Gurbet Akşamları ...
’’ Belki vardır... Muhakkak etmişimdir de... Ama ; öylesine kavga ettiğimi , döğüştüğümü pek hatırlamıyorum ’’ derdi hep...
O aziz dostumun gönül ve hanesinin misafiriydim o gün... Oldukça mütevazı ama bir o kadar da leziz ve bereketli iftar yemeğimizin hemen akabinde , çaylarımızı yudumlarken, sigarasından derin bir nefes çekip ;
-- Benim beyim !.. Benim efendim !.. Hayal mi dersin yoksa düş mü , bilemem de... Şimdi iyi dinle bu fakiri !.. İstersen deli de !.. Ama ne olur dinle ! .. diye başladı anlatmaya...
Kara batak gibiydi... Bir dalıp bir çıkıyordu... Kaybolduğundaysa nereden , ne zaman görüneceğini kimse bilmiyordu... Onu ve ahvalini merak edip , derdinde olan başkaları da var mıydı , onu da bilmiyordum...
En son geçen yıl bu vakitler di gördüğüm... Hüzün yüklü sonbahar akşamlarının bir iftar vakti...
Adını ; yıllardır koyamadığım gibi , kimselere de diyemediğim , içimi yakıp kavuran buruk sancının had safhaya ulaşıp , dayanılmaz hâl aldığı gurbet akşamlarındaki o iftar vakti ...
’’ Aradığınım ! diyordu hâl lisanıyla... Ötelerin ötesinden , onun da en ötesinden gelenim !.. Derdinim , tasanım ben senin !.. Aramakla bulunmayanım ama yalnızca arayanlara bulunanım !.. Derdime düşenlerin derdiyim !.. Arzulayanları arzu edenim !..
Tadın , lezzetin , güzelliğin menbaıyım !.. Şeker şerbetiyim , ballar balıyım !.. Velhasıl aşkım ben !.. Aşığım ben !.. Seven de , sevilen de benim !..
Şirin’i seven Ferhat’ da benim , Ferhat’ın sevdiği Şirin ’ de !..
Bazen ; üstüme giyindiğim libasıma , etime , kemiğime bakıp da aldanma sakın !.. Suretimde nem var benim ?.. Siretimdedir madenim !..
İşim gücüm aşk , sevmek benim !.. Aşk yer , sevda içerim. Dengim olmadığından hasmım da yoktur... Hasmı olmayanın cengi cidali , kavgası mı olur ?.. Kavgası olmayan nazeninim ben !..
Ele avuca sığmayanım !.. Bilinmeyen , görünmeyenim ama , her zerreden baş gösterenim !..
Gülistanda feryat eden bülbülleri seven gül benim !.. Hangi bülbülün haddine düşmüş ki beni sevsin ?.. Canlar yakan güzelliğim ve hoş kokum , onların gönül gözlerine ve burunlarına değmedik çe... Ben onları sevmedik çe...
Kargayı gül budağında öterken kim görmüş ki ?.. Can kulağıma ; bülbüllern feryadın dan , ahu figahından daha hoş gelen hiç bir seda yoktur...
Bu yaşına kadar şaşılığını inkâr ettiğin şaşı gözlerinle ; ikiliğe düşüp , şirke girer de günah işlerim korkusuyla , önünden her gün gelip geçtiğin şu meyhaneden içeriye , başını uzatıp da bir bakmadın !..
Bak hele bir Allah aşkına !.. Meşk ehli nasıl da cümbüş etmekte ?.. Dolan kadehlerini havaya kaldırıp ’’ Şerefe ! ’’ derken şereflenirler de , ÇIN !.. ÇIN !.. sesleriyle nasıl da çınlatırlar seher vakitlerine kadar arzı , semayı ?..
Halbu ki , gönül kadehlerine doldurdukları şarap tektir. Bir küpten alır verir onu sakileri... İşte o şarap benim !.. Saki de !..
Kadehlerin çokluğu ise zevki cümbüştür... Aksi halde , kadeh tek olsaydı hiç ÇIN ! ÇIN ! der miydi ?.. Atan Adem ( A.S. ) ile , Havva ’daki esrarı var bundan anla !.. ’’
İçinde bulunduğum zamandan çıkmış , akıp gidiyordum. Vaktin oğlu , zamanın ve mekânın esiri değildim artık ...
Geri dönmeyi istemediğinden ; koştukça nefesi açılan halis cins yarış atları gibi , huruç edip yükseldikçe keyiflenen ruh kuşum , sanki Zümrüt-ü Anka olmuştu ...
Hoca Ahmet Yes’evi diyarından Horasan’a , Belh’i Buhara’ya... Semerkant , Taşkent derken Anadolu ’ya ... Asırlardır ömürlerini Aşk ! Aşk ! diye feryat ederek bitiren Yunus’ ları , Hacı Bektaş’ ı Veli’leri , Hz . Pir Mevlana ’ları doğuran anaların diyarı , Türk ’ün has yurdu Anadolu ’ ya doğru süzüldü Zümrüt-ü Anka ’m...
Kutlu dergâhın eşiğine yaklaştığımda , tatlı bir telaş vardı etrafta...
Gün boyu tarlada , yazıda , bağda , bahçede ; kavuran güneşin altında çekilen çile ve ızdırabın , artık bala , lezzete , aşk-ı muhabbete dönme vakti gelmiş de , meğerse onun telaşıymış bu !..
Obalardan gelen oymak beyleri , ağalar , paşalar ; daha o Şahı Veli nin köyünün sınırlarına gelmeden ünvanlarını , ad ve sanlarını , şanı şöhretlerini soyunup atıyorlar , o kutlu beldeye , huzura öyle geliyorlardı...
Dışarıdan gelen misafirlerin önce karınları doyuruluyor , sonra kimin nerede yatacağı tembihlenerek son hazırlıklar ikmal ediliyor , yavaş yavaş herkes yerini almaya başlıyor du...
Nefesler tutulmuş , başlar sol tarafa bükük huşu ve edeple beklenirken , ortalığa hakim olan sükût ise ayrı ayrı bir tat , ayrı bir lezzet...
YORUMLAR
Zümrüt-ü Anka kuşu gibi aşka özgür olun . Mevlana gibi ,Şems gibi bir ömür aşkla yaşayın efendim .Harikulade bir öykü . Kaleminize sağlık .Çok hoştu....
balıbey
Ne güzel dualar etmişsiniz yine ... Yürekten amin diyor , en kalbi selam ve saygılarımı sunuyorum ben de ...