Azrail'in Ayak Sesleri 1
Anadolu’nun küçük illerinden birinde başlayan lise hayatını Ankara’nın anlı şanlı liselerinden birinden mezun olarak sonlandırmış ama üniversite imtihanlarında tam bir fiyasko ile taşra da bir meslek yüksek okulunu zar zor kazanabilmiştim.
Bu duruma en çok üvey annem üzülmüştü. Daha doğrusu bir tek o üzülmüştü. Oysa ne kadar çok istiyordu benim doktor ya da mühendis olmamı, “Orhan’ım okuyacak doktor olacak beni tedavi edecek” derdi tanıdıklarına.
Babamın emrivakisi ile istemeye istemeye kaydımı yaptırmış ve hatta tesadüfen iyi bir de yurt bulup yerleşmiştim. Hemen telefon açıp durumu üvey anneme anlattım. Buruk bir sevinçle “Allah zihin açıklığı versin Orhan’ım. Ama bak üst kat komşunun kızı Nevin’de senin gibi önce kazanamamıştı. Bu sene tekrar girmiş sınava ve mühendisliği kazanmış. Sen yine sınavlarına çalış olur mu oğlum” deyip hem kendi ümidini hem de benim ümidimi yineledikten sonra gözlerimden öptüğünü söyleyip kapatmıştı telefonu.
Zaten mutlaka tekrar girmeliydim bu sınava ve artık istediğim bir bölümü tutturmak için de adam gibi hazırlanmalıyım bu defa sınavlara. Buraya okumak için değil, mecburiyetten gelmiştim nede olsa. Git denildiği için yani.
Özel dershane, okul derken bir yıl çabucak gelip geçmişti. Derslerim tam anlamıyla dökülüyordu. Hoş notlarım süpür bile olsa zaten devamsızlıktan kalmış olurdum ya. Ama neyse ki bu defa üniversite sınavlarında istediğim bölüme yakın bir bölüm kazanabilmiştim. Elbette buna yine en çok üvey annem sevinmişti. Sonradan öğrendiğime göre komşulara “Orhan okuyup büyük adam olacak” diye sevincini her fırsatta ve bulabildiği her ortamda da dile getirmekten geri kalmamıştı.
O yaz bununla da kalmamış yurt dışında yaşayan babam ve öz annem hiç beklenmediğim bir sürprizle çıkagelmişlerdi. Memleketten bir yakınımızın kızı ile bana söz kesmeye hatta nişan da yaparak bir yıl sonra tekrar izin için Türkiye’ye geldiklerinde de düğün yapmaya karar vermişler.
Bunları duyduğumda gerçekten çok şaşırmıştım. Babamın ve öz annemin benimle ilgili planlar yapmaları aslında çok ama çok hoşuma gitmişti. Hayatımda ilk defa kendimi bu ailenin mensubu olarak görmemi sağlamışlardı. Aslında biliyordum, elbette nede olsa Babam ve Annem diler tabi ki de beni düşüneceklerdi. Zaten bunun tersini düşünmekle ben hata yapıyordum. Sadece eski toprak oldukları için çocuklarına sevgilerini göstermenin ayıp olduğunu düşünüyor olmalı idiler. Aksi nasıl mümkün olabilirdi.
Ama üzerimde çok emeği olan ve düşüncelerine her zaman saygı duyduğum üvey annemin de fikrini ve olurunu almak istediğim için hemen ertesi gün Ankara ya gittim.
Eve girer girmez üvey annem her zamanki gibi tebessümle karşılamıştı beni. Sonra dönüp “Orhan sana söyleyeceklerim var” dedi. Ben asıl benim sana söyleyeceklerimi duysan aklın şaşar anne dedim. Annem söylemimdeki hayret nidasının da etkisiyle merakla “neymiş senin bana söyleyeceklerin” diye sorunca bende babam ve öz annemle konuştuklarımı anlatıp, kızı bir de senin görmeni istiyorum. Senin düşüncelerin benim için çok önemli dedim. Sonra da anneme bana ne söyleyeceğini sorduğum da “Unuttum” diye geçiştirdi. Aslında o pek unutmazdı böyle şeyleri ama şu an için o kadar da önemli olmadığını düşünmüş ve konuyu açmaktan vaz geçmiş olmalıydı.
Annem her zamanki gibi benim hatırımı kırmayıp onca yola rağmen benimle memlekete kız bakmaya gelmişti. Birkaç akşam maaile gidilip konuşulmuştu bu arada da üvey annem bir fırsatını bularak kıza birkaç soru sorabilmişti.
Ona fikrini sorduğumda “güzel, hanım hanımcık bir kız oğlum. Allah mesut etsin” diyerek bir anlamda onayını da vermiş oluyordu.
Zaten söz kesmeyi düşündükleri kız öz annemin yakın akrabası olduğu için ailelerin birbirini araştırması filan gibi detaylara da gerek kalmamıştı. Adeta yıldırım hızıyla dünürlük yapılmış ve söz kesilmiş hatta nişan için gün bile belirlenmişti.
Üvey annem bir bahane ile beni sözlümün evine göndermiş. Fırsattan istifade bende sözlümle ilk defa baş başa kalabilmiştim. Aslında beni çocukluğundan beri beğendiğini ama bunu belli edemediğini filan söyleyip bir anlamda bu işin olmasını kendisinin de istediğini ortaya koymuş oldu.
Benimse keyfime diyecek yoktu. Hayatımda ilk defa ailem benimle ilgili bir şeyler yapıyordu. Ve artık bende bu ailenin bir mensubu olduğumu anlamıştım. Demek ki bu güne kadar mesafeli olmalarının nedeni küçük yerlerde hep var olan katı geleneklerdendi.
Okulumu değiştirdiğimde bile kimse aldırış etmemişti üvey annemden başka diye kendimi boşu boşuna üzmüşüm meğerse.
Hatta ticaretle uğraşan üvey dayım işlerini büyütmek için Ankara taşınıp bir süre sonra da üvey anneme “artık sende buraya gel orda yalnız başına olman beni rahatsız ediyor” dediğinde Annem “Orhan’ın okulunu değiştirmesini istemiyorum, kalalım bir süre daha burada” diyerek her zamanki gibi yine önceliği bana vermişti. Fakat dayım da bildiğini okuyup beni ve üvey annemi Ankara’ya götürmüş kendi oturduğu evin hemen karşısında bir daire bulup orayı da bize almıştı. Aslında bu dayıma üvey demek haksızlık oluyordu. Tıpkı anneme üvey demenin haksızlık olduğu gibi. İkisi de öz annemin ve öz dayımın yokluğunu hiçbir zaman hissettirmemiş bilakis onlardan daha fazla ilgili olmuşlardı benimle.
Üvey annemin hiç çocuğu olmadığı için beni öz çocuğu olarak kabul etmesi, dayımın da ablası gibi çocuğunun olmaması ve ablası tarafından benimsenmem, beni öz yeğeni gibi görmesine yetmişti.
Üvey annem, babasının vefatı nedeniyle liseden ayrılmak zorunda kalmış, kendi zamanı için oldukça ileri düzeyde bir eğitim alabilmiş ender hanımlardan biriydi. Buna karşılık ilkokul mezunu olan babam, memur olmuş ve sanırım bu sayede de üvey annemle evlenebilmişti. Üvey annem sadece soru sorulduğunda kısa ve net cevaplar veren, bunun dışında da pek konuşmayan biriydi. Üvey annemin sayesinde daha okula başlamadan okumayı ve sayıları öğrenmiştim. Ama üvey annemle ilgili hatırladığım bende yer eden en önemli detay, kendimi bildiğimden beri gözlerinde gördüğüm o mahzun bakışlarıydı. Öldüğünde bile o mahzun bakışları hala üzerinde idi. Bu bakışların altında yatan nedenin hep babamın ikinci evliliği olduğunu düşünmüşümdür. Bu nedenle midir bilmiyorum. Ama ilk gençlik yıllarımda kendime asla boşanmayacağım ve ikinci evlilik yapmayacağım diye söz vermiştim.
Babam ve öz annemse cehaletin onlara sunduğu cesaretle her konuda konuşan ve elbette her defasında kendilerini komik duruma düşüren insanlardı. Öz annem hiç okula gitmemiş, su katılmamış bir cehalete sahip olarak her konuda fikir beyan edebilirdi. Konuşmalarının kendi içinde bile mantık bütünlüğü göstermesi gerekmiyordu. Onun için asıl olan son sözü söylemiş olmaktı.
Babamsa sınırlı bilgisinin her şeye yettiğini düşünebilecek kadar ukala ve agresif olmasının dışında, buyurganlığı ve müşkülpesentliği ile insanı canından bezdirirdi.
Üvey annemin çocuğu olmadığı için, Babam öz annemle evlenmiş, daha sonra da yurt dışına işçi olarak gitmiş. Bir süre sonra bizleri yanına almak isteyince, üvey annem iki gözü iki çeşme günlerce ağlayıp benim Türkiye de kalmamı sağlamış ve böylece öz aneminde gizli düşmanlığını kazanmıştı.
Ayrı yerlerde yaşamanın bir neticesi olarak aile bağlarımız zayıflamış ve üvey annemle kaldığım içinde öz annem ve öz kardeşlerimle aramızda hiçbir zaman kalkmayacak bir mesafe oluşmuştu.
Söz kesildikten bir süre sonra, nişan yapıldı ve babamla öz annem ve kardeşlerim tekrar Almanya’ya döndüler, bende okuluma başladım. Ankara’ya taşındığımızdan bu yana hemen hemen hiç gitmediğim memleketime artık derslerin ve sınavların izin verdiği ölçüde sık sık gitmeye başlamış. Bunun dışında da boş vakitlerimde telefonun başından ayrılmaz olmuştum.
Saatlerce birbirimizi nasıl çok sevdiğimiz ya da hangimizin diğerimizi daha çok sevdiğini konuşurduk. Her defasında onun beni sevdiği kadar kimsenin kimseyi sevemeyeceğini iddia eder ve bu son söz üzerine kapatırdı telefonu.
Mutluluktan uçar gibi hissediyordum kendimi. Yıllarca mesafeli olduğum öz ailemle aramızda buzlar erimiş, beni çok çok seven biriyle nişanlanmıştım. Dahası beni hiçbir zaman telefonla aramayan öz annem artık her hafta sonu arıyor ve nişanlımla ilgilenmem gerektiğini hatırlatıyordu.
Ailemin bana karşı gösterdiği bu yakın ilgi ve alaka beni tarifi imkânsız bir sevince boğmuştu. Üstelik beni çok seven nişanlım da her fırsatta ailemin kıymetini bilmem gerektiğini hatırlatıyor, onlara karşı hiçbir zaman saygıda kusur etmemem konusunda uyarıyordu. Hayal âlemindekiler kadar mutlu idim. Nişanlım ailemden çok memnundu genelin aksine ve beni aileme karşı daha duyarlı olmam konusunda da teşvik ediyordu.
Öyle görünüyordu ki klasik kaynana – gelin sendromları olmayacaktı benim hayatımda bu bile aslında tek başına çok güzeldi.
Bütün bu tatlı koşuşturmacanın içinde yaz gelmiş, sınavlar bitmişti. Ailemle son telefon konuşmamızda bir hafta sonra Türkiye de olacaklarını söylüyorlardı. Gelir gelmez de düğün hazırlıkları başlayacaktı. Malum izin süresi içinde olup bitmeliydi düğün. Annem hayatımda ilk kez bana bir şey isteyip istemediğimi soruyordu telefonda.
Ben hemen Ankara’ya gidip üvey anneme bir hafta sonra babamların geleceğini ve düğünü de hemen yapmak istediklerini söyledim. Elbette nişanlımı da arayıp “müjdeyi” verdim. Onun ailesinde de bir koşuşturmaca başlamıştı zaten, çünkü onlar benden önce haber almışlar ailemin Türkiye ye geleceğini.
Üvey annemle birlikte ailemin Türkiye ye gelmesinden önce memlekete gidip biz kendimizce onların gelmesine hazırlık yapmaya başlamıştık. Hazırlık dediğimse sarmalanmış halıları açmak, üstlerine bez örtülmüş mobilyaların üzerindeki o tozlu bezleri toplamak olduğu için çok fazla bir zamanımızı almamıştı. Bizim geldiğimizi duyduklarından nişanlım ve ailesi de hem hoş geldin demek adına hem de yardım etmek için bize gelmişlerdi. Tabi bu duruma en çok sevinen bendim Nişanlımla birlikte ilk defa birlikte bir şeyler yapıyorduk. Elbette sık sık sakarlıklar yapıp birbirimize dokunmak için de hiçbir fırsatı kaçırmıyorduk. Daha doğrusu ben kaçırmıyordum.
Kısa sürede işleri bitirmiştik ve nişanlımın ailesi kendi evlerine dönmek üzere idi. Üvey Annemin de söylemesi üzerine onları evlerine götürüp bıraktım. Ayaklarım yere değmiyordu. Sevincime diyecek yoktu. Artık ailemle aramızdaki mesafeli tavırlar bitecekti ve daha da önemlisi evleniyordum.