- 722 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GİZLİ BAHÇELER...
‘’Nereden böyle ?’’ dedi genç kız, sabahın sükunetine bürünmüş boş sokakta karşısına çıkan on iki, on üç yaşlarında komşu kızı Yağmur’a.
--Sabah sabah nerden geliyorsun ? Bak ortalık tenha, kimsecikler yok…
--Şey, dedi. Şeyden…
Küçük Yağmur gözlerini kaçırıyor, Yüreciği panik içinde pır pır ediyordu.Belli ki korkudan gözleri yuvalarında büyümüş, üstelik az önce koşmuş olmalı ki nefes nefeseydi. Belli belirsiz cümleri, anlaşılmaz fısıltısıyla genç kızın yanından uzaklaştı gitti.
--Garip, dedi genç kız…
Hızlı adımlarla yol boyunca sağlı sollu ağaçların rüzgarla dansını izliyor, iliklerine kadar doğanın nefesini içine çekiyordu.
Küçük bir ilçenin henüz yapılanma aşamasındaki dar sokakları, bin hatıraya sahiplik eden evlerin yıllara meydan okuma azmi…Kapı önlerinde süpürülmeyi bekleyen akşamdan kalan çekirdek kabukları,balkonlarda kurumaya bırakılmış fakat çiy taneleriyle yeniden ıslanmış rengarenk çamaşırlar, çamaşırlara eşlik eden biber, patlıcan kurutmaları, köşe başlarına bırakılmış çöpleri dağıtan haylaz kedilerin kaçışmaları…Hepsi, ama hepsi genç kızın gözlerine doluyor, gelip geçiyordu.
Yolu, dönülmez yolculuklara çıkmışların ebedi mekanlarına yöneldiğinde buruk bir heyecana yenik düşmüştü.Halbuki her gün aynı güzergahtan geliyor, aynı dönüş yolunu kullanıyordu.Aynı heyecan, aynı simaya yüz sürüyor,kah geriyor, kah derin düşüncelere salıyordu.
İşte yaklaşmıştı; onlarca ruhsuz bedeni sahiplenen sır dolu gizli bahçeye.Mezarlık deniyordu adına...
Demir parmaklıklarla çevrili mezarlığın kapısından girdiğinde omuzlarındaki örtüyü usulca başına örttü.Adımları yavaşlıyor, yavaşlıyordu.
--Kiminizin üzerindeki toprak yorgan ne kadar taze ve ıslak.Çiçeklerle süslü desenleri hala canlı…Kiminizde baş ucunda taşı kaybolana dek unutulmuşluk…Kiminiz çöl misali…Ne çok hasretsinizdir kimbilir bir yudum suya…Diyerek bir mezar başında durdu ve dizleri üzerine çöktü genç kız.
--Günaydın babam…Bugün biraz erken geldim.Dün anlatmıştım ya sana…Senin küçük oğlun sünnet lafı ettik mi evde köşe bucak kaçıyor.Şikayete geldim…Yarın büyük gün…Ben de erken geleyim istedim sana.Kimseler uyanmadan, kimseler yokluğunun hesabını yapıp gözlerini doldurmadan geleyim dedim.Hem bak sana resmini getirdim yaramazın.Bak, görüyor musun nasılda poz vermiş; elinde asa, sırtında padişah kaftanıyla.Ne yaptıysak güldüremedik ama…Biliyorum ki senin elinden tutup şöyle caka satmak isterdi mahalledeki akranlarına.’’Bakın, ben de babam gibi…’’ Of baba !..
Dedi ve cebinden bir fotoğraf daha çıkardı.
--Bak, bak bu da seninle ikimizin resmi.Hani mahallede ip atlarken gelmiştin yanıma da,’’Hadi kızım gel fotoğraf çektirmeye gidiyoruz’’ demiştin.Ben de ayaklarımda naylon terlikler,üstüm başım toz içinde,’’çektirmem de çektirmem ‘’diye direnmiştim.İyi ki çektirmişim baba, iyi ki çektirmişim…
Dedi demesine de elindeki fotoğrafın tarihi nasıl da geriye sardı aynı filmi…’’Hayır !’’ dedi ‘’Ben yanmadım. İp ayağıma takıldı.Daha atlayamadım…Banane ! ‘’Omuzuna dokunan el susturmuştu mızıkçılığını.’’Hadi kızım, fotoğrafçı bizi bekliyor…’’dedi. ‘’Ama baba…’’
‘’Kızım…Yavrum…Sen terliklerinle de çok güzelsin…Bak nasıl da bakıyor gözlerin…’’
Of baba ! Of ya…
--‘’Dumanı tüter mi bu bacanın ?’’ dediler senden sonra.Dört yetim, bir dul nasıl tüttürür bu bacayı bu hayat şartlarında…Tüttü be baba! Tütmesine tüttü de, neyse…Ser verdik sır vermedik kimselere.’’Sahi kaç yıl oldu ? ‘’ diyorlar,’’Asır…’’ diyorum.Gün mü saydım sanki.Dün de gitsen asır gibi…
Dedi ve yanındaki koca meşe ağacının gövdesine çevirdiği gözleri yağmur olup akıyor, sel olup taşıyor, elinin tersi set olmaya çalışıyordu tanelere.
Ah!..Onca anıyı yuvarlayıp nasıl da dökülüyordu taneler.Sel gelmişse set olsa ne çare.Yürek köpürdüyse, çalkalandıysa bir kere…Ne çare…
--Aa bu sabah ne güzel şakıyorlar meşenin minik misafirleri, dedi.Sanki gözlerini susturacak çare lafı çevirmek gibiydi.
--Hepsini çekmiş sanki koca meşe.Yalnız değilsin, bak küçük dostların da seninle…Üstelik ekmek parçaları getirmişler toprağının üstüne, diyerek bir kaç parça ekmeğe elini uzattığında ekmeklerin ıslak olduğunu gördü.
Bir eliyle babasının toprak yorganını , bir eliyle başındaki örtüyü düzeltiyordu.Semaya açtığı elleri dualarının sonunda yüzüyle kavuşuyor, belli etmeden gözyaşlarını siliyordu.Dizlerinin üzerine çöktüğü yerden aynı sükunetle doğrulup geldiği yönde kaybolup gitti.Giderken götürdü mü, az önce yüreğinde kopan kıyameti ? Biliyor muydu kıyamete kadar onunla geleceğini ? Kimbilir…Kim bilir kaç yürekte özlemin tarifi tarifsizleşir.Kimbilir her giden ne kadar anısı varsa o kadar iz bırakabilir…Kimbilir…
Ertesi sabah henüz ağarmaya başlamış olan gün, geceden devraldığı hayatı devam etme telaşındayken apar topar evden çıkan genç kız; biraz korku,biraz cesaret, biraz hüzün, biraz huzurla ilerliyordu.Sabahın bu saatleri ona hep huzur vermişti.Bu yeniden diriliş gibiydi.Durmuş bir saatin kaldığı yerden çalışmaya başlaması gibi.Yarı ölüm hallerinden uyanış, yeniden dünyaya geliş gibi…Oysa yeni umutların doğuşu olduğu kadar bir şeylerin ölüşüydü.Oysa gidişin yakınlaşan ilk saniyeleriydi belkide.
Her adımda karıncaları uyandırma korkusu mu vardı da parmak uçlarını bu denli zorluyordu? Omuzlarına attığı örtüsünü sımsıkı tutarken ne düşünüyordu ? Neler geçiyordu kimbilir hafızasını zora sokacak ?
Mezarlığın demir kapısından girdiğinde, soğuk taşlara sabah tebessümü bırakıyordu.
Babasının mezarı başına yaklaştıkça gün ışığının ağaçların dalları arasından süzülüp bir kıpırtıyı gölgelediğini fark etti.Yaklaştıkça şaşkınlığı artıyor,meraklanıyordu.
--Yağmur, ne işin var burda ?
Hem şaşkın, hem bir an önce cevaplanması gereken sürüyle soru…
Küçük kız ardı sıra gelen sorulardan kaçamayacağını anladığında elindeki ıslak ekmek parçasının avuçlarına yapışan kırıntılarını iki eliyle toprağın üzerine silkeledikten sonra genç kızın elinden tuttu.Minicik gözlerindeki büyümüşlük ifadesi konuşma vaktinin geldiğini gösteriyordu.Hazırdı konuşmaya…
--Nehir abla, dedi.Ben, Rasim amcam öldüğünden beri her sabah buraya geliyorum.Senin geldiğini de biliyorum.
--Peki neden ? Neden geliyorsun ? Çok mu seviyordun babamı ?Bu ekmek parçalarını sen mi getiriyordun ?...
--Evet ablacığım.Ben getiriyordum ve toprağına serpiştiriyordum.Kuşlar yesinler, yesinler de şarkı söylesinler diye.Hem acıkmıştır diye…
Genç kızın bir kat daha artan şaşkınlığı bu çocuk yüreğini anlamaya çalışıyordu ki Yağmur’un göz pınarları feryada başlamıştı.
--Ben küçüktüm, dedi. Babam başka bir şehire çalışmaya gitmişti.Anneme bazen para gönderirdi.Annem de bize yiyecek alırdı.Sonra, sonra babam para göndermemeye başladı.Annem iş arıyordu o zamanlar.Bir gün annem çok hastalandı ve günlerce yattı.Karnımız çok acıkmıştı.Sen bilmezsin abla! Kimse bilmez…Annem tembih ederdi, bana ve kardeşime,’’Kimselere söylemeyin ben akşama yemek yapacağım ‘’ derdi. Beklerdik…
Beklerdik abla, bilir misin beklemeyi ? Yollara bakıp gelecek umuduyla karnımızın açlığını değil, gözümüzün beklenene açlığını bilir misin? Pencerelerde saatlerce dondurup gözlerini, kendi nefesinin buğusunda ölmeyi bilir misin? Annenin göz bebeklerine baktın mı hiç ? Yalan söylediğinde nasıl da küçülüyor hiç gördün mü abla ?
Dedi ve kısa bir sessizlikten sonra düğümlü boğazından yutkunarak çıkarmaya çalıştığı cümleleri titrek sesine yeniliyor, o devam ediyordu;
--Bir gün yolda Rasim amcayı gördüm.Elinde iki ekmek vardı.Yanımdan geçerken saçımı okşayıp ekmeğin birini bana uzattı.Koşarak eve götürdüm..Bilmezsin abla…Bilemezsin…
Bilinmezi bilen var küçük yağmur.Görünmezi gören, duyulmazı duyan…Her yüreğin feryadına cevap bulan var.Her şey sebepli.Her yaprak nasıl kımıldar bilir misin ? Her toprak tanesi nasıl sahiplenir gövdesine düşeni.
Kuşlar susmuştu…Nehir susmuştu…Yağmur susmuştu…Gök susmuş, ağaçlar susmuş, zaman susmuştu.
Kuşların suskunluğu kısa sürmüş, çığlıkları göğü sarmalamış feryat feryat yükselmişti.
Yağmur yağmış…Nehir taşmıştı..
Kimbilir ne toprak yorganlarda, ne gizli bahçelerde görünmeyen gizli çiçekler açmıştı.
YORUMLAR
"Bilinmezi bilen var küçük yağmur.
Görünmezi gören, duyulmazı duyan…
Her yüreğin feryadına cevap bulan var.
Her şey sebepli.
Her yaprak nasıl kımıldar bilir misin ?
Her toprak tanesi nasıl sahiplenir gövdesine düşeni."
Hüzün tanelerine boğuldum gizli bahcelerin de...
şahane bir anlatim tarzi , duygu dolu sürükleyici ...
Yürekten kutluyorum ...