- 501 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 07
7-]Her hareket, iyi ya da kötü olsun, yasallaşma desteklenme için kendini, kendisinden önceki tabana temeller. Evren Atatürkçülüğü de bu gerçeğin en şekli ve adeta baskı olarak uygulanan aciziyetidir. Bunları eleştirir olmak, Atatürk’e gönderme ola bilir mi? Üstelik Kenan Evren, Atatürk’ün değil bizim yarattığımız bir vaka olmasına rağmen.
Atatürk referansını kavrayamayanlar, bakın kendine 1950’yi miras sayıp ve bu milatla temelleşenler, süreç içinde, ne hallere düşmedeler. Bunlar zamanca farklı süreci okuyamayan, Terakkiperver Parti tutum ve ardılları değiller mi? Bir zamana dek ve çağdışı kalmış başarısızlık özlemlerini biriktirip, kin ve garez yapmaktalar.
Atatürk’ün bir önemli özelliği de, hiçbir harekete kendisini öğretili olaraktan, bağlamamış olmasıdır. Seçme ayıklama ilkesine uygun, güncel olanı, akıl ve bilim ışığında, kendi sosyolojik halk ve toplum temeline uyguladı. Bu muazzam ve elbette düşünülesi bir şeydi. Evet, toplum ve halk sadece iflas etmiş, zengin bir Osmanlı mirasından mündemiçtir.
Tüm öğretiler, dinler bile kendinden öncekini temelleşerek, reforma ederek veya yenileyerek vücut bulup, kabul edilirliğini sindirtirken, garip değil mi Mustafa Kemal’de bu yoktur. Ortada bir süreç ve sürecin her adımında, başka çalışıcılarla, kendine özgü, kendi pratikliği ve günün dinamiğinden, güncelin siyasi Dünya oluşumuna referanslı bir yapıdır. Şaşılacak şey, değil mi? Ama bu demek değil ki Cumhuriyet bakiye bir Osmanlı gelenek ve yapılaşmasının değişip, ayak basılan dönüşmesi değildi.
Bir an, tüm efe hareketlerini, bir vatanseverlik hareketi kabul edelim. Bu hareket içinde, genel amaç birliği olmayan, çeşitli oluşmalar vardır. Saltanat yasasına kızmışların, çapul ve talan yapanların, yöre egemenlerinden destekli, baskı sindirme uygulayanların; farklı dağa çıkış nedenlerini unutup, hepsi yurt savunması için çıktılar desek. Olay en az iki açıdan, istenilse dahi amaca uygun, düşemeyecektir. Süreç oluşmaların akışı kendi kurallarını yaşayacaktır. Bu kurallar aşağıdadır.
Bu fevri efe hareketlerinin yarattığı potansiyelle düşeceği olağan çelişmeler şunlardı. 1-Kontrolsüz güç, güç değildir, ilkesi gereğince zaman içinde dizginlenemez öznel tavırlarla, amaçtan kaymalar ve birbirine karşı rekabetçi ve egemenci olacak hırsa düşürülmenin, amaç değişmesine kaymaları olmaya başlayacaktır.
2-Bu tip kontrolsüz olabilecek bir potansiyel güç, her tür öznelci olan başka güçlerin kullanımına da daima açık olacaktır. Bu yüzden böylesi bir güç, başka kontrol edilebilirliklerle yıkıcı da, olabilecektir.
3-Bu tür güçler olumlu anlamda kontrollü de olsalar, hedefleri ulus sathına uzanırlıkta, genel değil, çevre ile sınırlı cemiyet oluşlara kayacaktır. Zaten genelci amaca dönük düşünmeyi taşır yapılanmanın ilişkilerini ortaya koyamayacağından bu savı asla taşıyamaz. Böylelikle bu güç de, çevreyi aşamayan bir hareket olaraktan giderekten, çevreye meydan okuma yarışına girecek. Her yolu mubah sayan bir tutum izleyecektirler.
4-Bir süre sonra kazanılan fevri potansiyelle, kendilerini çevreye ihale ile ihracat etmenin, özeni içinde olacaklardır. Kendi tiranlığını ilan edeceklerdir. Nitekim de öyle olmuştur. Ama bu kabildeki efe direnişleri de, Kurtuluş Savaşında, inkârı gayrı kabil, yadsınmaz, unutulmaz bir direniştir. Yürekli, akılcı ve yiğitçe bir var oluştur. Yeter ki, bunun sonuçlarını olumluca ilişkileyişe çevirebilelim. Genelin amacı içinde, özel ilişkindik görev olarakta değerlendirebilmiş olalım. Bu harekette kendisini, genel davanın unsuru olaraktan, bile bilmelidir.
8] Şimdi yukarıdaki ’B- Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe veren, Allah’ı ve dinini, toplumun Müslüman kimliğini kullanan, kuvvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar, hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında insan olarak, düşünen olarak tepki gösteriyorum’ diyen alıntı söz, bu açıklamalar ışığında değerlendirilip aşağıdaki gibi kalıba sokulunca yanılgı oluşları ne kadar anlaşılır olacaktır. Bu söz ortaya konurken, asıl bağlaç nasıl da görmezden gelinmiş.
B- ""Cumhuriyet kuruluncaya kadar, direniş veren efeler, toplumun direniş ruhu kimliğini kullanan kuvvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında, insan olarak, düşünen olarak, tepki gösteriyorum."" Denmesi ne kadar haklı bir söylem olurdu? Bunlar kıt düşünmelerin, sistem yerine olayı tartışanların ifadeleridirler.
Bu en cahil söylemdir. 1000 yıldır halkı ümmetçi yapı içinde tutuluşla, ümmetçi bir mantıki anlama ve anlayışlarlan oluşturduğunuz insanlarınızı ulusal bir davete buyur ederken: insan hakları beyannamesi ile ya da izafiyet teorisi ile veya evren sel ilkelerlen; ulusal birliğe çağıramazdınız. Ümmetçi anlayışa göre mülk, Allah’ındı. Mülkün sahibiyetliği, Allah eli ile padişahındı.
Tehlike altında olan mülkün, tehlike de mi, yoksa tehlikede değil mi, olduğunun kararını da; mülkün savunulmasına ilişkin çağrısını da; din (şeriat, tanrı, tanrı adına halife olan padişah) yapardı. Halka yurt ve mülk sevgisi, bu ümmetçi semboller üzerinde kavrattırılmıştı. Halkta genel olaraktan ancak bu sembollerin çağrısı ile harekete geçiyordu. Halkın direnişe, bu semboller üzerinde çağrılmasından doğal ne olurdu ki o günlerde. Zaten aksi de, muhal olurdu.
Böylesi dinsel imajlı söylemler, halkın deviniş kavramı içinde mündemiç olan, halkı toptan harekete geçiren, anlayışlardan birisi olduğu da açıktır. Böylesi sözler, halkın kendisince inanılmış, belli değerler etrafında, harekete geçer olmasındaki, bu gerçekliği de belirtmektedir.
Bu söylem aynı zamanda da zımnen halkın bir izansızlığını da ortaya koymaktadır! Bu tür söylemi yapanlar bunun farkında mı acaba? Aynı zamanda bu demektir ki halk; ’Cami, Allah, Kuran denilmese idi, hiç davranmayacaklardı! ]Bu insanlar da vatan sevgisi ve vatan savunması fikri yoktu’, gibi çıkarımların denmesi anlamına da gelmektedir.
Osmanlının çöküşü kendi sürecinin kesikli sınırlı son demi içinde oluşla, ömrünü şu veya bu vesile nedenlerle; bizi ikna etmenin tamamlamaları içine giriyordu. Bu bağlamda absürt, uyuşmaz çelişkiler içindeki aydınların, bitmez tükenmez tartışmaları, hararetle sürüyordu.
Osmanlıcılık akımı iflas etmişti. İttihadı islamiye düşüncesi ve uygulaması iflas etmişti. Yeni yükselen değer ulusalcılıktı. Osmanlının da yok edilmesinde, vesileci bir rol oynayan nedenlerden biri de zaten ulusalcılıktı. Sevgili Gazi sosyal alanda bu temde başarılı olmuştu.
Bir süreç, kendi kesikli sürekliliği içinde varsayımsal (totemi) ideolojileriyle örtüşür ve başarılı olur. Söz gelimi Osmanlı devleti de, Mülkü islam; ya da islam ittihadı (birliği) adı altında ideolojize edilmişti.
Etrafı mülkü İslam, diyarı kılma ideolojisi, o günlerin süren ve son demi olacak olan Osmanlı İmparatorluğunun büyüme sürecinde, doğru ve yararlı bir sosyal ideolojiydi. Yani yükselen ve çöken Osmanlı İmparatorluğu, ittihadı islam (islam birliği) genel karekterisliği içindeydi.
Aslında çöken Osmanlı İmparatorluğuyla birlikte ittihadı islam fikri de çökmüştü. Dinler 18. Yüz yıla değin özel alandan çok, devlet ve imparatorlukların bir ideolojisi olacakla çok şiddetli kullanılmıştı. Erkin, hem sindirme hem saydırma totem operasyonlarıydı. Zaten tek tanrılı dinler imparatorluklar dönemiyle ortaya çıkmamış mıydı? Dinler imparatorluk ülküsüdürler.
Hem de bir ideoloji kendisine denk zaman zemin koşullarının kesikli (sınırlı) ve sürekli oluşuyla örtüşme karekterinden ötürü de değişen şart ve koşullar sonunda zorunlu olacakla iflas ederler. Totem düşünce içindekiler de, böylesi bir ittifakı süreçler sonunda iflas edişlerle; kişiler ilahına ve aileler, boylar, soylar ilahına ve inanmasına, dönüşmemişler miydi?
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.