BURUK ANILARDAN...
Toplanmışım, artık gitmeye hazırım… Son defa dönüp evin her köşesine bakmayı geçiriyorum aklımdan. Kendimi zorluyorum daha önceden yaşamadığım hiç bilmediğim bu duygular yüzünden. Elim kapının kulpuna yapışmış “hadi gidiyoruz, yürü ardına bakma “ derken, ayağımda “ olur mu hiç yaşanmış onca anılar var, son defa canlandırmalıyım dimağımda, alıp götüremediğim hiçbir hatıram kalmasın” diye ısrarla yerinden kıpırdamak istemiyor.
Dayanamayıp dönüyorum arkama, çok hızlıca bakıp evimin son haline hemen çıkmak istiyorum ama gözlerim takılıveriyor pencerenin yanındaki berjere. Ben değil miydim saatlerce o koltukta pencereden gelişlerini bekleyen. Gözlerim doluveriyor hemen çeviriyorum başımı sol tarafa doğru ve duvardaki fotoğrafa ilişiyor bakışlarım şimdi de. Ne masum gülüşün var, öyle sıcak ve içten ki sanki şimdi karşımdasın. Turuncu polo tişörtün ne de çok yakışmış. Bu ev sen kokuyor sen. Gözlerimi kapıyorum.
Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum, telefonum çalıyor irkiliyorum. Elimdeki çantaları hemen oracığa bırakıveriyorum. Arayan kim, niye telefon yüzüme kapanıyor şaşırıp kalıyorum. Kimi bekliyordum da böyle birden kalbime bir sancı girivermişti onu da bilmiyorum. Geri gelmeyeceğini bile bile pencereye doğru yürüyorum, bakıyorum yola.
Çok derinlerden Gary Moore’un “Stil got the blues” şarkısı geliyor. Birden çok fena hissediyorum kendimi. Ne çok severdik ikimiz de bu parçayı. Hemen ışıkları söndürür, mumları yakar, müziğe karışırdık. Kollarında dans ederken kendimizden geçerdik. İçim sızladı, şimdi seninle aldığım bu hazzı bana kim verecek. Kim beni uçuracak gecenin içinden yıldızlara, kim besteler yapacak şimdi bana. Gitarın sesi kulaklarımdan çıkmıyor. Şimdiden çok özledim seni, yaşadıklarımızı, her şeyini…
Sessiz bir hayalet gemi uzaklaşıyor zihnimden, gözlerimden akıp derinlere…
Aramızdan ani ayrılışın benim de güneşimi kaybetmem olmuştu. Nasıl derin bir acıydı ölüm, göğsümde karnımda ağrılar oluşmuş, karıncalaşmaya başlamıştı beynim düşünmekten. Allah’ın yarattığını almasına değildi teptim elbet sensiz kalışımaydı. Sanki şu kapıdan giriverecek, sarılıp koklayacak ve saçımı okşayacaktın. Günlerdir sana mektuplar yazıyorum sanki okuyabilecekmişsin gibi. Sevgimi sunmaya çalışmıştım yıllarca ama şimdi neden daha çok öpmedim, okşamadım yanaklarını diye hayıflanıyorum. Çiçeklerle geldiğin günü hatırlıyorum da, çok değil daha on gün önce “ hayatım, sana epeydir çiçek almamıştım daha fazla ertelemedim belki bir daha fırsatım olmayacak gibi bir his girdi içime ve arabanın yönünü değiştirip sana bu nergisleri aldım” demiştin. İçine doğmuş sanki…
Sen ölmüşken hayatta olmanın ne demek olduğunu, nasıl acı verdiğini nereden bileceksin ki. Niye ben senin acını önce tattım, niye birlikte ölmedik ki. Uçurumun kenarında bir deniz feneriydin bazen benim için. Şimdi ben kimden ışık alacağım, kimin gözlerine bakıp o sıcacık duygularını sevgisini göreceğim, of kimin gözleri beni senin kadar çok sevecek. Her zaman yanında olmayı çok severdim ama ölüm bizi ayırdığında bu kadar çok yanına gelmek isteyeceğimi sanmıyordum. “Bu dünya bana sen olmadıktan sonra cehennem olur” derler ya şimdi anlıyorum o kasvet içime çöktüğü günden beri. Bu acılar geçecekmiş güya dağlar bile dayanamamış ölüme de insanoğlu dayanırmış derler ya peki bu felaket gibi gelen yapayalnız kalışım nasıl değişecek, çetin bir hayat beni bekliyor ama bu sefer tek başımayım. Bomboş geliyor şimdi her şey, kabullenmeliyim biliyorum ama göğsüm sızlıyor, çok yalnızım çok… Kafese sıkışmış gibiyim. Nedir böyle akıp giden, sessizce yorgun bir ırmak gibi, boşa geçen hayat gibi, yorgunum şimdi çok yorgun, çaresiz, sensiz…
Gidenim olmayacaktın hani… Bir yaprak gibi sarsılıyor vücudum, tıkanmış ağlayamıyorum sadece yürümek istiyorum bildik sokaklarda, çok özlüyorum yağmurda birlikte yaptığımız yürüyüşleri, her şeyi her şeyi çok özlüyorum. Ne yapacağım ben şimdi, nasıl duracağım, nasıl hayata döneceğim, kolum kanadım kırılmış gibi, bir halsizlik geldi üstüme, kalıp gibi cevaplar veriyor herkese donuk bakıyorum.
“unutmak bize yakışmaz” derken ölüm hiç mi hiç aklıma gelmezdi… Yıllar önce verdiğimiz bağlılık yemininde “ölüm bizi ayırana dek” diye söz vermiştik dimi, ama ben seni ölümünden sonra bile unutmak istemiyorum ki, sen benim her zaman efsanem, erkeğim olarak kalacaksın. Ölümün bizi ayırmasına nasıl izin veririm. Ve bir an önce Allah’ıma yalvarıyorum beni de yanına al diye…
Artık seninle dolu bu evde duramam. Bu eve seninle birlikte her şeyi gömmelimiyim bilmiyorum, her baktığım köşede seni anımsıyor ve acı çekiyorum. Artık gitmeliyim diye düşünüyorum ve kapıya doğru ilerliyorum, her adımda biraz daha anıyı buldozerin kepçesine doldurmuş dışarı doğru itiyorum sanki.
İstemediğim kadar anı ile baş başa kalacağımı bilerek ve asla dönüşü olmayacak eski hayatımı bırakırken derin bir nefes alıp kapıyı açıyorum ve son arkama bile bakmadan hızlıca evin dışına çıkıp kapıyı çekiveriyorum…
Şimdi bana kalan buruk anılar, acılar ve kırık umutlar…