek, bir video kayıttan izleyebilmek gibi. Çocukluğuna, çocuk duygularına dokunabilmek…
İki buçuk yaşından itibaren anımsadığım sahneler artıyor. Nevşehir’deyiz, kenar bir mahallede, tek katlı, eski tip, beton ve soğuk bir ev. Babam tuvalete gitmiş ve gecikmişti. Merak edip bakmaya gidiyorum ki, tuvaletin çıkışında betonda sessizce yatıyor! Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, “ babaaaa!!!!!!” annem fırlayıp geliyor korkuyla ve telaşla.Bakıyor, dokunuyor ve “ Bayılmış!” diyor endişeyle.Oysa ben öldüğünü sanmıştım ve yüreğimi yakan bir acıyla haykırmıştım. Ölümü nerden biliyordum? Hiç tanık olmamıştım, hiç kayıp yaşamamıştım. Belki de içgüdüseldi tepkim, bilmiyorum. Ama ilk kez minicik yüreğimde korkunç bir acı hissetmiştim. Babam ayılıp kendine geldiğinde acım biraz hafiflemişti. Acıyla, ölüm korkusuyla tanışmıştım böylece.
Hala tebessümle anımsadığım ilk çocukluk anılarımdan birini de yine Nevşehir’de iki buçuk yaşlarındayken deneyimlemiştim. Annem kıpkırmızı bir karpuz kesmiş ve yer sofrası kurmuştu. Soframızda minik bir konuğumuz da vardı: bir,bir buçuk yaşında bir kız çocuğu. Adını bile hatırlıyorum:Ayla. Annem arada bir ona da karpuz yediriyor. Ben kendi başıma yiyorum fakat Ayla’ya da yedirmek istiyorum. Çatalıma kocaman bir parça karpuz geçirip Ayla’ya uzatıyorum, Ayla ağzını açıyor yemek için ama başlıyor ağlamaya. Gözlerinden yaşlar nasıl akıyor…Ben şaşkın şaşkın bakıyorum ve nedenini anlamaya çalışıyorum. Annem onun ağzını ve dilini kontrol ediyor ve “ diline çatal batmış” diyor. Derin bir mahçubiyet yaşadığımı hatırlıyorum. Belki de ilk mahçubiyetimdi bu benim…
Üç yaş öncesi anılarımdan biri de son anlatacağım, bende kalıcı bir iz bırakan olaydı. Sanırım misafirlikteyiz, ya da konuklarımız var. Kalabalık bir ev ortamındayız. Yerde eski tip rengarenk el dokuması bir kilim, duvar diplerinde de yer minderleri var boydan boya. Herkes minderlere oturmuş, kırlentlere yaslanmış, sohbet ediyor. Televizyon yok elbette o yıllarda ve insanlar sık sık ev gezmelerine gidip geliyorlar, ve sadece sohbet ediliyor akşamları. Babam sohbet ederken konuşmasını bırakıp beni ciddi ve sert bir tonla azarlıyor. Ben neden azarlandığımı bile bilmiyorum fakat kendimi yine de affettirmek ve babamı yumuşatmak için, hem ağlamaklı bir suratla hem de öpmeye hazırladığım dudaklarımı uzata uzata babama doğru gidiyorum. Tam babamı öpüp, sarılacakken babam sert bir tavırla beni tersliyor ve ben sessizce ağlayarak geri dönüyorum. İnsanların içinde azarlanmış, onuru, gururu kırılmış, üstelik de reddedilmiştim… o günden sonra , daha önceleri yaptığım gibi azarlandığımda babama sarılıp,öpmek ve affedilmek için bir daha gidemedim. Ta ki, büyüyüp, yetişkin biri oluncaya dek…
Ayşe Eren
Ateşe Düşen Kelebek