- 559 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
IŞILDAK MANGASI (2)
İKİNCİ SAHNE
FONDAN SES: Bir hafta sonra… 28 Şubat 1915… Çanakkale Boğazı sırtları…
ÇAVUŞ: (Sağdan girer. Yanında getirdiği küçük bir tahta masayı perdenin önüne koyar. Masanın üzerindeki tozları üfleyerek siler. Yine sağdan çıkıp bir sürahi, bardak, hokka, divit ve bir defter getirip masaya yerleştirir. Bir sandalye getirip masanın yanına koyar. Yüksek sesle bağırır.) Şimdi komutan gelecek. Ben sizin adınızı seslenince buraya gelip asker gibi selâm verin tamam mı?
DIŞARIDAN SESLER: Tamam çavuşum!
ÇAVUŞ: (Kızgın) Tamam yok, çavuş yok! Emredersin komutanım var!
DIŞARIDAN SESLER: Emredersin komutanım!..
ÇAVUŞ: Selâm verdikten sonra komutanın karşısında hazrol vaziyetinde duracaksınız. Hiç kıpırdamadan dikileceksiniz tamam mı?
DIŞARIDAN SESLER: Tamam çavuşum.
ÇAVUŞ: (Çok öfkeli) Tamam yok, çavuş yook! Emredersin komutanım var.
DIŞARIDAN SESLER: Emredersin komutanım.
ÇAVUŞ: (Sağdan çıkar, dışarıdan ses duyulur.) Yeni gelen gönüllüler emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!
TEĞMEN: (Sahneye gelir, sandalyeye oturur, arkasından gelen Çavuş’a) Çağır şunları bakalım!..
ÇAVUŞ: (Teğmen’in bir adım ilerisinde, arka planda durur.) Emredersin komutanım. (Yüksek sesle) Hasan oğlu Bican!
BİCAN: (Sol ayağı aksayarak girer. Sivil kıyafetlidir. Askerce selâm verir.) Hasan oğlu Bican; Hınıs-Erzurum; emir ve görüşlerinize hazırım komutanım.
TEĞMEN: (Tepeden tırnağa süzerek) Sen babam yaşında bir adamsın Hasan oğlu, ayrıca galiba sakatsın.
BİCAN: Evelallah dincim komutanım!.. Balkan harbinde aldığım gaza yarası silâh kullanmama engel değildir.
TEĞMEN: Niçin ve nasıl geldin buralara Hasan oğlu?
BİCAN: Çanakkale’ye canımdan can göndermişem komutanım. Onu görmeye, ona yardım etmeye gelmişem.
TEĞMEN: Anlayamadım. O dediğin kimdir?
BİCAN: Oğlumdur komutanım. Burada askerdir.
TEĞMEN: Yani şimdi şu cehennemin ortasında işi gücü bırakıp senin oğlunu mu arayacağız? Burada en az yüz bin asker, bir o kadar da gönüllü var.
BİCAN: Hayır komutanım! Ta Erzurum’dan buraya kadar gelmişken savaşayım, birkaç kefereyi de ben haklayayım dedim. Kader bu ya, belki oğlumu da görürüm.
TEĞMEN: Peki oğlun hangi alayda, hangi taburda bilir misin?
BİCAN: Hiç bilmem komutanım. Üç ay önce ondan bir mektup almıştım. Mektubunda Malatya’dan Çanakkale’ye gidiyoz diyodu. Bütün bildiğim bu…
TEĞMEN: Peki Erzurum’da eşin, çocukların yok mu?
BİCAN: Eşim sizlere ömür komutanım. İki kızım vardır, onlar da evlenip yabana gitmiştir. Evde tek başıma kalmışam.
TEĞMEN: (Önündeki deftere bir şeyler yazar.) Peki, seni benim bölüğe kaydediyorum. Çavuş, sonradan nüfusa katıtlı olduğu şehri, kasabayı vesaireyi yazarsın evraklara. Bican’a ağır görevler verme!
ÇAVUŞ: Emredersin komutanım! Diğerlerini çağırayım mı?
TEĞMEN: Çağır bakalım.
ÇAVUŞ: (Bağırarak) Hüseyin oğlu Galip!
GALİP: (Çok şişman, genç; sırtında bir heybeyle, sallana sallana gelir.) Selâm ün aleyküm!
ÇAVUŞ: (Kızgın) Askeeer!
GALİP: Özür dilerim Çavuş, unuttum.
ÇAVUŞ: (Yüksek ses tonuyla) Özür dilerim yok, unuttum yook!
TEĞMEN: (Gülümseyerek) Tamam Çavuş tamam, bağırma delikanlıya. Yavaş yavaş her şeyi öğrenecek. Selâmı da öğrenecek, askerliği de… Yaklaş bakalım Galip, sen nerelisin?
GALİP: (İki adım yaklaşıp acemice asker selâmı verir.) Hüseyin oğlu Galip, Biga’nın köylerinden… (Elindeki evrakları uzatır.) Her şey burada yazıyo komutanım. Sülüsümü aldım.
TEĞMEN: Seni nasıl asker yaptılar Galip? Çok şişmansın sen. Askerliğe elverişli değilsin.
GALİP: Askerlik şubesinde de böyle demişlerdi. Hatta çürüğe çıkarmışlardı beni.
TEĞMEN: Peki bu sülüsü nasıl verdiler sana?
GALİP: Bir kurnazlık düşündüm komutanım.
TEĞMEN: Peki ne düşündün, ne yaptın? Anlat bakalım!..
GALİP: On gün boyunca bir dilim ekmekten başka bir şey yemedim, sadece su içtim. Tam on okka zayıflamışım. Tekrar şubeye gidip çürük kararına itiraz dilekçesi verdim.
TEĞMEN: Eee, sonra ne oldu?
GALİP: Beni tekrar tarttılar ve asker olabileceğimi söylediler.
TEĞMEN: Fakat hiç zayıflamış hâlin yok.
GALİP: Sülüsümü alınca on günlük açlığın acısını çıkardım komutanım.
TEĞMEN: Verdiğin on okkayı geri aldın yani…
GALİP: Hepsini almadım komutanım, yarım okka noksan. Onu da inşallah bu akşam…
TEĞMEN: (Evraklara bir şeyler yazarken sözünü kesip) Peki heybende ne var?
GALİP: Peynir, kuru üzüm, kuru incir, kayısı…
TEĞMEN: Maşallah!.. Kır sefasına mı geldin be adam?
GALİP: Özür dilerim komutanım.
ÇAVUŞ: (Bağırır.) Özür dilerim yok, emredersin komutanım var!..
TEĞMEN: (Çavuş’a dönerek) Çavuş, Galip’in getirdiği nevaleleri mangadaki askerlere eşit şekilde dağıtacaksın. Diğer askerlere ne kadar tayın verirsen Galip’e de o kadar vereceksin. Ne yapıp edip bu askeri zayıflatacaksın tamam mı?
ÇAVUŞ: Emredersin komutanım!..
TEĞMEN: Bak Galip, çok yakında savaş kızışacak. Bombardıman esnasında, göğüs göğüse savaşlarda çok çevik olman gerekir. Bir an önce zayıflaman gerekiyor tamam mı?
GALİP: Tamam komutanım.
ÇAVUŞ: (Bağırarak) Tamam yok, emredersin var’
GALİP: Emredersin komutanım.
TEĞMEN: Diğerini çağır Çavuş.
ÇAVUŞ: Emredersin komutanım. (Galip’e) Bican’ın yanına geç. (Bağırır.) Yahya oğlu Hakkı!...
HAKKI: (Elinde bir valizle girer, acemice selâm verirken) Yahya oğlu Hakkı benim. (Teğmene) Nasılsınız beyefendi?
ÇAVUŞ: (Çok kızgın) Beyefendi yok, nasılsın yok; emredersin komutanım var!..
TEĞMEN: Gel bakalım Hakkı, sen efendi birine benziyorsun; kimsin, necisin?
HAKKI: İzmitliyim komutanım. İstanbul’da tıbbiye öğrencisiyim.
HAKKI: Ne oldu peki, tıbbiyeden attılar mı seni?
HAKKI: Hayır komutanım; fakültedeki kaydımı dondurup savaşa geldim.
TEĞMEN: Birkaç yıl daha okuyup doktor olsaydın memlekete daha faydalı olmaz mıydın?
HAKKI: Çanakkale geçilip de memleketim işgal edilirse doktorluğun ne kıymeti kalır? Yaşıtlarım burada telef olurken tahsili ne yapayım? Anadolu’mu istilâ eden keferelere mi doktorluk yapacağım?
TEĞMEN: Aferin Hakkı!.. Bu vatan ancak sizin gibi vatanseverler sayesinde kurtulur. Elindeki valizde ne var?
HAKKI: Birkaç pomat, haplar, cerrahî malzemeler… Lâzım olur diye…
TEĞMEN: İyi düşünmüşsün asker. Öyle çok lâzım olacak ki sen de şaşıracaksın. Kıyametin kopmasına az kaldı. (Çavuşa dönerek) Diğerlerini de çağır Çavuş!
ÇAVUŞ: (Bağırır.) Tahir oğlu Çakır!
ÇAKIR: (Ürkek vaziyette girer, acemice selâm verir.) Emredersin komutanım!
TEĞMEN: Sen kimsin ya? Ne arıyorsun burada?
ÇAKIR; Tahir oğlu Çakır… Samsun Havzalıyım komutanım.
TEĞMEN: Senin yaşın küçük değil mi?
ÇAKIR: On sekizimden gün aldım komutanım.
TEĞMEN: Seni askere nasıl aldılar peki?
ÇAKIR: Aldılar komutanım. (Elindeki evrakları uzatarak) Bak, sülüsüm burada.
TEĞMEN: (Evrakları inceler.) Tamam, kabul etmişler ama sen çok küçüksün. Bu sülüsü nasıl verdiler sana?
ÇAKIR: Yalvarıp yakardım, kabul ettirdim komutanım.
TEĞMEN: Niçin yalvardın peki? İki sene sonra askere gelsen olmaz mıydı?
ÇAKIR: Bir kızı sevdim komutanım.
TEĞMEN: Anlamadım.
ÇAKIR: Bir kıza âşık oldum…
TEĞMEN: Olabilir, ne çıkar bundan? Bir kıza âşık olmakla askerliğin ne alâkası var?
ÇAKIR: İstemeye gittik. Elif’in babası “Ben askerliğini yapmamış adama kız vermem.” demiş.
TEĞMEN: (Tebessüm ederek) Eee, sonra?
ÇAKIR: İşte bu sebepten geldim komutanım. Hem duydum ki yedi düvel Çanakkale’ye birikmiştir; biz ne güne duruyoz deyip geldim.
TEĞMEN: Yani askerliği yapıp bir an önce Elif’e kavuşmak için geldin öyle mi?
ÇAKIR: Aynen öyle komutanım.
TEĞMEN: Allah sonumuzu hayretsin!.. Allah’ım sen bu asil millete yardım et! Çavuş diğerlerini çağır.
ÇAVUŞ: Ozan oğlu Ozan!..
OZAN: (Elinde sazla girer. Sazı tüfek gibi omzuna koyarak) Ozan oğlu Ozan Malatya, emir ve görüşlerinize hazırım komutanım!
TEĞMEN: Omzundaki şey nedir senin?
OZAN: Bağlamadır komutanım.
TEĞMEN: Ne yapacaksın onu? Sen buraya cümbüşe mi geldin?
OZAN: Hayır komutanım, düşmanla savaşmaya geldim.
TEĞMEN: Peki niçin sazını da getirdin?
OZAN: O benim can yoldaşımdır komutanım, sırdaşımdır. Ben onsuz edemem. Kendimi bildim bileli biz ikimiz bir bütünüz.
TEĞMEN: Peki sülüsün nerede?
OZAN:Sülüsüm yoktur komutanım. Benim mesleğim ozanlıktır. Adım da Ozan’dır. Babam da ozanmış, dedem de… Ben köy köy, kasaba kasaba gezer; şiirler okur, türküler söylerim. Yolum Çanakkale’ye düştü. Burada bir türkü dinlemişim ki sorma!.. Beni can evimden vurmuştur. O türküyü duyunca dayanamadım, kardaşlarıma yardım etmek için kendimi cephede buldum. İzin verirseniz ben de savaşmak isterim.
TEĞMEN: Verdim gitti… Hele hangi türküyü duydun? Bize de söyle bakalım!..
OZAN: Hem çalıp ham söyleyebilir miyim komutanım?
TEĞMEN: Tabi tabi, nasıl rahat edersen öyle söyle.
OZAN: (Bağdaş kurarak oturur, saz eşliğinde söyler.) Çanakkale içinde aynalı çarşı / Ana ben gidiyom düşmana karşı/ Of oof, gençliğim eyvah! / Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni / Of oof, gençliğim eyvah!
TEĞMEN: Yeter Ozan yeter, hepimizi ağlatacaksın. İnşallah sizin kaderiniz böyle olmaz!
OZAN: (Kalkarken) İnşallah komutanım!
ÇAVUŞ: (Yüksek sesle) İnşallah yok, emredersin komutanım var.
OZAN: Emredersin komutanım.
TEĞMEN: Çavuş, diğerlerini çağır.
ÇAVUŞ: Bir kişi kaldı komutanım.
TEĞMEN: Çağır gelsin.
ÇAVUŞ: Şehit oğlu Mehmet!
MEHMET: (Girer, av tüfeği sırtında selâm verir.) Şehit Yusuf oğlu Mehmet… Çanakkale, Çan… Emir ve görüşlerinize hazırım komutanım. (Evrakları verir.)
TEĞMEN: (Evrakları inceledikten sonra) Hele şükür, istediğimiz gibi bir asker namzedi… Baban nerede şehit oldu Mehmet?
MEHMET: Balkan harbinde komutanım.
TEĞMEN: İşte sana fırsat!.. Babana lâyık bir delikanlı olduğunu göster bakalım.
MEHMET: Sırf onun için gelmişim komutanım.
TEĞMEN: Sırtındaki nedir?
MEHMET: Av tüfeğidir komutanım.
TEĞMEN: Ne işe yarar ki o? Burada mavzer kullanacaksın.
MEHMET: Ordunun silâhı ve cephanesi kısıtlıymış diye duydum. Belki işe yarar diye getirdim. Bu meretin dolusu bir kişiyi, boşu yüz kişiyi korkutur komutanım.
TEĞMEN: Peki delikanlı, geç bakalım sıraya. (Yerinden kalkar.) Arkadaşlar, düşmanlar aylardan beri hazırlık yapıyor. Çok yakında Çanakkale Boğazı’nı gemilerle geçmeye çalışacaklar. Bizim görevimiz onların Boğaz’dan geçmesine engel olmaktır. Eğer engel olamazsak soluğu İstanbul’da alırlar. Karadeniz’de Ruslarla birleşirler. İstanbul ile Anadolu’nun ilişkisi kesilince Anadolu rahatlıkla işgal edilir. Eğer düşmanları burada durdurabilirsek muharebeyi kazandık demektir. Savaşı kazanmanın yolu uyanık olmak, emirlere uymak ve kahramanca savaşmaktır.
Aranızda yaş bakımından benden büyükler var. Fakat askerlikte ast-üst ilişkisi yaşla ilgili değil, rütbeyle ilgilidir. Siz altı kişilik küçük bir manga oldunuz. Ben sizi eksik manga diye çağıracağım. Sizin komutanınız Çavuştur. Onun her dediğine harfiyen uyacaksınız. Size uzun uzun temel eğitim vermeye vaktimiz yok. Bir hafta içinde tüfek kullanmayı, size verilecek silâhların bakımını yapmayı, yakın muharebe tekniklerini öğreneceksiniz. Bir hafta sonra size fiilî görevler vereceğim. Günde altı saat uyku, iki saat yemek ve ihtiyaç molası… Bunların haricinde tam on altı saat talim yapacak, vücudunuzdaki hamlığı atacaksınız. Anlaşıldı mı?
ASKERLER: (Alçak sesle) Anlaşıldı.
ÇAVUŞ: (Haykırır) Yüksek sesle cevap verin. Anlaşıldı komutanım deyin!..
ASKERLER: (Yüksek sesle) Anlaşıldı komutanım!..
TEĞMEN: Çavuş, bunlara elbise ve postal ayarla… Hemen talime başla. Bir hafta mermi vermek yok. (Sağdan çıkar.)
ÇAVUŞ: Emredersin komutanım… Çakır, sen masanın üstündekileri, Mehmet sen masayı, Hakkı sen de sandalyeyi al. Hepiniz peşimden gelin.
(Söylenilen yapılır; askerler Çavuşun peşinden soldan çıkar.)
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.