- 649 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÜVEY TEN KOKULARINDA HİÇLİĞİM!!! (mektup öykü)
ÜVEY TEN KOKULARINDA HİÇLİĞİM,
DUALARIM DEĞİL, AHLARIM SENİNLE!
BEDDUA DA EDEMEM Kİ KİMSEYE!
Güzel bir Temmuz öğleden sonrası. Sözde seni unutmak için geldim bu güzel sahil beldesine. Aylardır unutmaya çalıştığım seni, acaba burada unutabilecek miyim? Buraya geleli bir hafta oldu. Ama bende henüz bir değişiklik yok. Her günüm birbirinin aynı. Sabah oldukça geç kalkıp denize giriyor, öğlen yemeğinden sonra, uyumak veya kitap okumak üzere tekrar yatıyorum. Fakat gözlerimde uyku yerine senin yüzün, ellerimdeki kitap senin ellerin, hayali varlığınla kendimden geçmişken, ellerimden göğsüme düştüğünde de yine sensin.
Sahnelerinin diziminde hata yapılmış, süratli bir film gibi gözlerimin önünde geçmişte kalan beraberliğimiz. Kâh ilk tanıştığımız gün, kâh tamamen ayrılışımız, kâh ayrılıp, hiçbir şey olmamış gibi, kaldığımız yerden devam etmemiz tekrar. Ya da, hafta sonları buluşmalarımızda, birlikte geçen bir saniyelik zamanlar.
O günlerde, mutluluğunu tüm âleme haykırmak isteyen, yüreğine sığmayan mutluluğun, gözlerinde yaş olarak şekillendiği, o deli dolu kız ben miydim gerçekten? Gerçekten o denli mutlu olmuş muydum? Şimdi ne kadar uzak bir hayal hepsi. Bunlar, hemen her gün beynimi zorlayan, tatlı, tatlı olduğu kadar da acı anılar.
Sonra, tekrar sıcak kumlar üzerinde buluyorum kendimi. Etrafımdaki neşe dolu insanları görmüyorum bile. Saatlerce, gözlerim denizin enginliklerinde senden bir şeyler arayıp duruyor. Kimi bir martı çığlığı, kimi neşeli bir grubun kahkahaları veya üzerime düşen bir top ile seninle olan hayali beraberliğimden ayrılıyorum. Çok az bir süre sonra, tekrar seninle konuşuyor buluyorum kendimi. Gözlerinin içine bakarak sevdiğimi söylüyor, beraberliğimizin her anını defalarca yaşıyorum.
Çevremdekilerle ilişkilerim ise, selamlaşmaktan öte gitmiyor. Canımın sıkılıp sıkılmadığını da pek anlamıyorum. Seninle öyle doluyum ki, pek sıkılmıyorum da.
Ama artık dayanacak gücüm kalmadı. Yapamayacağım. Çıldıracak raddelere geliyorum. Dualarımda yer alan tek konu, Yaradan’ın aklımı koruması.
Senin gitmenle, yaşam da değerini yitirdi. Sanki varlığınla dolduruyordun yeryüzünü. Şimdi yeryüzünde kimseler yok. Yalnız ben ve bir yığın anı. Yaşamak ne zor, ne kadar anlamsız o gün bu gündür. Demek, yaşamımı anlamlı kılan bir tek sen varmışsın.
Buraya gelişimin ikinci haftası. Yavaş yavaş çevremdekilere iştirak ediyor, onlarla yemeğe, eğlence yerlerine gidiyorum. Giden ben miyim, bilemiyorum? Konuşuyorsam seninle, kadehim seninkiyle buluyor tınısını, yanımdaki, karşımdaki, masanın öbür ucundaki, hatta bütün masalardaki sensin. Dalıp dalıp gidiyorum gerilere. O masada oturan da, kumsalda sahte gülüşlerle boğulan da ben değilim. Ben seninleyim, senin kollarında, seninle konuşuyor, seninle...
- Rabbim ne olur onu unutmama yardımcı ol.
Bu gece hava serin. Balkonuma iki kişilik bir masa hazırladım. İki de kadeh koydum. Az ilerdeki bardan müzik sesleri geliyor. Deniz üzerinde yakamozlanan renkli ışıklara rağmen ürkütücü karanlıkta. Kumsalda oturmuş bir çift görüyorum. Birbirlerine sarılmışlar. Bir tuhaf oluyorum! Kıskanıyor muyum ne mutluluklarını?
,
Yoldan geçen birinin seslenişiyle kendime geliyorum. Seçemiyorum bir türlü. Sarhoş muyum, yoksa ağlamakta olduğum için mi?
- İyi geceler hanımefendi. Bu saatte hâlâ yatmadınız mı?
- İyi geceler efendim. Uykum kaçtı da.
- Ne o yalnız mı içiyorsunuz? İnsan arkadaşını davet etmez mi?
Tekrar daldığım seninlelikten, cevap bile veremiyorum. Duymadım ki ne dediğini.
- Aşk olsun, bana bir kadeh bir şey ikram etmeyecek misiniz?
- Ooo. Affedersiniz, buyurun.
Onu, belki de adı seninle aynı olduğu için davet ediyorum. Konuşmalarımız arasında, sık sık adını tekrarladıkça, seninleymişim gibime geliyor. Bir an, gerçeği görür gibi oluyorsam da, bu tatlı hayalin, bu tatlı yalanın kollarında kaybolabilmek için karşımdakinin gözlerine hiç bakmıyorum. Sen oturdun az önce o sandalyeye. Ve bu sahte rüyadan uyanmamak uğruna içiyor içiyorum. Ne kadar sonra bilmiyorum, kendimi onunla sahilde yürür buluyorum. Ne zaman geldik, nasıl geldik? Öyle sarhoşum ki, rahatlıkla onda bir sen yaratıp mutlu olabiliyorum, sahte ve gelgeç de olsa. Bu nedenle olsa gerek elimi tutmasına, hatta öpmesine bile karşı koyamıyorum. Beni eve bırakıyor bilmem ne kadar sonra. Ama kendisi de kalıyor. Ben de git diyemiyorum. Seninle hiç yaşamadığım, seninleliği yaşayacağım onunla. Gözlerimi kapatıyorum sımsıkı, seni düşleyeceğim. Sus diyorum, konuşma, tek kelime bile. Kulaklarımda hâlâ senin sesin var çünkü!
Alkolün tesiri geçmiş olacak ki, gerçeği görebiliyorum. Kendimden de, ondan da iğreniyorum. “Defol” dediğimi hatırlıyorum o kadar.
Bir başka akşam, yemekte birinin bana kur yapmasına izin veriyorum yine, sesi senin sesine benziyor diye. Diğer bir gün, bir başkasının öpmesinde sakınca görmüyorum. Dudakları tıpkı seninkiler. Bir diğerinde saçların, bir başkasında gözlerini buluyorum. Ne kadehleri, ne de bu güne kadar kaç kişi olduğunu sayabilecek gücüm var. Hepsini birleştirsem, yine de bir sen olmuyor. Başka başka erkekler var karşımda, hep başka birileri. Ama hiç biri yok aslında. Biriyle el ele, biriyle yemekte, bir diğeriyle yatağımı paylaşmakta değilim. Seninleyim aslında. Kimi kez de, belki yeniden sever, seni unuturum ümidiyle ondan ona dolanıp duruyorum.
Hepsinden bıkmış olmalıyım ki bu gece yalnızım. Yalnız yatıyorum. Sigara ve içkim elimde. Hepsi karşıma geçmiş, kahkahalarla gülüyorlar. Pis pis, iğrenç iğrenç. “Hepiniz benden bir şeyler aldınız, bir şeyler götürdünüz” diyorum. Sesim ağlamaklı ve boğuk. Sesime; duvara, daha doğrusu, duvarda şekillenen suratlarına fırlattığım, kadehin şangırtısı karışıyor. Ağlıyorum hıçkıra hıçkıra, katıla katıla. Nereden sonra başlıyorum bilmiyorum ama gülüyorum kahkahalarla bu defa.
-Aptallar, ne aldığınızı sanıyorsunuz? Sizin elini tuttuğunuz, öptüğünüz, birlikte olduğunuz sadece bir cesetti. Evet bir ceset! Çünkü ben her şeyimi ona vermiştim. Hiçbir şey kalmamıştı ki bende. Ve ben bir ölü! Yaşayan bir ölüydüm! Öldürmüştü beni gidişiyle!
Ve o gece sabaha kadar, dalgalar kayaları dövdü beynimle birlikte. Karanlıkta dalgaların sesini baskılayan ben, kahkahalarla gülüyordum!..
İşte böyle olacak belki yaşamım bundan sonra, böyle sürüp gidecek. Belki, belki de o kahkahalardan sonrasını hatırlayamayacağım. Beni nereye götürdüklerini, kim olduğumu bile!
Belki de, o gece dalgalar, kayalar yerine beynimi dövecek sadece, dayanamayacağım duvarda pis pis sırıtan yüzlere. Bana kucağını açmış denizde bulacağım ebedi sükûnu!..
Kim bilir, bunların hiçbiri de olmayabilir. Seni bekleyebilirim yıllarca aynı ümitle, fakat daha bir artan özlem ve sevgilerle. Ta ki seni, yıllardır yerinde olmayı düşlediğim kişiyle görene dek. Ve ondan sonra atılırım kollarına, bazen en güzel çözüm, en tatlı dost olan ölümün.
Yıllar evvel, o çok mutlu olduğumuz günlerden birinde, bir Pazar günü ayın dokuzuydu. “Beni bu kadar çok seviyorsun, altı ay sonra ne yapacaksın? Ben seni bırakıp gideceğim” demiştin. “Bilmem” demiştim ağlamaklı.
Bu güzel Temmuz öğleden sonrasında, kumlara uzanmış, aradan onca yıl geçmesine rağmen, hâlâ bilemiyorsam. İçimde ufacık da olsa, bir ümidin var oluşu. Seni bir kez, kısacık bir zaman diliminde de olsa görebilmekten yana.
Bildiğim tek gerçek;
Sensiz yaşamın hâlâ çok anlamsız!
Yeryüzünün hâlâ bomboş olduğu!
Ve hâlâ;
BEN SANA BEDDUA EDEMEDİM!..