EBRULİ KENTİN NAZLI HİKAYELERİ
Mavi uçurtmaydı onunkisi,gökyüzü gibi,özgürlük gibi,dalgalarla boğuşur gibi...
Maviye vuruldu,vuruldu ya vurulmasına,hiç vuramadı kimseyi sözleriyle ya da silahtan
daha çok can yakan bakışlarıyla.Keskin bakardı,yumuşaktı aslında teni,hem henüz
nasırlaşmamıştı da taze yüreği.En çok kendine batardı incecik ruhu,bilirdi ki o;
Mevlana da yaşamıştı bu hayatı...
Adını annesi koymuştu,babası öyle istemişti.Babasını bilemedi hiç,görmedi yüzünü,
ufacık ellerini süremedi babasının baba kokulu tenine,hiç parka da gitmedi ;ama gördü
çocukları,yanlarında sürekli onları kollayan bir adam vardı.Kimdi o ;baba mıydı?
O, adını babası gibi sevdi.
Yıllar önce koyulmuştu adı;bilinmezdi ki böyle olacağı,daha doğmadan çok önceleri baba yüreği hissetmişti belki de oğlunun yazgısını,kimbilir belki de kendi bulamadığını oğlu bulsun istedi,adı gibi olsun,sonsuz olsun...
Kader,süprizlere hep gebeydi...
Daha çok nefesi vardı,göklere,dağlara,denizlere,ufuklara,mavilere soluyacağı...
Elbet bir gün o da dalacaktı,gözlerinin daldığı fakat dokunamadığı şafaklara...
Küçücük ellerinin,sıcacık avuçlarına binlerce surat doldurmuştu.Bir o değildi,
bir annesi değildi ki dünyayla arasında ince bir duvar olan.Üstelik duvarları onlar
örmemişlerdi.
Kaç insan,adının önüne katmıştı bu sıfatı,hem de hiç hazır değilken;kader mahkumu
olmak,anne olmaya nasıl da ağırca yüklenmişti ...
Gerildi,esnedi ,ölüm gibi üfledi soluğunu.Boşuna değildi bu iç çekişleri;
öyle vicdansız ikilemlerle ,her gece,galibi olmayan savaşlara girdi ki...
Anne dedi:
-Neden bukadar soğuttun nefeslerini.Neden kucağının sıcaklığı gibi esmiyor nefesinin
fırtınası...
Bilmezdi ufak yürek;annesi uçurtmaları çoktaaan bırakmıştı...
İpleri saldı,ömrünü hayatın akışına saldığı gibi...
Ne insanlar gördü ve binlerce insan yok eden hikayeler...
Biri;bıkmıştı nefesine binen pis kokulardan.Bedeni ağırlaşmıştı,üzerine
yüklenen namus ağırlıklarında ,satmışlardı onu,özgürlüğü çoktan satılmıştı ya,dayanamadı...
Kabil oldu bir anlık öfkeyle,habil kılığındaki kabillere kıydı...
Biri daha vardı;vücudundaki morlukların kinini,bıçak darbeleriyle kırmızıya buladı...
Ah keşke bukadar da kalsa,niceler,daha niceleri vardı...
O uçurtmayı savururken duvarın ardına,annesi çukurlaşan gözleriyle
izliyordu küçük oğulunu...
Anne dedi:
Özgürce bağırdı...
-Uçurtmam duvarları aştı anne;birgün binip uçurtmalara biz de uçacağız ufuklara.
Aşacağız anne ,birgün birlikte el ele aşacağız duvarları,bizim yüreğimizde değil ki
duvarlar,etrafımızda anne...
Annesi tutuştu,boğazına yumruk yumruk düştü oğulu...
Özgürüm dedi,oğulum,affet beni,sarıldı boynuna,ağlamaya yoldaş gözlerinden ızdırap dolu
binlerce yaş akıttı...
Yandı yürek...
Yandı gelecek...
Yandı duvarlar...
Yandı kader ...
Yandı mahkumlar...
Gülümsedi özgür,sabret dedi,sabret anne...
Affet dedi annesi içinden çığlık çığlığa,affet oğul,affet özgür,ben yaptım,erkenden olgunlaşmamalıydın,sen hiç çocuk olamadın ,hani nerde arkadaşların,uçurtmanı ben yalnız bıraktım...
Suçluyum...
_Bahar Liman_
yazarken ağladığım ilk hikaye...