SON MEKTUP
“Her gece aynı rüyayı görmekten bıktım artık” dedi ve yatakta doğruldu. “Hep aynı rüya hep o” diye söylendi kendi kedine, sırtından su gibi terler akıyordu. “Hayırlara gelir inşallah” dedi ve kalktı yataktan banyoya gidip yüzünü yıkadı. Terini alması için kenarları dantelli havlulardan alıp sırtına koymaya çalıştı.
Yolunu doğrultup yatak odasına doğru ilerlerken salonun camından sızan sokak lambasının ışığı birden onu yanına çekti. Anneannesinin özenerek çeyizlik hazırlattığı Fransız güpürü tüllerini eliyle itekleyerek camın kenarındaki berjere oturdu ve ışığın kırılan yansımalarına doğru daldı gitti. Gözleri buğulanmıştı. Ne zaman geceden sabaha doğru ilerleyen saatlerde uykusu kaçsa hiç hayıflanmadan gelip bu koltuğa oturur ve düşüncelere dalardı.
Yıllar ne çabuk geçmişti. Hatırında kalan genç kızlığına ait hep aynı anılardı. Öyle bir hatıratı vardı ki unutamadığı; dile kolay 52 sene geçmişti üzerinden. Ne alımlı ne güzel kızdı. Dört dönerdi erkekler etrafında. Ama o zamanlar farklıydı. İltifatlar, yakaya takılan güller, göz süzmeler, bir pastanede muhallebi ikram etmeler. Kalp çalmak böyle bir şeydi, kapıları ardına kadar açmak istersen mutlaka en derinden işlemeliydin. Gönlünü elleri ile teslim ettiği bir adam vardı hayatında. Aylarca bakışmışlardı. Her an düşünür olmuştu, sabah onunla uyanıyor akşam koynuna hayalini sarıp yatıyordu. Yediği yemekte, okuduğu kitapda, elini uzattığı her şeyde “O” vardı. Nefes gibi muhtaçtı artık. Aniden bir gün Fehmi bey sokağın köşesindeki terzi Orhan ustanın kapısında belirdi. Kapının gümüş kaplamalı sapına aynı anda uzanmışlardı ve elleri değmişti. Zülal hanım çekivermek istedi ama elinin üstünde öyle ağır duruyordu ki Fehmi beyin eli. Kıpırdayacak ve elini çekecek delikanlı diye nasılda korkmuştu, oysaki… Gözlerini önüne eğdi genç kız yanakları al al olmuştu. Delikanlı hiç çekmek istemese de isteksizce kapıyı açıp buyur etti ceylan gözlüyü.
Orhan usta ikisine de şöyle gözlüklerinin altından süzdü ve gülümsedi. Aylardan beri bakışları ile konuşan bu güzel gençler artık ilk temaslarını da yaşamışlardı. O gün eline tutuşturulan leylak kokulu mektup zarfını, avucunun içinde ateş topu gibi yaktığı halde elinden bırakamadı genç kız. Günlerce gözlerden ırak yerlerde buluşmuşlar hep gözleri ile konuşmaya devam etmişlerdi. Öyle kolay da olmuyordu evden çıkıp gelmesi Zülal hanımın. Artık gezmedikleri tepeler, korular, gözden ırak çay bahçeleri kalmamıştı. Yaptıkları, gözlerinden en derinlere dalıp içinden çıkmak istemedikleri masallarını konuşmak ve dudaklarının delicesine birleşmesiydi. Kendilerini alamıyorlardı, hep akılları birbirlerindeydi.
Zülal hanım Fransız okullarında eğitim alan ve hâla öğrenciliği süren saray kökenli bir ailenin gözbebeği büyük kızlarıydı. Fehmi bey ise sırım gibi delikanlı ve Türk musikisine gönlünü vermiş, babası emekli bugünün PTT müdürüydü.
Bir zaman sonra ansızın evlenmeye karar vermişler vermesine ama iki tarafın da aileleri karşı çıkmıştı. Birbirlerine o denli âşık olmuşlardı ki gözleri ailelerini bile görmüyordu. Kızımız bir gün sevgilisine teslim olmuş deliler gibi, aşk ve şehvet dolu saatler yaşamışlardı. Öyle deli saatlerdi ki 52 yıl geçmesine karşın hâla unutamadığı ve hep hayali ile yaşadığı, özlediği erkeğini her gözlerini kapayışında kalbinde buruk bir acı ile anımsıyordu. Dokunuşlarını, nefesini daha birkaç saat önce yaşamış gibiydi. Öpüşlerini ise hiç ama hiç unutamadı, başkası ile evlenmiş olmasına rağmen. “Senden başka kimseyi sevemem” derken dilleri yıllara meydan okurcasına doğruyu söylemişlerdi. Fehmi beyin ayrıldıkları o son gün söyledikleri hala kulaklarından gitmiyordu. “Şimdi sen gidiyorsun ya herkes sana benzeyecek, her şarkı sana yazılmış gibi gelecek, şimdi tüm yollar sana çıkacak, sanki sen buluştuğumuz o parka gelecekmişsin gibi gidemeyeceğim artık oraya. Acıtacak içimi sensizlik.”
Şimdilerde rüyalarına giren işte o adam yıllar önceki sevgilisiydi.
Şimdi bembeyaz tenli bembeyaz saçlıydı Zülal hanım. Zaten onun için pamuk hanım derlerdi kendisine. Yıllar geçmesine rağmen hâla güzel, hâla alımlıydı. Ama yürekciği yaşlanmıştı hem de daha yıllar önce hayatını vermeye hazır olduğu adamdan ayrıldığı o gün. Pamuk gibi elleriyle ud çalardı efkârlandığı geceler. Yıllar önce ormanda hem yürüyüş yaparlar el ele hem de birlikte meşk ederlerdi o güzelim Türk sanat musikisinden en güzel eserleri.
Böylece yıllar geçti, hep soran gözlerle baktı postacıya bana sevdiğim adamdan bir haber var mı diye. Hep umutla bekledi bir haber almayı. Ne eşine bir kusurda bulundu ne de çocuklarına vazifesini eksik yaptı. Herkese çok güzel yansıttı aile yaşantısını. Kocası; ilgili, sevecen ve insan yüreği olan bir erkekti ama kolay değildi silip atması Fehmi beyi. Kendisine son derece anlayışlı olmuştu yıllarca, beklemişti karısının sevmesini.
Fehmi bey ile ayrılırken anlaştıkları gibi her beş yılda bir görüşüp bir kahve ile hoş seda etmeye başladılar. İlk ayrılığın ardından geçen beş yıl sonunda buluştuklarında gözlerine bakamamıştı her iki sevgili de. Şimdilerde mektup gelmiyordu ve buluşmalarına da üç yıl vardı. Merak etmiyor değildi ama elinden gelen bir şey yoktu, Fehmi bey ailesi ile birlikte yurt dışında yaşıyordu.
Hasret nasıl çekilir öyle iyi öğrenmişlerdi ki, özlemleri her geçen dakika büyümekte ve çaresizlik boyunlarını bükmekteydi.
Birden sokaktan geçen sütçünün sesi ile irkildi. Sabah olmuştu. Yine o güzel anları yeniden yeniden yaşamıştı. Ter içindeydi, Fehmi beyin elleri sanki az evvel avuçlarının içindeydi, sıcacık.
Kalktı perdeyi tamamı ile açtı. Ocağa çayı koymak üzere mutfağa ilerledi. Kocası öldüğünden beri hep yalnız başına kahvaltı eder olmuştu. Çocukları da pazar günü ancak kahvaltıya gelebiliyorlardı. Zülal hanım boğazından geçemeyeceğini bile bile bir şeyler yemeğe zorladı kendini. O gün diğerlerinden farklı bir gündü. İçi bir garip heyecanla üzüntü arası bir duygu seline sıkışıp kalmıştı. Nedense boğazına düğümlendi son lokması. Tam kendine çeki düzen verip her sabah gittiği anıları ile dolu o parka gitmek için hazırlanacakken kalbi sıkıştı. Birden kapının zili ile irkildi. “Kimdi ki bu saatte gelen?”. Ayakları yürümedi biran nedensiz. Zorlanarak da olsa kapının kolunu çevirdi. Göz göze geldiği adam aman Allah’ım neler oluyordu. Fehmi bey karşısındaydı yıllar sonra, evine gelmişti O’na gelmişti. Konuşmak istedi sesi çıkmadı, elini uzatmak istedi ama çakılmıştı yerine. Birden fark etti ki kendi yaşlanmıştı ama karşısındaki adam hala eski günlerindeki gibi zıpkın bir delikanlıydı.
Genç adam gözleri dolu dolu elindeki zarfı uzattı ve “bu sizin için, babamın son vasiyetiydi ” dedi.
Z/S-ANKARA