- 999 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
aşk acıdan doğar
Pus. İnsan zihnini felç eden en etkili düşmandır. Zihin en kangren anlarına sürüklenir aniden inen pusla. Pus ise; beklenmedik zamanlarda akla mühür vurup kapatan bir semptomik vakadır. Yani kaos. Zihinde yaşanan kısa gelgitle sebep olan kaos. Böyle bir zamana takılı kalan bir sesti, telefondan duyulan. Çalan telefona öylece bakarken ne yapacağı hakkında en küçük bir fikre sahip olamama hadisesi. Nihayetinde kalkan pusun ve uzun uzadıya çalışın ardından “alo” diyebildi Hakan. Alo; zihninde gerçekleşen kaostan, aniden tutulduğu bilinmezden sıyrılmamın da ilk reaksiyonel tepkimesiydi aslında. Ve bu tepkime karşılıksız kalamazdı. Zira yüksek transmisyonel frekanslar mutlaka geri dönüşümü tetiklerdi. Gelen ses tuhaf bir ses ve efekt tonlamasıyla “aşkım nerdesin” demişti. Kaos , bir karanlık buhrandır ve dehlizden çıkılan ilk gün ışığı nelere gebedir bilinmesi imkansızdır. Hakan, henüz yeni kurtardığı beynini toparlayıp, kimsiniz diyebildi sarf edilen bu abuk sabuk seslenişe. Gelen ses bir kadına aitti, üstelik henüz yirmili yaşlarının baharında bir kadına ait olduğu hayatın hakan’a bir hayat tecrübesiydi. Ve kadın cevapladı ” aşkım sen değimlisin, siz kimsiniz?”. Hakan neler olduğunu anlayacak durumda eğildi, aslında her olasılık zihninde ürüyordu müthiş bir süratle. Gerçekten sevgilisini arayan bir genç kadın olabilirdi bu sesin sahibi, bir oyun neticesinde çıkmış bir seste olabilirdi duyduğu, yada bir yem büyük balığı tutmak için. Bunlar ve daha binlerce türevleri bu tarz olasılık düşüncelerinin. Sonra daha cevap verilmesine bile fırsat tanımadan kapatılan telefonun çalan anormalik sesi tarafından düşünce diyarından sıyrılıp kendini çıkardı. Üstünde durulmasına gerek yoktu. Önemsiz bir hat karmaşası. Zaten telekominikasyon denilen iğreti bir teslimiyet meşalesi değimliydi. Kimin kime ne söylediğinden tutunda, kimin kimlerle görüştüğüne ve hatta bilinmeyen bir numara üzerine dönen dolaplara kadar. Cebinde taşıdığı radyasyon üretme aleti kadar önemsizdi, bu hadisede. Üstünde durmadı ve durup dikildiği yolda bir adım daha atarak ezip geçti. Hayat devam ediyordu ve çıktığı yürüyüşü sonlandırması gerekti.
Tanrı kainatın asma katında oturmuş gök yüzünden sarkıttığı bakışlarla yer yüzünü seyrederken, yanan milyonlarca ışıktan kırmızı olanına takılmış, motoru çalışan arabasında bekliyordu hakan. Beklediği, her şey ve hiç biriydi. Kırmızı yeşile sarının ardından döndüğünde olması muhtemel her şey olacak ve hakan içlerinden, içinden geçenine sırıtacaktı. Yaşam tutmaksızın bırakmıştı onun zihnini. O kadar serbest kalmıştı ki düşünce girdabına yakalanmaktan kaçamadı. Yakalandı, her aldığı solukta, her duyduğu seste ve her gördüğünde yeni bir düşünce helezonunda takılı kaldı. Beynine salıncak kurmuş sallanırken düşünce bahçesinin gizinde, çalan telefon tüm hülyayı silip dünyaya çağırdı. Döndü, bilmediği numara tarafından kurtarılmış ya da istem dışı bırakılmıştı. Telefonu açtı, “alo” dedi. Ve böylece beklide hesaplayamadığı ilk olayı başlatmış oldu bihaber halde.
Alo!
Merhaba, beni hatırladınız mı?
Sevgilisini arayan hatundu , değil mi. Ama ben o değilim,kimsenin sevgilisi değilim.
Baksanıza ben Dilara, sesiniz çok güzel bir elektrik yaydı ruhuma. Aramak tanışmak istedim.
Ben hakan, tamam sanırım tanıdınız aramadığınız sevgilinizi. İyi kalın.
Kadın muhtemel bir sonuçla duyduğu dııt seslerinin şaşkınlığını bir süre sürsede üzerinden atmış ve nasıl bir yaratıkla karşı karşıya olduğunu analiz etmeye çabalıyordu. Bir kadının duygusal zihnindeki analiz ne kadar berrak olabilirse o kadarlık bir olasılıkla. Yollar, yaşamının büyük kısmını yolarda geçirmiş bir adam için, en yakın sırdaş olmuştur. Ve hakan yollara atfen aşklar yaşamış, şiirler akıtmış ve kaldırımları yalayan tozlarla yıkanmıştır. Kadın, aklına bir an kadın geldiğinde, büyük bir olasılıkla içinde büyüme arzusu taşıyan yeniyetme bir yaşam kadını profiline sahip bir hatun fikri doğurdu zihni. Zihni ona her zaman olasılıklar arasındaki en büyük olur değeri taşıyanı sunmuştu. Bu sayede yanılmamış, keşkelere sahip olmamış ve pişmanlıklar ile boğulmamıştır. Yol bir süreliğine son bulup ayağını zemine kondurduğunda, yanındaki boş koltuğa fırlattığı telefonunu almış ve tam bu anda az evvelki kadına dair düşünceler aklını yeniden yalayıp içine sarkmıştı. İnsanın içine kurt düşme hadisesi denilen nöronik olgu zuhur etmişti. Aslında ne kaybederdi ki, dinlese, kadının derdini öğrense ne çıkardı. Yaşam dediğin tadında bırakılmalıydı, üç eksik beş fazla sorgulamak neye yarardı…
Numarayı arayıp kadına ulaştığında, duyduğu seste vazgeçmeden daha çok bir merak, bir heyecan sezinlemişti. Ses doğada yaydığı frekanslarla kimliği ve hisleri ele verir. Nende olmasındı, aldığı etkileşim doğru olmasa yada olsa ne değişirdi. Hakan lügatının en baş döndürücü zehrini enjekte ederken telefonun minik ahizesinden dilara’nın beynine . damarlarında gezinmeye başlayan kelimeler, hakan’a dair karşı konulmaz bir yere neden olsa da kadın mağrur, gururlu ve güçlü kadın profilinden ödün vermiyordu. Hakan onun bu haline içten içe diş biliyor ve o kıl alınmaz burnundaki tüm tüyleri yok etmeye dair keskinleşiyordu. Oysa diğer kadınlar gibi olamazdı Dilara, her ne kadar bu konuda yoğun çaba sarfetsede. Bir kadınla bir şeytan arasındakince çizgiden öteye geçemezdi. O çizgi ise insanın yalnız kendine zararına yol açmaktan öteye geçmezdi. Bu çizgide kalamsı gereken bir yaratıktı o, ve asla sapmamalıydı. Hakan önüne eğildi, kadın hala konuşup, bir şeylerden bahsediyordu ki ahizede hakan konuştu?
Şu an nerdesin?
Levantus’ta.
Bekle geliyorum o halde…
Hakan son cümlesinin ardından telefonu kapadığında kadın buz gibi katılaşmıştı. Sinirleri olabildiğince dengesizleşmiş ve içsel bir kaygıya kapılmıştı. Buda neydi?... nasıl bir sendromdu nabzında atan. Neler oluyordu? Tüm bu karmaşıklık arasında işine devam etmeliydi ve çalışmaya döndü. Çalışırsa unuturdu, meşgul olursa düşüncelerden kurtulurdu. Ve işe devam etti. Çalışıyordu, en azından kaçtığını sanacak kadar çalışmaya çabalıyordu. Ama aklının tuzağından kurtulamıyordu, bu mümkün de değildi. Zira hakan, zehri zihnine kusmuştu ve bundan habersiz kurtulma ümidiyle çırpınıyordu. Hayat devam ederken şu soru onu hiç yalnız bırakmıyordu; “ya gerçekten çıkar gelirse?”. Birkaç gün süren sessizlik buzun çözülmesine yetse de, aklına sahip olan sorulardan kurtulmasına fayda sağlayamamıştı. Bir sabah vakti çalan telefondaki tandık numarayı görünce yüreği yerinden fırlayacak gibi atmaya ve kalbi bedenine sığmayacak süratle kendini terke çabalıyordu. Arayan oydu; hakan.
Nerdesin?
Geldim, aynı atmosferin kustuğu yağmur ıslatıyor şu an ikimizi de, şimdi söyle nerdesin, noktanı bildir.
İnanamıyorum, inanmıyorum. Gerçekten gelmiş olamazsın değil mi? Hayır, hayır şaka yapmıyorsun sen. Delisin gerçekten gelmişsin. Bekle geliyorum.
Telefon kapandığında sahnede iki yüz vardı. Birinde normal bir yaşayışı soluyan hakan. Hissiz, tepkisiz ve umarsız. Diğer yanda ise neye uğradığı ile nasıl bir belaya bulaştığı arasında gel git yaşayan karma karışık bir Dilara. Yaşam adil değil eğer öyle olsaydı dünyada tek bir cins ve tür yaşardı. Kimse kimseyle bir şey paylaşmaya mecbur bırakılmazdı. Dilara patronundan yüksek ökçeli bir izin almak zorundaydı. Hayat zordu,iş kolay bulunmuyordu ve bu güne değin hiç izin almamıştı. Ama ilk denemsini yapma nedeni hepsinden daha garipti, tanımadığı henüz hiç görmediği bir adam için izin istedi. Ve patron kesik gözlü bir bakış sonrasında izni verdi. Tamamdı! Her şey yolundaydı bir tek şey hariç. Korku! Korku insanlar arası semptomik bağın anahtarıydı. O olmazsa ilerlemeler kısa kalır ve kaynaşmalar dengesiz zuhur bulurdu. Ve o tarz bir gerekliliğin yol açmış olması hasletiyle Dilara korkularının sürükleyişinde ona gitti, hakan’a. Henüz durduramamıştı benliğinde yaşadığı heyecanı, vücudundaki titremeye ise ne anlam verebilmişti ne de engel olabilmişti. Sadece gidiyordu. Beyni ile ayakları arasında hiçbir aracı olmaksızın bir iş birliği kurulmuştu ve görev kusursuz icra ediliyordu. Ayakların sürüklediği yolculuk tamda buluşma noktasında son bulduğunda o, yani tanımadığı adamı nasıl bulacağı sorusu gelip aldı canını, kırık kanatlı kalbinin. Doğru ya, en önemli sorun es geçilmişti.lanet olsundu, bu nasıl unutulurdu. Ürkek bir güvercin gibi buluşma yerinde içi içini yerken, sanki onu duymuşçasına hakan telefon açmıştı. Dilara bir şeyleri unutabilirdi. Bu en normal hadiseydi. En az doğmuşun ölmesi kadar normal. Ancak her şey hakan için hiçbir zaman normal olarak kategorize edilmemişti. Hiçbir noktasını atlamadığı bu buluşma ve sonrası süreci tıpkı tasarladığı gibi hayata geçirmeye başlamıştı. Telefon çalıyordu ve ürkek güvercin onu açarken çaresizce etrafı süzüyordu. Nerden bilecekti ki yüreği onu bulacak kadar gelişmiş bir hedef belirleyici olamamıştı hala. Seni görmem için bana üzerindekini söyle dediğinde hakan, buluşma noktasının tam karşısında uzak bir köşeden izliyordu her şeyi. Siyah!. Sadece siyah diyebildi Dilara. Şaşkın ve hatta tutulmuştu. Kalakalmıştı öylece dünyada. Hakan etrafı kısaca gözetlediğinde tek siyahı hemen seçti. O,karşısında mahzun ve çaresizce duruyordu. Gülümsedi. Oysa o karşısında farklı bir yaratık bekliyordu,kibirli, güç enstanteleri süslü bir zihin ve burjuva bir yaşamın nihilisti. Değildi, yanılmamıştı telefondaki sadece çizgiden kaymasına ramak kalan güzel, alımlı bir hatundu. Yirmili yaşların başında, minik ürkek bir güvercin. Usulca adımlayarak kalabalıkta olduğuna aldırmaksızın, duymaması ve ürkmemsi adına sessizce yanaştı. Arkasına kadar sokuldu, saçlarını ve kokusunu duyumsadığı noktada merhaba dedi. Merhaba!
Tüm kötü ruhluların, günah bezeli kalplerin, hatırı kalmamış gönüllerin, yeniyetme hippilerin, fahişe ve fahişeliklerin, kaldırım bekçilerinin kimsesizlerin, zayıfların ve hegemon güçlülerin, pahalıların ve ucuzun, iyinin ve kötünün siyahın ve beyazın adına merhaba! Dilara, hayatının baharında olduğu o andan, uzun ömrünün sonuna değin unutamayacağı bir merhaba ile kutsanmıştı. Dizlerinin bağı çözülmüş, afallamış, kendinden geçmişti. Beklediği hiçbir şey ve beklemediği her şey gerçekleşmişti. Olan olmuş ve hakan’ın gözlerinde kaybolmuştu. Oysa henüz çok taze idi ilk duyduğu kelimeyi hazmedişi, merhaba zihnine henüz ulaşamamıştı. Gözleri her şeyi hayatla tüm bağlarını kesip fırlatmıştı dünyaya. Dünyaya ait olan her şeyi buluşma noktasında bırakıp yürümeye başladıklarında Dilara sadece sürükleniyordu onun peşi sıra. O; beklediği hiç bir şeye benzemiyordu. Asildi ve asaleti yakışıklılığının ve karizmasının bile önündeydi. Bir kafede oturduklarında aldığı birkaç derin nefesle kendine gelmeye başlamıştı Dilara. Hayat tesadüfler doğurmaz, o sadece aklın aciziyetiyle alay geçmek için olaylar sunar ve akıl kendini aklamak için tesadüf yalanına sığınır. Dilara ise sığınmayı bile akıl edemeyecek durumdaydı. Toparlandı, kendine gelmeye çabaladı ve ilk cümlesiyle ortama hakim olan sessizliği gömdü.
Demek gelecek kadar delisin!
Aradığı, üstelik yanlışlıkla aradığı bir adamdan eti duyacak kadar delirmişsen benimkin edelilik diyemesin. Bu adil olmaz değil mi.
Haklısın. Beklide her şey tesadüftür, yada tanrı yazgısal süreci başlatmıştır.
Tanrı! (gülümsedi) o sadece denemelere tabi tutar. Direnmek acı getirir. Acı ise bağımlılık. Boş ver şu an buradayız, o halde şu ana dönelim.
Haklısın sanırım.
Dilara haklısın dediğinde aslında hiç bir şeye anlam verememiş ve öylece açıkta kalmamak için aklına ilk gelen kelimeyle geçiştirmişti. Karşısında duran adamın kim olduğunu bilmeksizin. Oysa bilseydi çaresizliğini ve nasıl bir esarete düştüğünü anlayabilir ve belki bundan kaçabilirdi. Hakan. O ise tüm olayları kendi olasılıksal hesapları neticesinde yönlendirecek kadar profesyonel bir yaşayandı. İlk kelimene son göz yaşına değin her kare hesaplamalar sonucu yaşanıyor, böylece tanrıya pek fazla müdahale şansı verilmiyordu. Gözleriyle eksik kalanı yapıp, Dilara’nın profilini tamamladığında artık karar vermişti. Karşısında büyümeye çalışan bir çocuk vardı. Son sefer diye çıktığı bu savaşta aldığı son kararla kan akıtmayacak ve ona zarar vermeyecekti. Ruhsal bir kanama yaratmayacak ve incitmeyecekti. O kadar masumdu ki karşısında oturan huri. Kadınsı olgunluğu ve çocuksu saflığıyla tam bir huri gibiydi. Hera hala katledilmemiş olsaydı bu birliktelik başlanmasına bile ihtimali olmayan bir hayalden öteye geçemezdi. Tam üç gün. Evet tam üç gün sürmüştü hakan ve Dilara’nın görüşmesi. Bu süreç dilara’yı hakan’ a bağlıyor ve hakan Dilara’nın zihnine müthiş etki dolu bir o kadarda ona faydalı kökler salıyordu. Belki de hiç haberdar olmadığı dünyaya dair duydukları onu hakan’ a daha çok bağlıyordu. Hakan dönme vakti yanaştığında bir kağıda yazdıklarını, Dilara‘nın eline tutuşturdu. Onca güzel dakika, saat ve günün ardından vakit hüzne dayanmıştı Dilara için. O gidiyordu, ömrüne sunulmuş işaret, hayatın sunduğu varlık gidiyordu. Elinden hiç bir şey gelmeyeceğini biliyordu, ağlamanın, yalvarmanın bir işe yaramayacağını o kısa sürede anlamıştı. Sustu! Yapabildiği tek şey buydu ve yaptı. İçin için kanarken ancak susabildi. Oysa bu süreç onu hakan’a adeta bağlamıştı. Anlamsız bir oluşumla gerçekleşen bir bağ kurulmuştu aralarında adeta. Ama hakan iyi biliyordu ki sevda anlamla bağdaştırılamazdı. Hakan kağıdı usulca onun eline sıkıştırdığında dudaklarına masum bir buse kondurdu ve dolunayın aydınlığında ondan uzaklaştı. Karanlığın gücünü dolunayın hakan’ın gidişini aydınlatamamasıyla bir kez daha anlamıştı Dilara. Geriye dönüp evinin yoluna koyulurken kendini daha fazla zorlayamadı ve ağladı. Hıçkıra hıçkıra, elinden en değerli varlığı alınmış bir mağlup gibi. İçindeki acı dinsin diye oldukça çok ağladı. Ancak çok geçmeden anladı ki ağlayarak içindekini dindiremiyordu. Onun ardından düştüğü boşluğu dolduramıyordu. Göz yaşlarını silme anına denk geldiğinde kağıda ilişti gözleri ve bir sokak lambası altındaki bankta oturup okumaya koyuldu yazılanları…
***
(kağıttaki not)
Bu cümle sevmeyi öğrendiğimin ve insanlığa döndüğümün kanıtıdır. Bu cümleyse kendimi yendiğimin, savaşı kazandığımın ve korkularımla yüzleşmeyi kabul ettiğimin kanıtı. Seninle birlikte kanıtı yaşarken bulunamayacak bir suç işleyeceğiz; seveceğiz. Bir hayata el birliği ile son vereceğiz. Ancak korkma! Katil değil, tanık olacaksın bu infazda. Geçmişi pekte iç açıcı olmayan ve doğumuna istekli olmayanın ölümü de öyle kaygan olacak ki ölenin, yani eski benin öldüğüne ölümüyle mutlu olacaksın. Çünkü bu ölümden geriye sevmeyi öğrenmiş bir ben kalacak ve istenene ulaşacaksın. Yani doğal gerçeğe; sevgiye. Buraya kadar ki okuduklarının, zihninde karmaşık esintilere yol açacağını ve anlam verme savaşına girmene neden olacağını biliyorum. Ancak şu açık ki; suç cezbedicidir ve insanları bir birine bağlayan güçlü bir tutkaldır. Nihayetinde seven bir adam ve seven bir kadın yaratacaksa üstelik…
Sana şu kadarını söylemekle başlamayı seçiyorum ki; sen ve ben asla tensel birleşmeyeceğiz. İç içe erimeyecek ve bir birimize kusmayacağız. Aynı yastığa baş koymamız, bir birimize dokunmamız, ruhani hislerle bezenmemiz kaçınılmaz olacak ve biz bu durumla bütünleyeceğiz ilişkimizi. Sen ve ben hayatın ırzına geçemediği iki safi yaşayanı kalacağız. Muhtemel o ki; mutluluğun böylesi seni sarhoş edecek ve bir gün son nokta ihtimalinde asla ayılamayacak, kendini bulamayacaksın. Nedeni ise kısaca şu; seni, yarattığım halinden arta kalan tüm senlerden arındıracağım ve son noktayı koyduğumuzda sen ve benden geriye boşluk kalacak. Doldurulması en zor şey, yani korkuların ve umutsuzlukların anası….
Hala okuyorsan!...
Yaşamın sana sunduğu bir işaretim.içinden geçen düşünce bu ve ben zihnini ele geçirdiğim andan itibaren aldığın her nefesle zihninin kontrol merkezinde olacağım. Beni inkar edeceksin ve hatta tüm söylevlerim sana deli saçması gelecek. Tüm bu hislerle saklanmaya çalışacaksın aklındaki ve içindeki benden. Ama uzun sürmeyecek, anlayacaksın karanlıkta saklanmanın imkansız olduğunu. Hala benimlesin ve kağıdı buruşturup atmadın.( gülümseme repliği) artık yapacak bir şey yok, kalmadı. Zira tamamen etki alanımdasın. Korkma! Hayatın boyunca bulamayacağın bir güvenin etkisi altındasın , yani benim. Şimdi yaslan arkana, derin nefes al. İçini aç ve bak ne var diye. Ben söyleyeyim ben ve güven!. Sana bu satırlarla ispat ediyorum ki; evet zarar görmeyeceksin benden ve bana ben istemedikçe zarar veremeyeceksin.
Gelelim bana. Neden? Nende bunu yazdım? Ve ben kimim? Ben hiçbir şey değilim ve asla her şey olmayacağım. Nasılına gelince… ben bir öngörücüyüm. Zihnimdeki öngörü düzeneği bilgiyle çalışıyor. Bilgi ise, ilk kelime, beden hali ve ilk bakışlardan oluşuyor. Tüm bu verileri olasılık hesaplamalarındaki denklemlerle işliyor zihnim. Böylece sona dair ihtimallere erişiyorum. Ben hastayım, bunu bil. Ben “farkındalık” hastasıyım. Hastalığım ölümcül, bulaşıcı yada benden başkasına zararlı değil. Nedeni ise öngörmem. Sanırım bu kısa açıklamalar sana neden ve nasılı açıklamaya yetmiştir. Seninle sonumuza dair her ihtimal bilgisine sahibim. Ve tüm olasılıklara rağmen her şeyi seninle yaşamayı kabul ettim…
Yazılanlar bitmişti. Dilara’da. O gece dolunay bir kurt değil belki ama yeryüzündeki kutsal bir aşkı doğurmuştu. Sevinebilirdi kendi payına. Dilara sokak lambasının altında gün doğumuna değin okudu. Defalarca okudu, okudukça ağladı, ağladıkça aşık oldu ona. Gün doğdu, hayat devam ediyordu içindeki acıda….