- 1677 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mantar Gezegeni
Uzayın uçsuzluğunda bir sistem diğer sistemlerle şaşılacak benzerliği olan. Ve bir gezegen çok da büyük olmayan yaşayanların gözlerinde büyüttüğü bir yer sadece.
Üzerinde aynı boy ve farklı renklerde mantarlar yaşamakta.
Renklerine göre mantarlar gezegen üzerinde yer edinmişler. Gezegene göz alabildiğince gri renk egemen…
Ben sizlere bu gezegenin parsellenmiş bir yerinde, bir parsel içinde yaşayan mantarlardan bahsedeceğim.
Gökyüzünde gri ve puslu yıldız Ze, her zamanki devinimi ile ilk hareketine yeni başlamıştı.
Gezegende bilinmeyen bir nedenle yaşayan mantarların adları sadece iki sesten oluşmakta… Hatta çevreye verdikleri adlar bile asla iki sesi geçemiyor.
Ze nazlı nazlı yuvarlak gövdesini Ru kayalığından çıkardı. Nemli ve puslu ışınları hemencecik mantar kente düştü. Mantar binalar sanki yaşayan birer canlıydılar. Her zamanki gibi sessiz ve tepisiz davrandılar. Ma kenti deniliyordu buraya. Aynı anı taşıyan ülkenin de başkentiydi.
Mantar Fa’nın diğer mantarlar gibi üç ayağı vardı ki ikisi önde kalanıysa arkadaydı. Bu nedenle bu canlıların denge sorunu hiç olmamıştı. Mantar başları oldukça büyük olduğundan bu yapı onlar için en uygunuydu sanırım. Aralarındaki en belirgin farklılıkta başlarında ortaya çıkıyordu. Kimisinin başı geniş, kimisinin ki dar, kimisininse uzuncaydı. Kolları olan kısa çıkıntıları yanlarındaydı. Yukarıdan aşağıya sıralanmış üçerden altı taneydi bunlar. İlk bakışta karmaşık gibi duran ve başıboş salındığı düşüncesine kapıldığımız bu kollara ait dörder ince uzun parmaklar vardı. Mantar başların tam orta yerinde iri bir göz daha da irice ve yusyuvarlak bir ağız bu canlıları tamamlardı. Çoğalmalarını da bu ağza borçluydular. Yılda bir kez mantar dişilerin ağızları iyice pembeleşir ve sıvılaşır. Keskin ve etkileyici bir kokuda beraberinde yayılır. Komşularda bu hoşnutsuzluğa neden olur. Erkekleri istem dışı huysuzlaşırdı. Dişilerde kendi zamanlarını sabırla ve heyecanla beklerlerdi. Aile kavramı güçlenmiş bu ülkede dişi sırf bu yüzden koku yaymasın diye dışarı bırakılmazdı. Aslında bu doğal durum dişiler de canlılığın çoğalma güdüsü olarak asla algılanmazdı. Eve kapanmanın doğru önerme olduğu düşüncesi egemen olurdu. Erkek ve dişi ağızları uzunca bir süre yapışık kalarak böylece çoğalma birleşimi tamamlanırdı. Dişi iki ay gibi kısa bir süreçte iki ya da üç yeni mantarı, mantar başlarının altındaki torbalarda olgunlaştırır ve düşürürdü. Yaşama yeni merhaba diyen küçük mantarcıkların gelişimi ise oldukça zahmetli ve uzun olurdu. Üç ay kadar anne; ağzında oluşan gri sıvıyı, çocuklarının ağızlarına damlatır. Böylece aralarında akışkan bir bağ meydana gelirdi.
Bu ilkel denilebilecek görünümlerinin dışında mantarlar sosyal canlılardı. Oluşmuş toplumsal kurallar içinde barınırlardı. Yeni yetişen mantarların eğitimleri için dereceli kurumlar oluşturulmuştu.
Fakat ilginç bir şekilde bu topluma yaratıcı büyük Do ’nun öğretileri hakimdi. Oldukça geçmiş bir zamanda kendini yaratıcı Do’ nun elçisi ilan eden Ti. Yaşadığı zaman aralığında Do ile tanışmış ve ondan direktifler almıştı. Bunu da toplumuna aktarmıştı. Bu olay dilden dile en azından bu şekilde geçmişti. Geçişlerde daha bir büyümüş daha bir genleşmişti. Yazılı kurallara dönüşmüştü. Süreç içinde de buna sıkı sıkıya uyulmuştu. Mantar gezegeninde bu elçilerden yenileri türemiş başkaca toplumlar benzer öğretilerle beslenmiş toplumlar birbirlerinden iyice ivme kazanarak ayrışmışlardı. Yaşanılan şimdiki zamandaysa belirgin sınıflar iyice kendilerince yükseltiler ve çukurluklar oluşturmuştu.
Gezegenin bu akıllı canlılarının zihinsel sıçrama yapmaları kaçınılmaz olduğundan teknolojinin devasa büyümesine tanıktılar artık. Sürekli bir birleriyle savaştılar. Güç dengesizliği kullandılar. Kendi benleriyle didiştiler. Egemen oldular. Uzaya kadar o çoklu kollarını uzattılar. Geliştiler geliştiler… İlkel özgül ağırlıklarını bırakamadılar. Gezegenin tüm enerjisini emdiler. Fark edemeseler de çürüyor enerjisini kaybeden gezegenleri. Doğal nem, bu garip yaşam formunun kendi dengesizlikleri yüzünden yitiyor artık. Ki nem mantarın yaşaması için en önemli olguyken. Kendilerini yok ettiklerini göremeyecek kadar bencilce hidrofor gibi çalışmayı sürdürüyorlar.
Ma kentinde derme çatma bir çatının altında yine derme çatma bir grup toplanmıştı.
Aralarında hararetle konuşuyorlardı.
Genç dişi Fa toplumsal kapanmadan ve dişilerin daha çok nasıl toplumdan silindiğini söyleyerek şöyle devam etti:
Evet arkadaşlar görülen o ki, kentimizde ve ülkemizde yaşayan dişiler daha çok çoğalma üzerine programlanmış durumdalar. Do’ nun emriyleymiş. Sokakta gezen dişiler artık daha çok göz ağız mantarı takar oldular. Hatta bunun için eylem bile yapıyorlar. Görmemek konuşmamak adına anlaşılır şey değil.
Daha yaşlıca olan dişi Mi bunda şaşılacak bir durum olmadığını söyledi ve ekledi:
Evet, bu doğru; ancak bunun asıl sorunumuz olamaz. Çünkü ister dişi ister erkek bizler, kırsal da kentlerde öngörülenler üzerine varız. Tüm gezegende garip bir çöküş var. Mantarlar sadece yaşamsal aktivitelerini sürdürüyorlar. Sadece tüketiyorlar. Düşünsel ve toplumsal üretim durdu. Başkaldırı yok. Hak aramak gibi bir çaba da...
Kaç mantar bir araya gelip değerlendirme yapabiliyor. Her mantar için sadece kendisi var. Bizlere sunulan teknolojinin esiri olmuşuz. Başkaca mantarların lüks yaşamlarını izliyoruz. Onların yediklerini, yemediklerini, gezdiklerini, gördüklerini konuşuyor. Onlar için yaşıyor, onlar için düşünüyoruz. Mutlu oluyoruz. Üzülüyoruz. Bunu da tüm gezegen adına yapıyoruz.
Örneğin mantar Me’ nin tüm şaklabanlıklarını Te’ den seyrediyoruz. Gezegenin nemsiz kalan çürüyen mantarları yerine yine o palyaçoyu izliyoruz.
Bu şekilde garip bir toplumsallık oluştu. Alt sınıf bireylerin kendiliklerinden kabul ettikleri üst sınıf için toplanılıp hep birlikte bando ekibi oluşturmuşuz.
Re orta yaşta dalgın bir erkek mantardı. Birazda alaylı bir tavırla konunun yönünü değiştirdi.
Do’ nun, Ce’ si varmış. Ne diyorsunuz buna?
Ve orada mantarlar sonsuz mutlu olacaklarmış.
Aynı yaşlarda erkek Si söze karıştı:
Ce güncesi;
Sadece vücutlarımız hep aynı nemde kaldığı bir alan. Düşünmeyeceksin. Üretmeyeceksin. Gelişmeyeceksin. İtaat edeceksin ama şimdiki gibi. En azından şuan konuşabiliyor, sorgulayabiliyoruz. Entel kahvesi gibi deyip bir de kahkaha patlattı.
Ve ekledi.
Sanırım o zaman gerçek birer mantar olacağız.
Ev sahibesi La yerinden kalktı. Mutfağa giderek. Altı elinde altı sürahiyle geldi ve konuklarına nem servisi yaptı. Sırasıyla hepsine suları başlarından aşağı yavaşça boca etti. Tümü bu hizmetten oldukça memnun hafiften seğirip, mantar hücrelerini nemlendirdiler. Kolları fazla uzun olmadığı için ve ayrıca La’ nın başı da uzunca olduğundan, Si benzer hizmeti getirdiği sürahi ile La’ ya uyguladı. Hep birlikte gülümsediler ve neşe içinde bir kez daha titrediler.
Mi az önceki neminde verdiği enerjiyle ve daha bir güçlü ses tonuyla:
La haklı gezegenimiz ile kurgulan Ce arasında ne fark var? Düşünmeden yalnızca yaşayan irili ufaklı mantarlar. Kendileri için ve arzuları için sımsıkı bağıl yaşıyorlar.
Gün batımı ve gün doğumu arasındaki farkı bile ayırt edemez durumdalar. Toplu intihardan başka bir şey değil bu.
Oysa dedi Fa:
Acılar bile his olmaktan çıkmış şimdi.
Algılarımıza görsellik ve işitsellik dolduruluyor. Depolanıyor. Hangar gibiyiz.
Konuşmalar en yakıcı mantar üzerine. O mantar şurada. Şunu yapmış. Bunu demiş. Ya da yeni bir mantar merkez açılmış. Gençler için yeni oyunlar üretilmiş. Her yaş için ayrı bir oyun ve zevk torbası hazır.
Binlerce yıllık mantar kentlere sürüler halinde sürükleniriz. Geçmiş savaşlar bal gibi sürülür ağızlara ve şimdikiler bu sayede olurlanır. Savaşan sahip olur. Sahiplik benliğin örümcek boğumlu örgüsü değil midir?
Her biri ayrı bir köşede bir kanepenin üzerinde konuşmaları dikkatle izliyor ve yeri geldiğinde söze giriyorlardı. Re’ nin sevgilisi Le’ de altı kolundan dördünü Re’ ye sarmalamış. Yaşamının son deminde kendinden oldukça genç sevgilisini izliyordu. Yaşamı ilk dişiliğini tanımasından kısa bir süre sonra zengin erkek müşterileri memnun etmek üzerine kurulmuş. Gençliğini ve güzelliğini de bu uğurda tüketmişti. Bu işi bıraktığı ya da artık çalışamaz olduğu bir süreçte nemli ve hoş bir akşam vakti Re’ yi tanımış. Geçen günlerde de birazda zaman kollanır bir şekilde aynı yerde oturulup yaşam üzerine uzun uzun konuşmalar gerçekleştirmişlerdi. Bir birlerini daha çok görme isteği de aynı evi paylaşmaya kadar gitmişti. Zaten hazır bulunuşlu duyguları yakınlaşıp sevgili oluvermelerine yetmişti.
Sanatçı Nü son yapıtının nasıl sansürlendiğinden bahsetti. Neymiş efendim dedi. Yaptığım heykelde dişinin ağzındaki ve gözündeki mantarı çıkarmışım.
Si’ nin kızgınlığını çabuk kuruyan mantar bedeninden anlamak hiçte zor olmuyordu. Bu durum ses tonuna da yansıyarak şöyle dedi:
İki sesli bir gezegen burası!
Daha önceki toplumlar en azından köleliğe karşı çıkabilmişler. Şimdilerdeyse kölelik düşüncelere yer etmiş. En kötüsü bu değil mi? Neden üç ya da daha fazla sesi çıkaramaz kullanamayız? Konuşma dilimiz bile özgür değil…
Si’ nin sözü tamamlanamadan, kapı aniden kırılarak açıldı. Zırhlı po’ lar hışımla içeri daldılar. Gözleri hissiz ve acımasızdı. Peşlerinden baş sorgulayıcı Sa girdi. Burada “düşünme suçu” işlendiğini tespit ettiklerini ve uzun zamandır izlendiklerini söyledi. Hoyratça mantarların tüm çalışmaları toplandı. Torbalara dolduruldu. Mühürlendi.
Ağızlarına ve gözlerine mantar kapaklar takılarak bilinmeyen bir yere bir daha bir araya gelemeyecek şekilde götürüldüler.
Mantar Ma Ülkesi yepyeni korku tünelinden geçmekte…
_____________
dışarıdaki