- 471 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
bilmiyorum
Baharın geldiğini ağaçlara sarılan çiçeklerden anlıyorum. Bu gün yaptığım iş görüşmesini de kaybettim. İstanbul’un kalabalık sokaklarında kafa dağıtabileceğimi zannederek yürüyorum. Kendimi ne zaman kötü hissetsem, devam olurdu İstanbul’un sokakları.Ama yanılmıştım bu sefer.Sen yalnızlığı sevmezsin bilirim.Giderken her şeyini de almışsın.Aslında benim dışında her şeyi götürmüşsün.Tanıyamıyorum kendimi artık.Dayanamayıp, içinde yalnızlığın kol gezdiği, sessiz çığlıkların atıldığı, perdelerin uzun zamandır açılmadığı, eşyalarımı kefenlediğim evime attım kendimi. İstemesem de açtım kapıyı. Odama geçene kadar ülkemin illerinden topladığım ‘‘Bahar’’konulu ve isimli tablolar eşlik etti bana. Penceremin altındaki yatağım bugün de dağınıktı. gülleri sormuş yorganım, çarşafım ve sanırım yıkanması lazım. Üzerinde kitaplarımın dağınık durduğu on sekiz yaşımın hediyesi Karabük yapımı ahşap, kütüphaneli masam kırgın gibi göründü bir an,üzerindeki dağınıklıkla.
Durdum. Bir an annemin ‘‘çeyizimdi’’ dediği kahverengi, koyu yeşil çiçekli perdeleri aralamak istedim. Bir şeyler engelledi beni, durdum. Belki sadece kapalı perdenin arasından sızan güneşin bıraktığı loşluk içinde ağlamak için durdum. Şu an, senin için yapabildiğin tek şey var: ağlamak. Gözlerim kan çanağı oluncaya dek ağlamak. Bu seni geri döndürmeyecek biliyorum;ama…
Bir ama gibi bomboş bakıyorum. Elimin tersi ile burnumu silerken, duvarda gece yarısı yaptığın kara kalem resmi gördüm. Sen ve ben vardık resimde. Hayat ne garip Kara’m. Sen, canımdan kopan ilk parçam değilsin; ama canımı en çok yakansın. Karanlık, çocuğunun suçunu kapatan bir anne gibi İstanbul’u kaplamıştı. Dışarı çıkmak istedim.Çıktım, Haydarpaşa’ya doğru yürüyorum. Birden geriye döndüm. Korktum, geriye döndüm. Oraya niçin gittiğimi çok iyi biliyordum. Sahil kenarında bir banka oturdum. Denizi izliyorum. Işıklarla gece için süslenmiş, takıp takıştırmış gösterişli bir kadın gibiydi. Hayatta izlemekten sıkılmayacağım tek kadındır deniz. Bir sürü güzelliğe gebedir. Gözlerini kapatıp her açısında sana yepyeni bir güzellik verir. Umuttur deniz özleyen için, hasrettir deniz bekleyen için, ölümdür deniz umutlarını kaybeden için… Bir ara gözüm etraftaki insanlara ilişti: Yüz-yüz elli metre ilerimde bir travesti hoş çalımlı bir şey-üç tane göbekli, kısa boylu ellerinde bira şişeleri bulunan adamla pazarlık yapıyorlardı.Üç aşağı beş yukarı derken anlaştılar sanırım.Onların gidişlerini de izledim. Onların gidişini izlemek için döndüğümde duvar kenarında elinde eski bir valiz, üzerinde çiçekli bir entari, başı gül desenli yazmalı yaşı en fazla 19 gösteren orta boylu bir kız gördüm. Tanıyordum ben bu bakışları artık: Umudun ve ürkekliğin bakışlarıydı bunlar. İstanbul gerçekten tuhaf bir şehir. Kalbimin yangını yetmezmiş gibi bu hiç tanımadığım; ama hikayesini bildiğim-tahmin ettiğim- kız için üzüldüm. Deniz dikkatimi çekmek ister gibi kıyıyı dövmeye başladı aniden. Denize döndüm, sonra kalktım, arkama döndüm kız gitmişti. İçimdeki yangını körüklemişti biraz daha bu giden genç kız. Kalktım. Yürüyorum sahil boyu. Etrafımda hep aynı insanlar; para ile kadın ya da erkek bulmak isteyen, insanların parasızlık zaafından yararlanmak isteyen zavallılar, kendini pazarlamak isteyen travestiler, gelen geçen erkeklerin gözlerinin içine bakıp içlerinde kaybolmak isteyen gayler , işinden evine dönenler, gezmeden gelenler, dilenenler, yan kesiciler, Çingenler…
Bu insan kalabalığının içinde boğulmaktan korkup, eve doğru yürümeye başladım. Yürürken ayağım takıldı, düşüyordum birden sen kolumdan tuttun, düşmemi engelledin, hava değişmişti birden yaz gelmiş ortalık güllük gülistanlık olmuştu ,bana gülümsüyorsun, gülümsedikçe gamzelerin çıkıyor ,daha da tatlı oluyorsun.Yeşil gözlerine bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Belediyenin duyarsızlığından söz ediyorsun, üzerinde yeşil düz bir kazak-çok yakışmış sana-ayağında kot pantolon. Sana çay ikram etmek istiyorum, reddediyorsun. Tam bu sırada birisi beni sarsıyor dönüp bakıyorum, önce karanlıkta iyi seçemiyorum.Sanırım elli yaşına merhaba demiş,saçları hala gür,yeni traş olduğu yüzünden belli olan-belki iyi niyetli bir adam bana dönüp,
- İyi misin, oğlum? diye soruyor.
Adama boş boş bakıyorum önce. Sonra seni benden çaldığına inanıp,
- Sana ne? diye bağırıyorum.
Koşarak uzaklaşıyorum oradan. Senin hayalini bile benden almaya çalışan düşmanımdır. Ağlayarak koşmaya devam ediyorum. Hava karanlık ama aldırmıyorum. Ağlayarak koşuyorum sadece.
Apartmanımın karşısında durdum. Ya apartman benden uzaklaşıyordu ya da beni geriye doğru götürüyordu ayaklarım. Beş katlı apartmanın birinci, üçüncü ve beşinci katının ışıkları yanıyordu hala. Ağır ağır çıkıyordum merdivenleri İkinci katın üçüncü merdivenlerinde isimlerimizin baş harfleri kazılıydı.Burası dudaklarının dudaklarıma değdiği ilk yerdi. Ben seni ben yapmışım, Kara’m. Evimin kapısına geldim, merdivenin ışığı söndü. Düğmeye basmaya üşendim. Elimi cebime sokup, cebimin içindeki anahtarları birer birer denemek zorunda kaldım.
- Acilen bir anahtarlık almam gerekiyor.
Kapı zorlamalara dayanamayarak açıldı sonunda. Sanki evimin kapısını değil de zifiri karanlıkların kapısını açmış gibi hissettim kendimi içeriye bakarken.Suratımda yine aptalca şaşkınlığım:gözlerim boşluğa bakıyor,dudaklarımı büküyorum.Giriyorum içeri,sallana sallana yatak odana-yatak odama-giriyorum. Yatağım hala dağınık.
Ne kaç gündür dağınık ve pis duran yatağımı topluyorum ne de dağınık görmeye dayanamadığım kitaplığımı düzeltiyorum.Perde kornişinin bir iki tanesi çekerken çıkmıştı,hala takmadım.Nereye elini atsan toz içinde.Hala inanamıyorum kendime.En kötüsü de sanırım elbise dolabımdı.Mutfaktan hiç söz etmiyorum.Mutfak kapısını açtığında ilk gördüğün,üzerinde pis tava,tabaklar,kaşıklar;çürümüş domates,biber;çürük elma ve çöp poşeti dolu bir tezgah.Elinin değdiği hiçbir şeye dokunmak istemiyorum, Kara’m.İzlerini silmekten korkuyorum.
Yapamıyorum Kara’m.Sensiz bu ev beni boğuyor.Bu boş ev,bu pis sokak,bu kalabalık şehir boğuyor beni seniz.Sen olsaydın böyle mi olurdu?.Gidiyorum bu şehirden,arkama bile bakmayacağım.Biliyorum,bakarsam gidemem,yapamam.Sensiz de yapamam bu şehirde.Olmaz.Veda ediyorum sana,İstanbul’uma.Günlerden Çarşamba saat 3’e geliyor.Sadece kitaplarımı doldurdum büyük bir çantaya.Kaçar gibi çıktım evden.Ayakkabılarımı nasıl giydim,merdivenleri nasıl indim hatırlamıyorum.Hep söylenirdim oysa o merdivenleri çıkarken ve inerken.Otobüs gidiyordu,bir sonrakini beklemek istemiyordum.Şoför gördü beni ani bir fren yaptı.Bavulu yerleştirmem biraz zaman aldı;çünkü her yerim zangır zangır titriyordu.Otobüse bindiğimde tüm gözler üzerimdeydi.Ama ikinci koltukta oturan,ayağında kahverengi bir pantolon,üzerinde yeşil çizgili gömlek,gömleğinin üzerinde kahverengi bir hırkanın içinde çok hoş duran,baharı anımsatan gözlere sahip olan adam bana düşmanıymışım gibi baktı.Gözlerimi kaçırma ihtiyacı hissettim kısa bir an.Parayı verdim,biraz arkaya ilerledim.Adam sinirini alamamış gibi bana dönüp,
-Hem insanları rahatsız et hem hiçbir şey olmamış gibi davran.
Hiç üzerime alınmadım;çünkü adam haklıydı.Onun yerinde olsaydım bende aynısını yapardım.Cevap vermemem onu daha da sinirlendirdi.Önce gözlerini kısıp,suratını asmakla yetindi.Sanırım sinirini alamadı;çünkü bana hitaben bir şeyler söylüyordu;ama ben o esnada müzik eşliğinde sadece izliyordum onu.Gözleri çok güzeldi.Bu durumda bunu nasıl fark ettim bilmiyorum.Sanki dışarıdaki bahar onun gözlerinden geliyordu.Bana laf söylemeyi birden kesti ve sırtını döndü.Her durakta otobüsteki insan sayısı azalıyordu üçer beşer.Herkes evine,ailesine,huzur bulduğu mekanlara gidiyordu yavaş yavaş.Gerçi İstanbul başka bir şehirdi.Akşam olduğunda tavuk gibi evlerine tünemez insanlar.Hayatın o saatte başladığını inanmış olanların sayısı hiçte az değildir.Onunla karşı karşıya iki koltukta oturuyorduk, aslında onunla ara sıra da göz göze gelmek beni rahatsız etmişti;ama şimdi onu düşünecek değildim.Gidiyorum bu şehirden kara’m.Sana verdiğim sözü tutamayacaktım yoksa.Sen olmadan yaşamak ne kadar zormuş böyle.Kalamazdım.İstanbul’u ne kadar çok sevdiğini biliyorum.Ben İstanbul’u sen varsın diye daha da çok severdim.Bazen onu benden fazla sevdiğini bile düşünürdüm sana söylemesemde.Bir ara cama baktığımda Behlül’üm de bana bakıyordu.Ben ona Behlül ismini takmıştım.Gözleri gözlerimle her çakıştığında gözlerindeki yaşlar arasında boğulacağımı zannederdim.İkimiz de aynı anda gözlerimizi kaçırıyorduk.Bakışlar buluştuğu vakit.
O an hiddetinin sebebini anlamıştım:başkasına kızmıştı,sinirini de başkasından çıkartıyordu.Hangimiz yapmamışızdır ki bunu?En sonunda şoför dışında ikimiz kalmıştık.Şoförün ‘otogar’ diyen sesiyle daldığım rüyadan çıkmak zorunda kaldım.Saat 5’e gelmekteydi.Yakınımdaki ilk firmaya daldım.Ve ilk otobüslerine tek kişilik bir bilet aldım.Otobüs Nevşehir’e gidiyordu.Nereye gittiğinin hiçbir önemi yoktu;çünkü tek istediğim yedi tepeden kaçmaktı.O yüzden hiç aldırmadım buna.Yirmi dakikam vardı.Tuvalete gittim ardından bisküvi,meyve nektarı aldım.Otobüse doğru yürüdüm yavaş yavaş.Sonra ağır adımlarla çıktım otobüsün merdivenlerini.Bir sağa bir sola bakarak ilerliyordum.Sonunda oturdum yerime,yerim koridor kenarı.Kendi kendime ‘boşver,önemseme vatandaşla konuşursun,halledersin’ dedim.Otobüsün kalkmasına sanırım sadece Türk işi geçikme kalmıştı.Kitabımı almak için aşağı eğildim tam o sırada kulağa çok hoş gelen bir ses bana,
-Müsaade eder misiniz? Diye sordu.
Ayağa kalkıp,
-Ta… diye ağzımı açtım ve kaldım öyle.Yanıma oturacak olan insan,otobüste benimle tartışan insan.Suratım sirke satmaya başladı:ama yapacak bir şey yoktu.Camdaki yansımasından onun da bu durumdan rahatsız olduğunu anlamıştım.Otobüs kalkalı beş dakika olmuştu.İkimiz de kitap okuyorduk.Bende Orhan pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı eseri var ,onda ise Tolstoy’un hazreti Muhammed(s.a.v.) Gizlenen Kitap adlı eserini okuyordu.Bu adamdan hoşlanmasam bile yanımdakinin aptal olmaması hoşuma gitmişti.Biraz vakit geçtikten sonra yüzümü kızartıp,
-Affedersiniz,yer değiştirmemizde bir mahsur mu? Diye sorabildim.Ben ters bir cevap beklerken,o gayet güler yüzlü bir şekilde,
-Tabi,dedi. Ben sevindim.Yolcuklarımda hep cam kenarında oturmuşumdur.En güzel hayallerimi yolu izlerken kurduğumu hiç unutamam.İkimiz de ayağa kalktık.Ben koridor kısmına çıktım o bu tarafa geçebilsin diye.Çıkmadı.Sonra hafiften gülümseye başladı ve yerine oturdu.O an nasıl bir sinir hali içerisinde olduğunu anlatacak kelimeyi bulamadım.Kızgın bir boğa gibi saldırıya hazırdım.Tam bu sırada şoför muavini bana,
-Bir şey mi istediniz? Diye sordu.Hiç cevap vermedim,sessizce oturdum yerime.Kitabımı hışımla açtım ve okumaya koyuldum.Çevirdiğim sayfalar aldı sinirimi.Belli bir süre sonra gülümsemeye başladım.Gülümserken camdaki yansımasından onun da gülümsediğini fark ettim.Kendimi övmek gibi olmasın gözlerim içinin güldüğü söylenirdi eskiden,Kara’m gidene kadar öyleydi.Sinirlerim bozuldu tekrar,okuduğumdan hiçbir şey anlamıyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.