- 797 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Kadın...
Bir kadın sırtını duvara yaslamış, zamanın gece yarısını çoktan geçtiği o karanlık gecede sırtını yaslamak için duvardan daha güzel bir şey bulamamış, öylece duruyor tek tük insanların geçtiği sokağın başında. Simsiyah-belki de değil kimbilir-dalgalı saçları uçuşuyor gecenin karanlığına meydan okurcasına. Uzaktan kahve, yakından yeşil-belki de değil-gözleri uzun aralıklarla açılıp kapanıyor, kaldırım taşlarına yönelttiği gece gibi puslu gözleri dalıp dalıp gidiyor. İncecik bedenini saran koyu gri paltosu, karanlığın içinde öylece duran yapayalnız kadını daha da çekici kılıyor. Kör gecenin karanlığında, deli rüzgarın kucağında, herhangi bir sokağın başında bu yalnız kadın ne yapıyor, ne düşünüyor, kimse umursamıyor kadının da umrunda değil hiç kimse ve hiçbir şey.
Kendini bulmuş ama aradığını bulamamış bu yalnız kadın, kimselerin farkına varmadığı varsa da umursamadığı bu yapayalnız kadın uzun süredir dalgınca kaldırıma yöneltmiş olduğu kahve-belki de yeşil-ama kesinlikle puslu gözlerini aniden puslu gökyüzüne çevirdi. İpince bulut kümeleri gökyüzünde hızlıca ilerlemekte, ay bulutların ardında kaybolup kaybolup tekrar belirmekteydi. Ayın nazlı bir genç kız gibi bir kaybolup bir görünen aydınlık yüzünden kadının karanlık yüzüne yansıyan bir demet ışık kadının nemli kirpiklerinden yüzüne doğru usul usul süzülen birer damla gözyaşındaki gizli hüznü açığa vurmuş olmanın üzüntüsüyle titredi, kadın gözyaşlarındaki hüznü gizlemek istercesine narin ellerini yüzünde ve hızlı hızlı kırpıştırdığı kirpikleriyle gözlerinde gezdirdi.
Nemli gözleriyle puslu gökyüzünü dalgınca seyredururken aniden dün bir grup insana karşı haykırdığı sözleri hatırladı: “Neden mi?.. İnsanın sevgilisinin varlığı maddenin varlığını açıklayan genel geçer temel fizik kanunlarıyla açıklanamaz ki... Bir hacmi, bir kütlesi olan ve doğada belirli-az ya da çok-bir yer kaplayan her insan sevgili değildir ki... Ve her sevgili kişinin bir bilemediniz iki metre yarıçapındaki kendi doğasında belirli bir yer kaplamaz ki... Bazen uzakta değil midir sevgili?.. Sevgilinin varlığı genel geçer fizik kanunlarıyla değil, felsefeyle açıklanabilir ancak… Tıpkı, denizin gözünü bile kırpmadan ikiye ayırdığı bu şehirde diğer tüm ayrılıkların da daha doğal karşılanmasında mevcut bulunan ince felsefede olduğu gibi... Ve tıpkı... Bu şehirde... Ölümlerin daha doğal karşılanmasında mevcut bulunan felsefede olduğu gibi... Sevgilinin varlığıyla yokluğu arasındaki geçişmeleri ve geçişmeleri takip eden çekip gitmeleri fizik değil ancak felsefe açıklayabilir sevgili dostlarım... Ve... Aşk da ancak felsefeyle açıklanabildiği noktaya kadar vardır, başka bir deyişle temel fizik kanunlarına tabi bir-sözüm ona-aşk yok olup gitmeye mahkumdur; belki de hiç olmamıştır, hiç yoktur. Düşünce ve fikir birliğiyle, ortak bir dünya görüşüyle, hayata bakış yönünün tekliğiyle ve nispeten birbirini andıran geçmiş birikimlerle-ki tüm bunlar aşkın felsefik boyutunu oluşturur- içi doldurulamamış, fiziğin ve aynı zamanda fizikselliğin esiri bir birliktelik ne acıdır ki kişilerin kendi kısa tarih sayfalarından silinmemek için direnecek güce sahip değildir... Yani ne yazık ki... Sahip değildir işte...” diyerek bitirmişti sözlerini. Ve karşısındakilerden gelecek yorum, tepki ya da destek cümlelerini beklemeye gerek görmeden bulundukları ortamı terk etmişti; sözlerine en büyük yorum, tepki ya da destek ancak ve ancak henüz kurmadığı kendi içsel cümleleri olabilirdi. Dışsal cümlelere daha önceleri hiç olmadığı kadar kapatmıştı kendini.
Uzunca bir sürenin ardından uzaktan kahve, yakından yeşil-belki de değil-ama fazlasıyla güzel ve dalgın gözlerini gökyüzünden koparmayı başardı, yorgun bedenini de soğuk duvardan ayırıp başı önde, gözleri yerde uzaktan siyah yakından koyu gri ama kesinlikle çekici bir siluet şeklinde sokağın içlerine doğru ilerledi... Ağır ağır ilerledi... Desteksiz, yorgun, mutsuz ve umutsuzca ilerledi... Bir apartmanın kapısından içeri girip kaybolurken girdiği kapıdan günlerce çıkmamaya yemin etti... Ruhundaki yorgunluğun bedenine yansımasının eseri olan fiziksel yorgunluğun etkisiyle merdivenleri ağır ağır tırmandı, her bir basamakta apayrı düşüncelere daldı... Düşünceleri yapışkandı... Evin kapısını yavaş hareketlerle açıp içeri girdikten sonra kapıyı kilitleyebileceği her yerden kilitlediğinden emin olmalıydı, evinin kapısıyla birlikte tüm isyanı ve dargınlığıyla içinin tüm kapılarını da dış dünyaya kapayıp iyice kilitlemeyi unutmadı... Kimin onu bunca üzüntüye boğmaya hakkı vardı?...
“Kimin?..”
“Kim-sen-in...”
SERAY ANIL, 2007
YORUMLAR
Anlatımınız akıcı; sıfatlar ilginç ve çarpıcı. Tebrikler.
Çok tatlı bir dil çalışması olmuş. Tekrirler ve arasözlerle, çağdaş üslup arayışının örneğini vermişsiniz. Bu sayfalarda görmeye alıştıklarımızdan değil, "anlatı"nız. Bulunduğunuz yer edebiyatın neresidir bilmiyorum ama.. kesinlikle okurunu bulabilecek bir yazar havası var metninizde. Tebrik ederim.