- 1693 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kararlı Olmak Başarmanın Yarısıdır
1984 yılının eylül ayı. Hazan mevsimi gelmiş, yaprak dökümü başlamış, topraktaki yeşillik sararmaya yüz tutmuş, göçmen kuşlar sıcak ülkelere doğru sürüler halinde kanat çırpmaya başlamış, yaz ayinin o yakıcı sıcaklığı yerini serin ve insanları biraz olsun ürpermesine neden olan havaya bırakmış, yaz tatili bitmiş, is hayatinin o yorucu koşuşturması yeniden başlamıştı.
Okulumu 1983 yılı haziran ayında bitirmiştim. Ekonomik nedenler yüzünden üniversite sınavlarına girememiştim. Babam tek memur maaşı ile dört çocuğa bakmak ve onları okutmak zorundaydı ama aldığı maaş buna yetmiyordu. Sınavlara girmek için giriş formunu biriktirmiş olduğum harçlıklarımla almıştım ama bu yetmiyordu. Üniversiteye giriş için harç parası gerekiyordu ve bunu babamdan almak zorundaydım. Son gün gelmiş ama hala babam bana para vermemişti. Sabah okula gitmeden babam ile konuşmam gerekiyordu. Kahvaltı masasındaydık. Babam ile konuşmak istiyordum ama bir şey diyemiyordum. Sonunda babama,
“Baba sınavlara girmeyecek miyim?
Babam bana öyle bir baktı ki, bakışları yüreğimi gelip geçmişti. Bir şey söylemek istiyor ama kelimler boğazına takılıyordu bunu hissedebiliyordum. Yüzüme acı acı baktı..
“Üzgünüm kızım. Kardeşinle ikinizi birden okutamam. Ya sen, ya kardeşin. Seçimi sen yapacaksın”
Dediğinde tüm dünyanın karardığını sandım. Babamın yüzüne baktım. Biliyordum babam beni elinde olsa okuturdu. Biliyordum o hiç bir zaman okumamıza karşı çıkmazdı ama elindeki imkânsızlıklar içimizden yalnız birimizin okumasına yetecekti ve buda kardeşim olmalıydı. O henüz küçüktü liseye yeni başlamıştı ben ise liseyi bitirmiştim bundan sonra yapmam gereken onlara destek olmak için bir işe girip çalışmaktı. Oysa ben okuyacak ve öğretmen olacaktım. Çocuklara bir şeyler öğretebilmenin hazzını yaşayacaktım. Hayalim aslında çok büyük değildi ama yaşadığım şey onun gerçekten çok büyük bir hayal olduğunu gösteriyordu. Bir an içinde düşünmüştüm bunları henüz genç bir kız olmama rağmen. Kardeşim de yanımızdaydı, babamın bu sözlerini o da duymuş ve gözlerindeki gülümseme bir anda hüzne dönüşmüştü. Benim vereceğim karar ikimizden birinin okumasına neden olacaktı ve ben ablaydım kardeşimin okuma hakkini elinden alamazdım. Olduğum yerden doğruldum. Kardeşimin yanağına küçük bir öpücük kondurdum ve babama döndüm,
“Tamam baba, ben okumayacağım, sıramı kardeşime veriyorum, ben liseyi bitirdim, biraz olsun kendimi kurtarabilirim ama kardeşim daha liseye yeni başlayacak, onun geleceğini elinden alamam” dedim.
Sesim titriyor, boğazıma bir şeyler düğümleniyor, gözlerimden yaşlar akmaya başladı başlayacak ve bunları babamın görmesini istemiyordum. Büyük bir çabuklukla hemen mutfaktan cıktım, bir an önce evi terk etmem gerekiyordu. Annemin ve babamın yüreğimdeki acıyı, gözlerimdeki yaşları görmelerini istemiyordum..
Üniversiteye gitme hayalim tamamen bitmişti. Okulların kapanmasına daha çok vardı. Yapmam gereken bir an önce okulumu bitirip, bir işe girip çalışmalıydım. Bu düşünceler içinde okulu bitirdim ve iş aramaya başladım. Yaşadığım yerde iş alanları yoktu, olan yerlerde beni kabul etmiyordu, yaşım daha çok küçüktü ve hiç bir yere müracaat edemiyordum. Milli Eğitim Müdürlüğü bir sınav açmış, bende o sınava müracaat etmek için gittiğimde bana “büyüde gel “ demişlerdi. Ve ben henüz 16 yaşımı yeni bitirmiştim. Para kazanmam gerekiyordu ama nasıl yapacaktım onu bilmiyordum. Yaşadığım ilde yalnızca tezgâhtarlık yapabilirdim ona da babam müsaade etmiyordu. Kendi çabamla, cam fabrikasında bardak dekor atölyesine girebilmek için açılan kurslara yazıldım. Babamdan izin almalıydım, biliyordum bana kızacak ve izin vermeyecekti ama yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Çalışmalı ve kendi ayaklarımın üstünde durmalıydım. Ailece hep bir arada oturuyorduk. Babamın yüzene baktım ve,
“Baba, ben fabrikada, dekor atölyesinde çalışabilmek için açılan kurslara yazıldım. Sabah başlıyorum”
Babam yüzüme baktı, çıldırmış gibiydi, Benim oralarda çalışmama izin vermiyordu. Bende artık kendi paramı kazanıp, en azından kardeşime yardımcı olmak istiyordum. Kursa gitmeye karar vermiştim ve bu kararımdan hiç bir şey beni geri çeviremeyecekti. Oturduğum yerden kalktım, yatmak için izin istedim, erkenden kursa başlayacaktım ve uyumam gerekiyordu.
Babam,
“Daha konuşmadık, dur bakalım.”
” Konuşacak bir şey yok baba, ben yarın kursa başlıyorum.”
Babam öyle bir öfkeyle oturduğu yerden kalktı ki, korkudan bir adim geri gitmiştim.
“Hayır, kursa falan gitmiyorsun. Ben istemiyorum” diyordu.
Babamın yüzüne baktım,
“Gideceğim, buna kimse mani olamaz ”
Dediğim anda yüzümdeki tokat beni kendime getirmişti.
Babam, “hayır diyorum” diye bağırıyordu.
Babamın, bundan önce bir kaç defa daha bu şekilde öfkeyle baktığına şahit olmuştum, çok korkmama rağmen, geri adim atamazdım ve atmadım da.
“gideceğim baba, buna mani olmaya kalkma lütfen “
Ama babam bu defa saçlarımdan tutmuş, hem tokat atıyor, hem saçımı çekiyordu. canım öylesine yanıyordu ki, elinden kurtulamıyordum. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyorum. Babam beni bıraktığında bitkin bir durumdaydım. Ama yıkılmamalıydım babamın karşısında, olduğum yerden kalktım.
“yarın gidiyorum, eğer bana izin vermezsen senden her ay şu kadar para istiyorum. O ücreti bana her ay vereceksin. Şunu da söyleyeyim. Ben paşanın, başbakanın, Vehbi Koç’un kızı değilim ve ben çalışmak, para kazanmak, en azından kendi harçlığımı çıkartmak itiyorum”
Hiç bir şey olmamış gibi gidip yatağıma yattım. Sabah erkenden kalktım, daha doğrusu kalkmaya çalıştım. Her tarafım ağrılar içindeydi. Annem de kalkmış bana kahvaltı hazırlıyordu.
“Kahvaltı yapmayacağım Anne” dedim.
Annem,
“Baban izin verdi, gidebilirsin” diyordu.
Oysa babam izin vermese de o kursa katılmaya karar vermiştim. Evden ayrıldım ve bir bucuk aylık bardak dekor kursuna katılıp oradan atölyelere geçtik. İki ay sonra az da olsa harçlık almaya başlamıştık. İlk aldığım para ile kardeşime bir şeyler almış, Ankara’ya göndermiştim. Sonraki ücretlerimi ise hiç bir şekilde kendim harcayamıyordum. Evin kışlık masrafları üstüme verilmişti. İşyerinde aldığımız ücret azdı ama belli bardağın üstü pirim olarak verildiğinden benim ücretim on lira ile on iki lira arasında değişiyordu ve çok iyi bir ücretti. İşime alışmıştım. Atölyemiz il dışındaydı ama hiç yorulmuyorduk, üç arkadaş ilden köye gidiyorduk. Yeri geliyor cebimizde otobüse binecek paramız olmuyor, şehre kadar yürüyorduk. Aradan bir buçuk yıl geçmişti. Yaşımız 18 olmuş ve artik devlet dairelerinin açmış olduğu sınavlara katılabilecektik. Atölyede birlikte çalıştığımız arkadaşım, Şu anda çalışmış olduğum işyerinde bir sınav açıldığını ve müracaatların son günü olduğunu söylüyordu. Biz üçümüzde o gün işe gitmedik. Hemen müracaat için gerekli belgeleri hazırlayıp akşam saat 16.30 gibi işyerine vardık. Personel şefliğinde bir bey belgeleri inceledikten sonra belgeleri bana uzattı. Diğer arkadaşlarıma bu hareketi yapmamıştı.
Bana dönerek,
“ Belgelerinizi alıp gidin, müracaatlar bitti” dedi.
Saate baktım saat henüz 16.45 ti ve mesai saat 17.00 da bitiyordu. O gün koşturmaktan çok yorulmuş ve sinirlerimiz iyice gerilmişti. Bize dokunsalar ağlayacak durumdaydık.
“Siz ne diyorsunuz, burada mesai bitimine kadar müracaatlar kabul edilir diyor, saat daha 16:45 ve siz bu belgeleri almak zorundasınız”.
Masanın öbür tarafında oturan (personel şefi imiş daha sonra anlıyorum) adam yerinden kalktı.
“Bana işimi sen mi öğreteceksin, ukala şey.”
Diyerek beni azarladığı anda, artık bardak taşmıştı.
“Ben ukala değilim, yalnız haklarımın ne olduğunu biliyorum. Siz bu evrakları almak zorundasınız, size güvenmiyorum, bu belgeleri aldığınıza dair resmi bir yazı vereceksiniz bana ”
Adam o kadar öfkelenmişti ki, yüzü kıpkırmızı olmuş, nefes alışları bile değişmişti. Yan tarafta oturan beyefendi görünümlü biri yanımıza gelerek.
” Tamam, siz bırakın gidin, belgeleriniz bende”
Diyerek, masanın ütünde duran belgeleri aldı ve kayıt yaptı. Üç arkadaş kapıdan çıkmak üzereydik ki, personel şefi, bizden belgeleri alan memurun yanına yaklaşıp.
”Bu kız sınavı kazanıp işe girerse çekeceğimiz var” diyordu.
Odada görev yapan memurlar bu konuşmalarımıza şahit olmuşlar ve hepsi bize sahip çıkmışlardı.
(İşe başladıktan sonra öğreniyorum ki, o kişi iş konusunda babam ile sorun yaşamış ve ona bir şey yapamadığı için, bana ters tepki göstermiş, bütün öfkesini benden çıkartmaya çalışmıştı. Ama hesaba katmadığı bir şey vardı, o da benim kendi haklarımı biliyor olmamdı)
İse giriş müracaatlarımızı yapmıştık. Artık sınav tarihini bekliyorduk. Üç gün sonra elimize resmi belgeler gelmiş, 14 Eylülde yazılı mülakata gidecektik. 683 kişi iş için başvurmuş ama beş kişi işe başlayacaktı. 683 kişi, 14 Eylül sabahı bir okulun salonunda yazılı sınava girdik. Bir gün sonra yazılı sınavlar açıklandığında üç arkadaştan bir tek ben kazanmıştım. 15 Eylül sabahı da sözlü mülakat yapılacaktı ve emindim bu sınavda elenecektim. Çünkü duyumlar, torpilli kişilerin olduğu yönündeydi. Gerçekten de alınacak beş kişi belli idi. Onların hiç bir endişesi yoktu ama bir kaç saat sonra beş kişi değil, Sekiz kişinin işe alınacağı haberi gelmişti. Akşam saatlerine kadar sınav devam ediyordu. 26. sırada girmiştim salona ve salonda 7 kişi sözlü yapıyordu. Kâğıt kalem kullanmak yasaktı ve ben muhasebe ağırlıklı girmiştim. Sorular ardı ardına geliyor, sınav bir türlü bitmek bilmiyordu. Oysa benden önce salona giren yirmi beş arkadaşım, beş on dakika içinde salondan çıkıyorlardı. Sonunda sınav bitmiş ve komisyon başkanı bana “salonda beklemeden doğru evine gidiyorsun” diyordu.
Bu ne demekti bilmiyordum ama çok fazla yorulmuştum, orada bir dakika daha durmadan evime gittim. Bir gün sonra sonuçlar açıklandığında, işe girenlerin içinde ben de vardım. Mutluluktan ne yapacağımı şaşırmıştım. Sonunda istediğim bir işi yapacaktım. Devlet memuru olacaktım, o kadar mutluydum ki, bu mutluluğumu dostlarımla paylaşmak istiyordum. Can dostum, nefesim dediğim arkadaşım il dışındaydı ona hemen telefon açtım, İşe girdiğimi duyduğunda, mutlulugu sesine yansıyor, çığlıklar atıyordu. O kadar mutlu olmuştu ki yanımda olmak istiyor ama olamıyordu bunu hissediyordum. Bir arkadaşım daha vardı. (hatta dostum dediğim ) sevinçten onun yanında aldım soluğu. Onunda en az diğer arkadaşım ve dostum kadar mutlu olacağını düşünüyordum. Oysa tam bir hayal kırıklığı yasamıştım.
Arkadaşım ” Torpilin kuvvetliydi galiba, nasıl girebildin işe? “diyordu.
Oysa bırakın torpili, ben iş yerinin yerini dahi evrakları verdiğimde öğrenmiştim.
O an yaşadığım duyguları ifade etmekte zorlanıyorum. Sevinç ve üzüntü iki zıt duygu bir arada olur mu demeyin oluyor dostlar. Arkadaşıma tek bir kelime dahi söylemeden yanından ayrıldım eve geldim ve artık hıçkırıklarıma mani olamıyordum. Arkadaşımın sözleri kulaklarımda çınlıyor, yüz ifadesi gözlerimin önünden gitmiyordu ve ben işe girmekle bir arkadaşımı kaybediyordum.
Annem hıçkırıklarımı duyuyor, elleri ile yüzümü okşuyor “ne oldu güzel kızım, neden ağlıyorsun? Diye soruyor ama ben ağlamaktan ona cevap veremiyordum. Sonunda kendime geldim ve anneme durumu anlattığımda.
Annem “ o senin gerçek dostun değilmiş ki kızım neden üzülüyorsun. Dost dediğin, dostu ağladığında onunla ağlar, güldüğünde onunla güler, dostu acı çektiğinde kendiside aynı acıyı yaşar, sen şanslısın ki dost dediğin kişinin, senin gerçek dostun olmadığını çok çabuk anladın. Bundan sonra daha iyi anlayacaksın, kim arkadaşın, kim dostun.” Diyordu.
Bu sözleri söylerken, denizi andıran masmavi gözleri, yüreğindeki sevgiyi içime akıtıyordu annem, canım her şeyim. Bir an annemin sözlerini düşündüm.
Annem haklı idi söylediklerinde, boynuna sarıldım, sıcacık göğsünde güven ve sevgiyi hissederek annemi dakikalarca öptüm.
Evet dostlar. Dostluk nedir? dendiğinde ilk aklıma gelen annemin sözleri olur.
Şimdi o arkadaşımla ne durumda olduğumuzu merak ediyorsanız söyleyeyim. Arkadaşım o günden sonra benimle olan samimiyetini kesti. Her gün bir şeyler yapmaktan zevk alan arkadaşım artık bana gelmez oldu. Ben işe başladım ve bizde tamamen ayrıldık.
Ama şu anda, o arkadaşım çok zor şartlarda yaşamını idame ettirmeye çalışıyor ve ben onun bu durumuna çok fazla üzülüyorum. Ne olursa olsun o benim arkadaşım. Biz bu konu üstüne bir daha konuşmadık, eminim ki oda bana söylediklerinin pişmanlığını yaşıyor ama bunu söyleyemiyor. O yaşlarda yapmış olduğumuz yanlışları, geldiğimiz bu yaşlarda daha iyi değerlendirebiliyor ve bunun bir anlık gaflet olduğunu düşünebiliyorum. Arkadaşıma kırgın değilim, unuttum her şeyi. Onun hiç bir şekilde kötü durumda olmasını istemem bunu yüreğim kabul etmez.
Dostlar çocukluk yaşlarımızda yaptığımız hatalarımızla kimseyi değerlendirmeyelim, bilelim ki o yaşlarda damarlarımızdaki kan bile o kadar hızlı akıyor ki, beynimizdeki düşüncelere mani olamıyoruz. Benden size abla tavsiyesi. Siz siz olun sonradan pişman olacağınız hiç bir şeyi düşünmeden arkadaşım ve dostum dediğiniz kişilere söylemeyin. Konuşmadan önce üç defa yutkunup derin derin nefes alın, beyninize oksijen pompalayın ve söyleyeceklerinizi ondan sonra söyleyin.
Dostlukların arasına hiç bir şeyin girmesine müsaade etmeyin, maddi kayıplarınızı tekrar elde etme imkânınız olur ama söylenecek küçücük kötü bir sözün asla telafisi olmaz.
Önünüze bir hedef koyun ve o hedefe ulaşmanız için önünüze gelen engelleri yıkmak ve başarılı olmakta sizin elinizde. Hiç bir olay sizin hedeflerinizden geri adim atmanıza neden olmasın.
Buna müsaade etmeyin.
Sevgilerimle
Onurumsun - Türkan DİNÇER
YORUMLAR
Önünüze bir hedef koyun ve o hedefe ulaşmanız için önünüze gelen engelleri yıkmak ve başarılı olmakta sizin elinizde. Hiç bir olay sizin hedeflerinizden geri adim atmanıza neden olmasın.
Buna müsaade etmeyin.
BUNA MÜSADE ETMEMEK İÇİN BURADAYIM ONURLU KADIN...
VE DOSTLUKLARIN ARASINA MASKE TAKMIŞ HİÇ BİR CANLI GİRMEYECEK GİRMEMELİ...
YAŞAM İNSAN YANIMIZ VE DOSTLUK KELİMESİNİN ANLAMINDA DAHA GÜZEL...
TEBRİKLER...