- 1846 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
DRAGONYA
Çeşme / Dalyanköy
Bir sonbahar denizinin gümüşi yansımaları gözlerimi sulara daldırıp çıkarıyor. Sonra tekrar dalıp gidiyorum. Ufku karalayarak oradaki küçük balıkçı sandallarından akan türkülerle oynaşıp dertleşiyorum. Büyük balıkçı gırgırlarının her sabah koya girmesiyle kopan hengame beni her zaman heyecanlandırır. Bunlar her sabah martılar, insanlar ve akşamdan kalmalar arasındaki her gün kutlanan ve tekrar tekrar sıkılmadan yaşanabilir törenlerdir. Hele teknelerden atılan sardalyalara hücum eden binlerce martı, gökyüzünü bir papatya tarlasına çevirdiğinde, o beyaz kanatların can havliyle, umutla havada çizdiği kavisler en duygusuz adama bile seçkin söylemler, uzun şiirler yazdırabilir. Oysa bu durum bir şaire çattığında onu baştan çıkarır. Damarlarındaki kan basıncı artar. Gözleri yuvalarından fırlar, kulakları radarlaşır. Çünkü hiç bir kareyi, hiçbir anı, hiçbir nefesi kaçırmak istemez. Çalıp kaçmak ister şehrindeki başka enstantanelere, başka şiirlere...
Martı çığlıkları köşedeki kırmızı burunlu ayyaşın yüzüne çarpıp, tekrar tekrar kulaklarımı kaşıyıp, oradan da oltamın ucundaki titreşimlerin heyecanına karışıyordu. Ayyaşın yorgun suratında iki kırmızı leke gibi duran gözleri bir an suratımda gezindi. Neden bilmem ama bu bakışlar sigara ihtiyacımı kamçıladı. Derin bir nefes çekip, dumanını seyre koyuldum. Bu sarhoşa rağmen şehir varoşlarının gri yalnızlığı, bozuk paralar ve süt şişelerinden sonra cennetin yeryüzündeki yansımalarından birinin orta yerinde hayal kurmanın keyfini başka hangi somutluk verebilirdi ki?
Miting alanlarının, terminallerin, sinema salonlarının önünde kavrulmuş kestane satanların, sabahı sesleriyle bulandıran seyyar satıcıların böğürtülü, çirkin ve katı ünlemlerinin yerini kuş sesleri aldığında hayatın yeniden yorumlanılması gerektiğini düşünüyorsunuz...Ama yine de o kırmızı gözlerin tenimde bir ürpertiden çok, şehirdeki klakson seslerine olan tepkime benzeyen yanı beni deli ediyor. O şehire tekrar dönmek istemiyorum...
Sarhoşun gözlerinin büyümeye başladığını hissediyorum. Büyüdükçe üzerimdeki tahakkümü de artıyor. Israrla gözlerini gözlerimde dolaştırıyor. Oltama vuran balıkların hiçbiri yakalanmıyor...Sarhoş duman duman,yudum yudum dikkatimi içiyor...Muhtemel küçük balıklar yemi bitirdiler...Oltamı çekip tekrar atmaya eriniyorum. Ankara’lı bir hoyratlıkla taşralı olağan şeyleri gerçeküstü senaryolaştıran beynim, şehirsiz şiir yazamam tezini hızla çürütüyor. Evet...Ben burada, tam bu noktada anadan yeni doğmuş kadar temiz ve masumane bir şeyler karalarken, bu sarhoşu şehire ve onun varoşlarındaki gri sabahlara yollamalı. Ekolojik dengenin ancak bu şekilde korunabilineceğine inanıyorum. Daha doğrusu öyle düşünüp , düşündüklerime inanıyorum...En iyisi oltamı sudan çekip yeni yemlerle, yeni aç gözlülüklere dadanmalıyım.
Sarhoş hala hummalı gözlerle bana bakıyor. Oltam bu bakışlardan etkilenip göremediğim diplerde bir yosun ya da kayaya takılıyor. O kırmızı burunlu, kırmızı gözlü adamı bir güzel dövmek istiyorum. Sabah sabah sinirlerim geriliyor...Oltam geriliyor...
Oltamın kopmasını istemiyorum. Çekiştirmelerim nafile, biliyorum,o adamın adaletsiz gözleri yaptı bunu...sövmek istiyorum ,kelimeler boğazımda düğümleniyor.Sövmek istiyorum ama adam tabiatın o güzelim dekorunda aykırı şehirli bir trafik lambası gibi duruyor.Ağlamak istiyorum...ağlamak istiyorum laaan..!Ağlamaklardan bir ordu kurup bu adama saldırtmak belki de...Oysa yalnızca susuyorum susuşum haykıran bir çığlığa dönüşüyor.sabrımın sınandığını hissediyorum...
Göremediğim diplerde bir şeyler oltamı çekip alıyor. Elimde geriye boş bir misina kalıyor. Adam bu olay karşısında hafif bir gülümseme ile omuzlarını üzerinde gereksiz bir ayrıntı gibi duran başını sağa, sola sallıyor. Çıldırmamak için kendi kendime teselli verebilecek uygun düşünceler arıyorum. Adamın başını sallaması ile birlikte, misina dolaşmaya başlıyor. Ayaklarıma,kayalara, ot parçalarına, ellerime, sigarama dolaşıyor. İnanılmaz doğal düğümler oluşturuyor.sinir katsayımın 7.2 şiddetinde titrettiği ellerim,o üşümüş,soğuktan morarmış zavallı ellerim bu karmaşıklığı çözmeye çalışıyor. Çözmeye çalıştıkça daha da umutsuzluğa düşerek misinalardan kurtulup adamın o gereksiz kafasını vücuduna bağlayan etten uzantıya sarılmak istiyor. Zorla bu gereksiz cinayete engel olmaya çalışıyorum.
Her şeye rağmen bu kargaşadan kurtuldum. Şimdi daha sakinim. Denizin gümüşi kıpırdanışları, köşedeki heykel ve balıkçıların her birinden bir kahraman çıkartabilecek yanık ama soylu suratları arasında sarhoşu unutmaya çalışıyorum. Küçük, zarif ama tehlikeli iğnecikleri misinaya dizerken bir de ıslık tutturuyorum. "Deniz üstü köpürür...hay canım..rinna rinna nay..."
Anlaşılmaz bir şekilde kontrolünü bir an kaçırdığım gözlerim, hafif sola kayıyor. Bütün çabalarıma rağmen sarhoşu görmek zorunda kalıyorum. O kırmızı soysuz surat hala kıpırdamadan beni izliyor. Gözleri oksijenimi azaltıyor. Kimselere anlatamayacağım yeni paranoyaların başlamasına neden oluyor. Ustalıkla kahroluyorum. İğneler ellerime saplanıyor. Acının tarihsel gelişimini yadırgamadan akan kanda düğümlenip, çocukken okuduğum masallardan birine çatıyorum. İğne uğraştıkça elime daha çok gömülüyor. Adamın gözleri büyüyor. nefretim fetişt uçlara kaymaya başlıyor. Oysa adam acımın bir benzerini hisseder gibi ben iğneyi çekiştirdikçe suratını büzüyor.
"Ne bakıyorsun bee !"
hiç tepki vermiyor..Allahım aklıma sahip çık ...Öfkemi dışa vurmazsam delireceğim.
"konuşsana bee! konuş lan"
Nihayet başını başka bir tarafa çevirdi.yeniden yaşamaya başladığımı hissettim. burun deliklerim sudan çıkmış balığın solungaçları gibi hızlı hızlı açılıp kapanarak, bu huzur anının bütün nefeslerini sanki bir daha yaşanmayacak gibi soğuruyor. Göz ucuyla kontrol ediyorum. adam hala başka tarafa bakıyor.Bu fırsattan yararlanarak, seri ve prezantabıl hareketlerle yemlerimi iğnelere takıp,savurarak denizin bağrına gömüyorum. Adam hala başka tarafa bakıyor...niye ki..?
Şimdi rüzgarın şakaklarımda o şefkatli ellerinin itinalı gezintilerini hissedebiliyorum. Güneş sağ kaşımın üzerinde kıvrılıp, geri uzaklara dönüyor. Göz kaslarım ağırlaşıyor. Adam iğrenç sesler çıkararak elindeki şarap şişesini soğuruyor. Adam hala bana bakmıyor........Niye ki...?
Fırsattan istifade bu sefer ben ona bakıyorum. Kırk kırkbeş yaşlarında. Üzerindeki pardüsönün pislikten rengi seçilmiyor. Ne hikmetse içine sarı bir tişört giyip, kayışa dönmüş bir de kravat takmış. Şalvara dönmüş bir pantolon, altında çıplak ayaklar ve bulaşmış balık eziği...amma dikkatli kestim adamı...Kendi yaptığımdan utanıyorum. Kendime kızıyorum
...Ne diye bakıyorsun elin adamına...sana ne...Balığını tut,hayal kur ve ülkeni düşün...Çifte standartları,politika da ki kirlenmeyi, susurlukları..."Yıkılmadık ayaktayız...Çünkü boğazımıza kadar boka battık"...Oysa martılar ne kadar güzel ve deniz ne kadar lacivert...
İşte o muhteşem an geldi. Oltamdaki yemin balık tarafından didiklenişi, oltamın ucunda ritmik hareketlere neden olurken, adrenalin salgılarım iliklerime kadar tatlı bir ürperti veriyor, doz arttıkça bir humma sarıyor bedenimi. Nefes bile alamıyorum. Tıkırtılar alıp beni başka tıkırtılara saplıyor.O tıkırtıları karnımda ve kalbimde hissetmeye başlıyorum
....Çe..çe...çekiyor...aman Allah’ım..!..
Balık yakalandı ve oltamı çekiyor. sakin...sakin olmalıyım. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla düzenli hareketlerle oltamı çekerken ucundaki ağırlığın zorlamaları heyecanımı bir kat daha artırıyor. Adamı iyice unutmuş olmalıyım. Bütün engelleme ve dayatmalarına rağmen, bak işte yakaladım...Balığım geliyor...Kimbilir ne kadar büyüktür? kimbilir cinsi nedir? artık görebileceğim bir yere kadar yaklaştı. Gümüş renkli sırtında parlayan güneş gözlerime dokunduğunda gayri ihtiyari gülmeye başlıyorum "yakaladım işte..ha..ha..hay..hemde kocaman..yakaladııım...lan"
Tam oltamı sudan çıkarıyordum ki unuttuğum adam,işte o sarhoş adam,bir anda ellerime sarıldı. Deliye dönmüştüm.
-bıraksana be adam..bırak dedim sana
-o dragonya..
-başlarım gonyana..
Artık bu adamı öldürebilirdim. Hatta öldürdükten sonra küçük parçacıklara ayırıp, balıklara yem yapabilirdim. Hatta gözünün birini oyup, diğer gözü bakarken çıkardığım gözü pişirip tekrar ona yedirebilirdim. Hatta Filistin askısında aylarca bekletip her kahvaltıda oralarına elektrik verebilirdim.
-Öldürecem lan seni...Bırak oltamı...
-O dragonya...
Artık kan beynime sıçramıştı. Hatta kulaklarımdan, burnumdan dışarı çıkabilmek için korkunç bir basınç uygulamaktaydı. Artık vicdanen de bir sıkıntı duymadan, bu cehennem zebanisini, bu alçak sürüngeni, bu laneti parçalayabilirdim.Oltayı bırakıp gırtlağına sarıldım,
-bırak ulan..bırak ulan bıraaaak..!
Adam her şeye rağmen oltanın ucundaki balıkla ilgileniyordu. Ayağıyla başını ezerek oltadan kurtardıktan sonra, bir tekme ile o canım balığımı denize gönderdi...
-Allah’ın cezası...niye attın lan balığımı denize ?
boğazını iyice sıkmaya başlamıştım. Adam artık morarmış dudakları arasından "o dragonya" diye inliyor, ben 18 yıl mapus yatmayı göze almış boğazını sıkıyordum. Birden bir sürü el bedenimi kavrayıp adamı elimden kurtardı. Onlara da saldıracaktım ama karşımdaki temiz yüzlü denizci çocuğun gözlerimin içine masum bir ifadeyle, yalvarırcasına bakışını fark edip sakinleştim...
-Abi ne kızıyorsun adama,Yakaladığın dragonya idi...O balığın zehirli iğnelerine bi dokunsan ya felç olur ya ölürdün...adam seni kurtardı..sen teşekkür edeceğine boğazına sarılıyorsun...
-ne ...Dragonya mı?
Gözlerim sarhoşu aradı..Yolun sonunda kaybolmak üzere bağıra bağıra gidiyordu..
-O dragonya..salak herif o dragonya..Şehirli züppe
o dragonya...
YORUMLAR
Çok güzel ve acıtan bir anı!
Balık avına meraklı olan eşim ;Yıllar önceydi dragonya balığı yakalamıştı,aceleci olan annem eşim yorgun diye balığı ayıklamaya kalkışınca dragonya balığı annemi çarptı ve annem morarmaya başladı,numune hastanesine zor yetiştirdik,serum ve dr larımız sayesinde kurtuldu...
Saygılar efendim...
hikayeyi okurken; o adamı siz yarattınız ve mutlaka size bir şeyi göstermek için orda diye düşünmüştüm...sonunda yanılmadığımı gördüm...
tanrı sizi korumuş...bazen en hoşlanmadığımız insanları kullanır tanrı bize bir şeyler anlatmak ya da korumak için...para ile imanın kimde olduğu belli olmaz derler ya...öyle işte...siz adamdan hoşlanmasanızda tanrı adamı sizi korumak için kullanmış...hiç bir kulu küçümsememek lazım...her kul O ' na ve evrene hizmet ediyor çünkü...bunu bu hikayede bir kez daha gördüm...
ibret verici bir hikayeydi...kutlarım...