- 1002 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Nasıl Zeytin Yenir (Çocuklar Fidandır)
Yıl 1974, ama aylardan ne o kadar net hatırlamıyorum, yalnız okula gittiğimizi biliyorum. Bayramları hiç sevmezdim. ( hala da sevmem) Bayramlar bana hep acıları yaşatmıştır. Çocukluluk ya da çocuk olmak nedir bilmedik belki de o nedenle sevmedik. Ve yine hiç sevmediğimiz bayramlardan birini yaşıyorduk kardeşim ile birlikte. Kurban bayramı gelmiş yine yüreğimiz hüzünlere bürünmüştü.
Babamı çok geç bulmuş olmamızdan mıdır, neden bilmiyorum? Bizim ile hiç ilgilenmediği için ilişkilerimiz çok soğuktu. Annem bizim her şeyimizdi. Gece olduğunda kardeşim ile beni yatırır, sonra odasına geçer sessizce ağlardı. Biz duyardık hıçkırık seslerini ama onu daha fazla üzmemek için kardeşim ile sarılıp duymazlıktan gelirdik. İki odalı evimizde camın kenarına oturur sokak lambasının ışığında babamın gelişini beklerdi ama babam gelmezdi. İş çıkışında nereye gittiğini, ne yaptığını hiç bilmezdik. Söylemezdi de zaten.
Bayramlarda hep köye gider, büyüklerimizi ziyaret eder, tatil bittiğinde de şehre geri dönerdik. Bu bayram babam köye bir gün sonra gideceğimizi söylemişti. Annem elindeki kısıtlı imkanlar ile bayram hazırlığını yapmış, severek yediğimiz ve bayrama özel olan nokul ları açmış ( Sinop’un özel böreğidir,. Kıymalı, üzümlü, tahinli, cevizli yapılır) bayram sabahında birlikte olabilmenin mutluluğunu yaşatmak istemişti bizlere.
Babam, arife günü öğleden sonra işe gitmediği için eve gelmişti. Yemekten sonra dışarı çıkmak için ayağa kalktı. Annem. “ gitme” diyordu. Babam ise ailece sinemaya gideceğimizi onun için bilet alması gerektiğini anlatıyor ve sinema saatinde bizim sinemanın önünde beklememizi istiyordu. Ama annem babama inanmıyor “ Gitme, gittiğimizde alırız biletleri” diyordu. Ama babam dinlemedi ve kapıdan çıkıp gitti. Kardeşim ile annemin yüzüne baktığımız da, ne kadar çok acı çektiğini görebiliyorduk ama yapabileceğimiz hiç bir şey de yoktu. Bir kaç dakika sonra annem kendine geldiğinde popomuza okşar gibi iki tokat atıp “ hadi babanızın peşine gidin” diyordu.
Kardeşim önde, ben arkada merdivenlerden koşarak indik. (Oturduğumuz ev bahçe içinde idi.) Bahçeye çıktık. Kardeşime “dur” diye bağırıyorum ama o beni duymuyor, babama yetişmek için var gücü ile koşuyordu. Bahçe kapısını açtığı anda onu tutmak için uzandım ama elimden kayıvermişti. Ve yukarıdan hızla gelen araba kardeşimi altına alıvermişti. O anda mahalle ana baba gününe dönmüş, bağırmalar, feryatlar birbirini izliyordu. Ev sahibimiz kardeşimi arabanın altından çekip almış, hemen karşıdaki çeşmeye götürüp, yüzüne soğuk su döküyor, onu hayata döndürmeye çalışıyordu. Birkaç dakika sonrada bir başka araba ile kardeşimi hastaneye götürmüşlerdi...
Ben donup kalmış ne yapmam gerektiğini düşünemiyordum. Bir kaç dakika sonra kendime geldim ve eve doğru koşmaya başladım. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıyor ve aynı anda da anneme “ anne kardeşim gitti” diye bağırıyordum. Annem ise “ gitsin, babası ile gelir şimdi merak etme “ diyordu. Annem mahallede olanları duymamıştı. Mutfakta iş yapıyordu ve mutfak arka tarafta kaldığı için, ön tarafta olan hiç bir olayı göremezdi..
“Anne kardeşim gitti” diyor, başka bir şey söyleyemiyordum. Annem mutfaktan çıkıp yüzüme baktığında başka bir olay olduğunu anlamıştı. Koşarak bahçeye indi ve komşular anneme kardeşimin arabanın altında kaldığını ve hastaneye götürüldüğünü söylüyorlardı.
Annem tam bir şok geçiriyor, çırıl çıplak ayakları ile caddede koşuyor ve ona kimse yetişemiyordu. Annemin caddede deliler gibi koştuğunu gören bir araba durmuş, annemi, beni ve birkaç kişiyi daha arabaya almış ve hastaneye bırakmıştı. Akşam karanlığı iyice çökmüş, insanlar zor seçiliyordu. Annem hem ağlıyor, hem de kardeşimden haber almak için çaba sarf ediyor ama kimse kardeşim hakkında bilgi vermiyordu. Hastane personeli oraya buraya koşturuyor, “durumu çok ağır, beyinciyi çağırın, şunu yapın, bunu halledin” seslerini duyuyorduk. Annemin sesi ise hastaneyi yıkıyordu. Babama, aynı iş yerinde çalışan bir arkadaşı “ hastaneye kadar gel, çok önemli” diyor ama babam “ evden yeni geldim, ne iş olabilir hastanede, köyden birisi gelmiştir, biraz sonra giderim” deyip ağırdan alıyordu.
Bakmış, babam oturduğu masadan kalkmıyor, sonunda ona kazayı söylüyordu. Babam hastane kapısından girdiği anda, annem oturduğu yerden bir kaplan gibi fırlıyor ve babamın yanına ulaşıyor, bütün gücü ile babama tokat atıyor, bir taraftan da “ çocuğuma bir şey olursa seni kendi ellerim ile öldüreceğim” diyordu.
O ana kadar annemin, babama bırakın vurmayı, tek kötü bir söz söylediğini hiç duymamıştım.
Annemin bastığı yerde kan damlaları vardı ve herkes bu kanın ne olduğunu merak ediyor, “ çocuktan mı acaba” diyorlardı. Oysa yerdeki kanlar annemim ayaklarının kanı idi.
Şose yolda çıplak ayakla koştuğu için ayaklarını taşlar kesmiş, o kesiklerin acısını bile duymamıştı annem.
Babam şok içinde, annemin yalnızca yüzüne bakıyor, tek söz söylemiyor ve bir kenara geçiyordu. Kimseye gözlerindeki yaşları göstermek istemiyordu sanki ve duvarın dibine çömüş bir durumda, için için ağlıyordu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, doktorlar dışarı çıkmaya başlamışlardı. Babama dönüp “hiç vakit kaybetmeden Samsun’a yetiştirmeniz gerek. Ambulans yok, özel oto ile gidilecek, buradan sağlık memuru vereceğiz ama acil gidilmesi gerek” diyordu.
Bir Reno araba bulundu ve kardeşime o araba ambulans şeklinde hazırlanıp yola çıktılar. Saat gece yarısını geçmişti. Onlar Samsun’a yol alırken, ben de ev sahibimizin evine yollanıyordum. O gece hiç uyumadık. Ertesi günü okula gitmedim. Babam giderken bizi habersiz bırakmayacağını söylemişti ama iki gün geçmesine rağmen haber alamıyorduk. Köye haber verilmiş, köydekiler şehre gelmişler, hepimiz dört bir yandan kardeşimden haber almanın yollarını arıyor ama her çabamız sonuçsuz kalıyordu.
Üçüncü günün akşamı, babamın iş yerinden bir amca gelip, “kardeşimin yoğun bakımda olduğunu ve hayati tehlikeyi atlatamadığını, ne olacağı hakkında hiç bir fikirleri olmadığı” haberini veriyordu bizlere.
Köyden gelenler birkaç gün sonra köye dönecekler ve ben yine ev sahibimizde kalmaya başlayacaktım. Bir kaç gün olmuştu onlarda kalmaya başlayalı. Bir sabah yine erkenden kalkıp okul kıyafetlerimi giyip, saçımı başımı tarayıp okula gitmek için kapıya yöneldim. Ev sahibimizin sesi ile durdum. “Kahvaltı yapmadan gidemezsin” diyordu ve evdeki diğer çocuklar ile birlikte kahvaltı masasına oturdum. ( ben utandığım için yemek yemiyordum ama onlar zorla yedirmeye çalışıyorlardı, o sabahta öyle olmuştu) bir bardak çay içtim. Bir dilim ekmek elimde, önümdeki zeytin tabağına uzanıp içinden bir tane zeytin alıp ağzıma götürdüm. Ve bir anda bir ses ile tekrar kendime geldim. ( Sen hiç mi terbiye görmedin, zeytin öyle bütün bütün yenmez, ısırarak yiyeceksin, bak böyle gördün mü?) diyor ve zeytini nasıl yemem gerektiğini tarif ediyordu ev sahibimiz. ( Ev sahibimiz aynı zamanda akrabamızdı)
Öylesine utanmıştım ki, ne yapacağımı şaşırdım. Tek kelime bile söylemeden, çayımı içtim ve teşekkür edip sofradan kalktım. Cebimde simit alacak param vardı. Anneannem köye giderken bana haraçlık bırakmıştı. Hızlı adımlarla evden çıktım ve bahçe kapısından koşarak gözden kayboldum. Onların görmeyeceği bir yere girip hıçkıra, hıçkıra ağlıyordum.. Babam ile hiç anlaşamama rağmen onun gelmesi için dua ediyordum.
Okula gittim ve çıkışta fırından ekmek aldım. Çok az bir peynir ve zeytin alıp kendi evime geldim. Karnım çok açtı oturup aldıklarımdan atıştırdım. Kitaplarımı açtım derslerimi yaptım. Evin tozunu aldım ve yine kimsenin görmeyeceği yer olan mutfak tarafına geçip oturmaya başladım.
Kimse beni merak etmiyordu zaten. Gece olmuş ve ben kendi evimizden hiç çıkmamıştım. Kardeşim ile yattığımız divanın altına saklanmış, orada kimse beni bulamaz düşüncesi ile ağlaya ağlaya uykuya kalmıştım. Bir zaman sonra sesler ile uyandım. Sesler bahçeden geliyordu. Bir an babamın sesine benzettim. ( ben size emanet ettim kızımı. Bu saate kadar gelmedi ve siz merak bile etmediniz? Nasıl olur yenge? Nerde kızım, polise haber verdiniz mi? Eve baktınız mı?” diyordu.
Ev sahibimiz ise ( Şimdi gelir diye bekledik o nedenle polise bildirmedik, eve baktık ama evde de yok. Nereye gitti bilmiyoruz. Belki de köye gitmiştir?) Diyordu.
Babamın geldiğinden iyice emin olduktan sonra, sevinçle evin kapısından dışarı çıkıp, koşarak babamın boynuna atlamıştım. Onu görmek beni gerçekten çok mutlu etmişti. ( Hoş geldin babacığım, iyi ki geldin) diyor bu defa sevinçten ağlıyordum.
Babam beni kucakladı. “ nerde idin”
“Kendi evimizdeydim baba, uyuyakalmışım, duymadım sesleri”
Ev sahibimiz bana çok kızmıştı ve nerde ise beni dövecekti. Belki de babam olmasa döverdi de. Babam bir şeyler olduğunu sezinliyor ama ne olduğunu çıkartamıyordu. Bana soruyor ben cevap vermiyordum. Anlatmıyordum babama.
Babam bir kaç gün benim ile kaldı, Samsun’a giderken de babama köyden anneannemi çağırmasını söyledim. “Anneannem gelmezse ev sahiplerinde kalmam, kendi evimizde kalırım” demiştim. Babam anneannemi çağırdı o gelince de Samsun’a kardeşimin yanına gitti. Kardeşim on sekiz gün yoğun bakımda, on bir gün de hastane odasında kalıyor ve sonrasında iyileşerek, annem ile birlikte evimize geri dönüyordu. Ve kumardan başını kaldırmayan babam bir daha tövbe ediyor, iskambil kâğıtlarının yanına bile yaklaşmıyordu.
Annem eve dönmüştü kardeşim ile birlikte ve ben çok mutlu idim. Kardeşim ve annem ile birlikte olmak, bana hayatın en güzel mutluluğunu yaşatıyordu. Annem, ilk günlerde bendeki değişimi sezinleyememiş ama zamanla fark etmişti. O günden sonra artık kimsenin yanında yemek yiyemiyor, elime tabağımı alıp bir başka köşede gözlerden ırak yemek yemeye çalışıyordum. Annem buna bir anlam veremiyor durmadan soruyordu “ ne oldu” diye. Ama ona anlatamıyordum..
Lise bire gelmiş olmama rağmen hala bir kalabalıkta yemek yiyemiyor, yine tek başıma yiyordum. Artık genç kız olmuştum ve bunu atmam gerekiyordu. Annem hala olayı çözememiş, arkadaşlarıma söylüyor onlardan yardım istiyordu.
Bir gün okuldan çıktım eve geldim. Annem “ kızım yarın eski ev sahiplerimiz gelecekmiş oturmaya, biraz bir şeyler hazırlayalım, kek çırpalım, bir de börek yaparız yeter, yardım edersin değil mi? “ dedi.
O an şimşek çaktı beynimde, Şimdi zamanıydı ve artık kendime gelmeli onlara güzel bir ders vermeliydim.
“Anne, yarın hiçbir şey hazırlamayalım tamam mı? Kahvaltı veririz.”
“ Olur mu kızım? Ayıp olur “ diyordu annem.
“ Yalvarırım anneciğim ne olur, eğer beni biraz olsun seviyorsan yapma ve kahvaltı ver, yalvarıyorum sana, yarın öğleden sonra okula gitmeyeceğim. İzin alırım okuldan ve sana yardım ederim”
Annem yalvarmalarıma dayanamadı ve tamam dedi. Ama yine dayanamamış, okula gitmemi fırsat bilmiş ve yine bir şeyler hazırlamıştı. “Öğlen geldiğimde dolapta görmüştüm.” Saat 14.00 e doğru ev sahibimiz, kızı ve aynı mahalleden iki bayan ile kapıdan içeri girdiler. Hoş beş derken, ben mutfakta çayları hazırlamıştım. Annem bana söz verdiği için yaptığı pasta ve böreği çıkartmadan bir siniye ( büyük ve sofra olarak kullanılan yayvan bir tepsi) kahvaltılıkları hazırlamış, Babamın köyden getirdiği tahtalardan yaptığı masayı odanın ortasına çekip, üstüne siniyi koydum.
Gelen misafirler şaşırmışlardı, kahvaltı hazırlanmış siniyi gördüklerinde. Annem biraz utanmıştı ama sonunda ne olacağını da merak ediyordu. “ Kusura bakmayın ne olur, çocuklardan fırsat bulup bir şey hazırlayamadım” diyordu. Çayları doldurdum ve misafirleri masanın etrafına davet ettim. Tabi bende oturdum. Herkes büyük bir iştahla masadakilere uzanmışlar ve nefes alamdan yiyorlardı. Benim gözlerim ise ev sahibimizde idi. Henüz zeytine uzanmamıştı. Aslında korkuyordum “ ya uzanmazsa” diye. Bu düşünceler içinde iken bir anda ev sahibimiz zeytine uzandı, bir tane aldı ve bütün olarak ağzına attı. İkinci zeytini de aynı şekilde ağzına atarken “ yenge ne kadar ayıp, siz hiç aile terbiyesi görmediniz mi, zeytin öyle mi yenir, bakın zeytin böyle ısırarak yenir. Hiç mi görmediniz?”
Masadakiler tam bir şok içindeydiler ve benim ne dediğime bakıyorlardı. İlk şoku annem atlattı “ Ne diyorsun sen, ne bu terbiyesizlik, nasıl öyle konuşuyorsun yengenle” diyerek bana bağırıyordu.
Oturduğum yerden kalktım. Anneme döndüm,
“ Anne, hani sen bana durmadan,” neden kimsenin yanında yemek yemediğimi/yiyemediğimi, bir şey olmuş sana ama neden anlatmıyorsun bilmiyorum” diyordun ya, evet bir şey olmuştu. Kardeşim kaza yaptığında, beni teslim ettiğiniz evde zeytinin nasıl yeneceğini öğrendim. Hem de kimler vardı biliyor musun o kahvaltı masasında? Kızı, oğlu ve yeğenleri hep birlikte sofrada idik. Onlar da zeytini bütün yiyorlardı ama nedense yalnızca bana öğretildi. Neden bu zamana kadar kimsenin yanında yemek yiyemediğimi öğrendin mi şimdi?”
Deyip koşarak odadan çıktım. Yanlış mı yapmıştım yoksa doğru mu bilmiyordum, Belki de hiç yapmamam gereken bir şeydi yaptığım ama ne yapabilirdim ki, kendi önündeki çöpü görmeyenlere bir ders vermem gerekiyordu ve ben de onu yapmıştım, Kendimi bu düşünceler ile doğru yaptığıma inandırmaya çalışıyordum aslında.
Masada oturanların şaşkınlıkları hala geçmemişti ve bardakları ellerinde kala kalmışlardı. Nedenlerini anlamaya çalışıyorlar ya da beni kınıyorlardı. Nasıl bir düşünce içinde olduklarını bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı ben çok rahatlamıştım. Annem şaşkınlığını atmış ama gözlerinden akan yaşlara mani olamamıştı.
“ Bu zaman kadar çok merak etmeme rağmen, tek kelime söylemedi bana ve altı yıldır kimsenin yanında yemek yemedi, yiyemedi. Şimdi anlıyorum ki yaşadığı gerçekten çok ağırmış, Keşke onu size bırakmasaydım.” Diyordu.
Tekrar odadan içeri girdim ve “çaylarınızı tazeleyeyim mi?” alay eder gibi. Ama o çoktan masadan kalmış kızının hazırlanmasını bekliyordu. Diğer konuklar kalkmamış oturuyorlardı. İçlerinden biri “ doldur kızım, çay içelim” dedi. Çayları doldurdum ve annemin yaptığı kek ile böreği de masaya koydum. Bu arada onlar hala hazırlanıyorlardı. Annem “ gitmeyin “ diyordu..
Diğer konuklardan biri “ bak, gördün mü, yanlış bir davranışın, bir insanın hayata bakışını nasıl değiştirmiş. Bence gitmek yerine özür dilemelisin” diyordu.
Ev sahibimiz, “ Gerçekten çok üzgünüm. Yaptığım yanlışın ne olduğunu bu gün çok daha iyi anladım. Bu yaşımda küçücük bir kız bana hayatımın en büyük dersini verdi. Ve ben bu dersten çok fazla utanarak çıkıyorum” dedi ve çıkıp gitti.
Ben ise diğer konuklar ile aynı masada yemeğimi yiyip çayımı içtim. Ve o gün yalnız yemek yememin son günü oldu.
Sevgili dostlar. Bu hikâyeyi niçin anlattım biliyor musunuz? Sizce çok önemsiz olan bir davranış, karşınızdaki kişi için çok çok önemli olabilir. Özellikle de, evinizde konuk ettiğiniz kişi, ister bir çocuk olsun, ister bir yetişkin, hiç bir şekilde rencide etmeye hakkınız olmadığını bilin.
Küçük yaşta yapılan yanlış ya da doğru davranışlar zaman içinde çocuğun gelişiminde çok önemli rol oynamaktadır. Lütfen çocuklarınızı hiç bir şekilde, hiç kimsenin yanında rencide etmeyin, Onlara bir şey söylemek isterseniz, yalnız olduğunuz bir zaman da baş başa verip uyarılarınızı yapın. Yoksa benim çektiğim acıları onlarda çekeceklerdir.
Çocuklar fidandır ve onların nasıl ve ne şekilde büyüyeceğini sizin davranışlarınız belirler. Bu gerçeği sakın unutmayın.
Saygılar
Onurumsun - Türkan DİNÇER
Kendi yaşamımdan, dersler alınması gereken ve bende iz bırakan kısa öyküleri paylaşıyorum sizler ile.
YORUMLAR
Yazardan özür dileyerek kendi başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim . Sanatçı Yasemin Kumral..1967 yılında pendik Lisesi orta kısmında bizim sınıftaydı.Sınıfın iki yoksul çocuğu ben ve rahmetli halis Ünal'ı evlerinde yemeğe davet etmişti.İtalya'dan o yıl dönmüşlerdi ve bize de spagetti ikram ettiler. Biz bir türlü çatalla yemeyi beceremedik.Yasemin ve annesi 'Biz spagettiyi elle yeriz ' deyip yemeye başladılar. Biz de bu sayede spagettiyi elimizle yiyebildik. sanırım öykünüzle bayağı ilgisi var bu olayın..Güzel bir anıyı bu çok güzel öykünüz anımsattı bana.
Saygılar.
Gözlerim dolarak okudum öykünüzü Sevgili Türkan,farkında olmadan bu tip hatalar yapıyoruzdur mutlaka ama asla emanet bir çocuğa değil ancak kendi çocuğumuza.
Benim oğlumda dört yaşındayken bana küsmüştü.Amcamlar vardı evde ve ısrarla uyarmama rağmen yapma dediğimi yapıyordu.Ben de sinirlenip bağırdım.Hızla odadan salondan çıktı ve odaya koştu.Oradaki televizyonu açmış sessizce ve küskün bir ifadeyle oturuyordu,özür dilemek için gittiğimde.Kendisinden neden kızdığımı anlattıktan sonra defalarca özür diledim.Konuşmadı ve en sonunda kapıdan çıkacakken*gururumu kırdın başkalarının yanında *dedi.DAha dört yaşındaydı ve ben düşünememiştim gurur yapacağını.Sarıldım ağlamaya başladım affet ne olur diye yalvararak.DAyanamadı o da ağlayarak bana sarıldı ve sözümü dinlemeyip beni kızdırdığı için özür diledi.Şimdi dokuz yaşında va asla o günden beri hiç toplum içinde kızmadım ve o da beni kızdırmadı.
Ne kadar haklısınız aslında çocuk deyip geçmemek gerektiğinin.Onlar büyüklerden daha anlayışlı oluyor çok zaman.
Saygılarımla...
Cok güzel dile getirmissiniz Türkan Hanim büyük bir begeniyle okudum. Tebrik ediyorum.
akıcı yazınızı hüzünle okudum...Anne yüreği bambaşka....
bütün çocuklar çiçek ve çiçek gibi narindir...duyguları hassas ve çok incedir ruhları...hayal dünyaları ise debi deryadır....
çocuklar bizim geleceğimiz....sizin dediğiniz gibi toplum içinde çocuğu terbiye etmek rencide etmektir....
çok çok güzel bir yazı... beğeni ile okudum...
duyarlı yüreğinizi kutluyorum...
Ah, sevgili Türkân Hanım,
İçim sızlayarak okudum. Ama, çocukları rencide ederek onların küçücük kalplerini kıran insanlara ders verip, yol gösterecek nitelikte, mükemmel yazılmış bir öykü... Sizi ve duyarlı yüreğinizi bir defa daha kutlarım. Sizi tanıdığıma şükrediyorum. Sevgilerle kalın...Selâmlar...Hâlenur Kor