- 780 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KEDİ
Köyümüz, güzel meşe ağaçlarının süslediği ormanıyla bir cenneti andırırdı.Sultanbaba dağının eteğindeki bu güzel köy rüzgârı, buz gibi sulara sahip çeşmeleri ve narin deresiyle gözlere arz-ı endam ederdi.Nazlı dere, orman içinde bir kaynaktan çıkar, yatağı boyunca sürüklenir, sürüklenirdi.Belki de yanlış hatırlıyorum; bir dağ kaynağından da çıkmış olabilir.Köyümüz Munzur suyunun geçtiği Torunoba’ya yaya olarak bir buçuk saat mesafedeydi.Cevizleri, balı, fasulyesi ve armutlarıyla ünlüydü.Köyümüze envai çeşit kuşlar gelirdi, ama en çok, kenger topladıktan sonra torbadan dökülen kengerleri kardeşinin yediğini sanıp onu öldüren ve sonra gerçeği anlayınca pişman olan ve duasıyla bir kuş olup ‘’eyvah ben kardeşimi öldürdüm’’ diye öttüğü söylenen, efsane olmuş bir kuş ilgimi çekerdi.Sabahları erken kalkar, koyunların ve keçilerin ağıldan çıkışını seyrederdim.Bu benim için eşi bulunmaz bir zevkti.Hayvanlar tepinir, birbirine girer, etrafı hırçın bir toz dalgası sarardı.Hep onları ben gütmek isterdim, ama annemle babam müsaade etmezdi.Okula yeni başlamıştım ama öğretmenler bize ders vermek şöyle dursun, okul için odun taşıtınca okuldan soğumuştum.Okuldan kaçar, kardeşimle ceviz ağaçlarımızın yanına giderdim.Eylül ayında cevizler olgunlaşınca ailece onları toplardık.Kankol dediğimiz bir ağacın meyvesinden düdük yapar, ondan zurna gibi bir ses çıkarırdık.Köyün erkek ve kız çocukları beraber saklambaç oynardık.Köyde kış çok çetin geçerdi.Nerdeyse bir ev boyu kar yağardı.Hatta babam bir defa çığın altında kalmış, mucize eseri olarak kurtulmuştu.Altı kardeştik, ama neden bilmem annem içlerinden en çok beni severdi.Hatta hiç unutmam bir defa bir arkadaşımla Elazığ’a gidip bisiklet alacağız diye kaçmış, kaybolunca annem yaslara bürünmüştü.O zamanlar eli baltalı, deli bir kadının oralarda gezdiği bilindiğinden belli ki ailem benim çok endişelenmişti.Nerdeyse tüm köy bizi aramak için peşimize takılmış, başka bir köye varmadan bizi ancak bulabilmişlerdi.Zavallı anacığımın keyfini ve o anki mutluluğunu sormayın.
İşte köyümüz böyle bir yerdi.Bir dağın eteğinde ormanıyla yemyeşil ve sakin dururdu.Günler böyle geçerdi.Köyde beni en çok etkileyen olay bir kedinin ölümüydü.Nasıl diye soracaksınız.O zamanlar henüz beş, altı yaşlarındaydım.Birgün Özgür ve Celal adlı arkadaşlarımla geziyorduk.Ağaçların olduğu ormanlık bir yerde, dere kenarındaydık.Biz üç yaramaz, ağaçların ve şarıl şarıl akan derenin güzelliğinden büyülenmiştik ki orada yavru bir kedi gördük.Özgür ve Celal birden nedense huysuzlaştılar.Etrafta taş olmadığı için Özgür:
-Bize büyük bir taş ver, bu kediyi öldüreceğiz
dedi.Hemen karşı çıktım:
-Olmaz, yazıktır, henüz yavru bu
dedim, ama ne yaptıysam beni dinlemediler.Tehdit edip:
-Eğer taş vermezsen seni döveriz
dediler.Mecburen onlara arayıp bulduğum büyükçe bir taş verdim.Kedi, tam hatırlamıyorum ama siyah veya gri renkliydi.Bu çok sevimli bir yavruydu.Birisi kediyi tuttu. Kedi çığlıklarla miyavlıyor, kurtarın beni der gibi yalvaran gözlerle bana bakıyordu.Birden taşı masum kedinin başına hırsla vurdular.Zavallının başı bir anda kanla doldu.Çırpınan ayakları yavaşça hareketsizleşti.Ne yazık ki zavallı kedi ölmüştü.Masum cenazeyi acımasızca dereye attılar.Ben:
-Ne yaptınız, beni de suça ortak ettiniz
dedim ama beni dinleyen yoktu.Özgür ve diğeri büyük bir iş başarmış çocuklar gibi vakarla ordan ayrılırken:
-Senin aklın ermez, altı üstü bir kedi
dediler.
Ben o gün hiç rahat olamadım.Pişmanlık, üzüntü ve acımayla karışık tuhaf bir sıkıntı göğsümü yararcasına beni yiyordu.Akşama doğru birden fenalaştım.Sanırım havale geçirmiştim.Uzun kırmızı saçlı, korkunç cinler görüyor, yatakta bir o yana bir bu yana debeleniyordum.Zavallı annemle babam beni zor zaptediyor, ‘’cin falan yok’’ diye beni teselli ediyorlardı; ama nafile.Kapıda uzun kırmızı saçlı iki cin kollarını açmış bana bakıyor, ‘’gel buraya Nihat’’ diyorlardı.O uzun kırmızı saçları ve gene kıpkırmızı gözleriyle inanılmaz korkunçlardı.Nereye baksam aynı korkunç cinleri görüyordum.Saate, duvara, hatta babama baktığımda bile o hayal gözüme çarpıyordu.Böyle sabahı zor ettim.Sabaha doğru pir geldi.Çayıma okuyup üfledi ve iç dedi.İçtim ve sakinleştim, ama onun etkisiyle mi iyileştim yoksa zaten havalem geçmek üzere miydi bilmiyorum.Daha sonra babam bir kurban kesip dağıttı.
Ne zaman bir kedi görsem içim burkulur.Aklıma acılar içinde çığlık atar gibi miyavlayan o zavallı masum kedi gelir.O kedi sanki bana ‘’beni sen öldürdün, sen katilsin, onlara o taşı sen verdin’’ diyerek beddua eder.İşte o an ben de bir kuş olmak, ‘’o kediyi ben öldürdüm’’ diye sonsuza kadar ötmek isterim.
Nihat KAÇOĞLU
06.09.2008
Not:Bu öykü ağabeyim Nihat Kaçoğlu’ya aittir.