- 5228 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
DİŞ MACUNU KULLANAN KEDİ :)
Yeşil düşmanı toplumuz vesselam !..
Tarihte olmuş diye anlatılır bilirsiniz. Timur, 1402’de Yıldırım (E)Ba-yezit ile savaşmak için Ankara-Çubuk ovasına geldiğinde, ordusundaki filleri oradaki ormanın sıklığından yürütmekte oldukça zorluk çekmiş.
Şimdilerdeyse aynı yerde ilaç için arasanız bir gram yeşil bulmazsınız. Yeşil düşmanı toplumu da ayni zihniyetten yöneticiler idare ediyor, normaldir diyebiliyorum.
Sayın Belediye Reisimiz İ. Melih Gökçek beyefendi hazretleri, bilmem ne kadar alanı yeşillendirip, yine bilmem kaç milyon ağaç diktik filan dese de hiç aslı yok diyebiliyorum.
Neden derseniz bu durum bana biraz, bizim oralarda çokça anlatılan yalan ve abartı konusunda sınır tanımamaya dair "Çopur’un yılan görme hikayesini" hatırlatır da hep, ondan...
Geçiniz efendim, lâf-ü güzaf işte...
Ankara’nın en önemli yeşil alanlarından biri olan o güzelim Atatürk Orman Çiftliği’ni dahi ne hale getirdiler görmüyor muyuz ?!
Amerikan sömürgeci devletine sefaret yeri tahsis etmeler... Sanki koskoca başkentte başka yer yok gibi Başbakanlık binası yapıyorum diye, yeşil katlinde uzak ara önde olmalar... O, pek sevdikleri ve Atatürk’ü aşağılamaya dair bilindik söze, nazire yapar gibi "Beton Tayyip" olma ihtimalinin günbegün hızla artışı...
Neler neler, işte...
Diyorum ya, bunlar kim yeşilseverlik kim ? Bunlar ayakkabı kutuları içine cukklanmış dolar ve euro mavi-yeşilini daha çok seviyorlar. Yeşilden anlamak meselesi efendim, zavkler ve renkler değişiyor kişiye göre elbette...
Neyse, farkında mısınız konu dağılmaya başladı. İnanın hep böyle oluyor, söz bunlara gelince ben ne diyeceğimi, hepten unutur oluyorum vallahi ! Öyleyse, dağıttığımız konuyu tekrar toparlayalım ve hikayemize kaldığımız yerden devam edelim, sanırım en iyisi bu...
Bize ne efendim yok A-ve-me imiş miş, yok T-o-k-i tokatçılığı mıdır, yoksa konutçuluğu mudur muş, Yok kentsel dönüşüm-mönüşüm diye yeni rant alanları açmaların yolsuzluğuymuş muş falan filan... Bırakalım bunları da biz işimize bakalım.
Nerede kalmıştık ? Ha ! hatırladım. Çubuk ovasındaki yeşil düşmanlığından bahsediyorduk, evet tamam ya; orada kalmıştık...
Ovada artık yeşil ne gezer birader. Hepsinin köküne kibrit suyu dökülmüş yüzyıllardır. Şimdi her yer, alabildiğince bozkır ve alabildiğince (şimdilik) tahıl ekili alan, yani tarla... Ama çok sürmeyecek bu, ileri de oralarda a-ke-pe gibi dönüşecek ve villa-konut yapımı için, değeri milyon avro-dolarlarla ölçülen arsalar olacak !...
İşte buralarla aynı iklim türünün yaşanıp, aynı bitki örtüsünün hüküm sürdüğü bizim oralarda da her türlü tahıl tarımı yoğun olarak yapılır.
Yani, başta buğday olmak üzere diğer tüm tahıl mamüllerinin tarımı çokca yapılır, demek istiyorum...
Öykümüz, buğday ve ondan kaynatılarak elde edilen bulgur üzerine olacaktır, şimdiden söylemiş olalım...
İşte, bulguru kaynattığımız ve yörede "bulgur kazanı" tabir ettiğimiz edavatın, çatılı ocak taşları üzerinde dengeli durmasını sağlayan kalın demir parçasının neden olduğu, komik bir olaydır hikaye... Bu demir parçası, bulgurun kaynatılması esnasında saatlerce aşırı ateşe maruz kaldığından, ısınır haliyle...
Yani bu demir o kadar ısınır, o kadar ısınır ki; bulgur kaynatma işlemi bittikten de, saatler sonra ancak soğuyabilir...
Ve bizzat, birebir şahidi olduğum fıkra gibi bu olay/hikaye de bu minval üzerinede başlar...
***
Babannemlerin yöre deyimiyle saf seme (birazcık saftirik ve aptalca demek) ve efendim, tevvekkel tabirli kedisinin, ateşi küllenmiş olan ve ocak üzerinde uzun zaman sıcak kalan bu demire (soğudu sanarak) basmasıyla da devam eder...
Sonrası, tam da tahmin edebileceğiniz gibidir canım !
Zavallı kediden yükselen canhıraş bir feryat ve acı bir "miyavvvvvvvvvvvvvvv !" lama sesi ! Yemin ediyorum kedinin hafif kamburunu çıkararak üçgen şeklini alan vucuduyla, yüksek zıplama rekoru kırdığını, görenler rivayet ediyor!
Tabi, bu olaylar cereyan ederken ben olan bitenden habersizim, olay anında ve yerinde bendeniz yokum yani...
Neyse efendim, bizim yokluğumuzda meydana gelmiş olan bu "tevekkel" hayvanın ayağını yakması durumlarından bihaber, babannemlere gelmişim. Çünkü, uzun zaman çarşı-pazarda bir yerlere takıldıktan sonra, acıkmışım ya, o nedenle...
Hem de bir acıkmıştım ki, sormayın gitsin !
Geçmiş gündür, ufak tefek unutmalar olsa da çok net olarak hatırlıyorum. Açlığın verdiği aşırı güdülenmeyle, doğru mutfağa tabi bendeniz. Bir şeyler atıştıracağım ya hani ? Başladım işte buzdolabını ve ocak üstündeki tencereleri karıştırmaya...
Açlıktan gözüm kararmış, bunu kesinlikle iyi hatırlıyorum.
Ne bulursam yiyeceğim modundayız artık...
Bu arada, "bi çala" gözüm mutfak balkonunda, her zaman yaptığı gibi uzanarak güneşlenen bizim tevekele (kediye) ilişti...
O da ne ??!
Bizim kedi de diğer tüm kediler gibi, patilerini yalıyor. Ya, hani bilirsiniz işte, kediler yaparlar ya ? Patilerini temizlerler yoksa oyun mu oynarlar bilmem ama o hareketi yapıyor.
Yapar ya !
Keyfinin kahyası mısın kedinin. O da öylece uzanmış, güzelim güneşin tadını çıkararak sakin sakin patilerini yal(an)ıyor...
Ama...
Allah allah ya? Bir gariplik var sanki hayvancağızda !!!
Patilerini yal(an)ıyor yalanmasına da bizim kedi, fakat; dikkat çekecek derecede de ağzı köpürmüş ve hala da köpürmeye devam ediyor, yine bizim "saf seme" kediciğin !
Pür dikkat kesildim, gözlerim faltaşı gibi açık; bakıyor ve bir yandan da olup biteni anlamaya çalışıyorum !
Evet, evet !
Kesinlikle öyle yahu, ağzı dikkat çekecek şekilde köpürmüş bunun !
Bu arada ben, zamane gençlerinin Türkilizce tabiri şakınlık ifadeleriyke, aynen " donkkkkkkkk !"...
N’olmuş yahu bu kediye !?
Niye ağzı köpürmüş bunun ki ? (kendi kendime söyleniyorum.)
Düşünebiliyor musunuz ?
Ağzı köpürmüş bir kedi görmüşsünüz...
Öyle değil mi, haksız mıyım yani !?
Ne oldu acaba ? Kudurmuş filan mıdır acaba hayvancağız ?!
Sonra şaşkınlık ve panikle, içeride olan babannemin yanına koşturmak...
-Babanne, babanne ya ! Hani sizin şu saf-seme kedi var ya? Galibe, bu kedi kudurmuş ya, valla !
Valllahi billahileri babamızın at torbasından çıkıyormuşçasına sıralayıp inandırıcılığımızı artımaya çalışırken, devam ediyorum söylenmeye:
-Babanne diyorum ya, ağzı köpürmüş bunun be, gelip baksana bir defa şu hayvana !?
Benim içeri girip ve bunları söylememle nur içinde yatsın, makamı cennetler olsun, Birtengri rahmetlik versin; o maviş-tombiş babannem benim, bir gülmeye başladı, ki görmeliydiniz !...
Ama nasıl ve ne biçim gülmek öyle !!!
Hani derler ya koptuk filan diye, aynen öyle ya, onun hali... Kopmuş mu yoksa kapmış, koyurmuş mu demeli bilemiyorum, ama kahkalar atarak gülüyor !
Ben de onun bu abartılı saydığım gülmesine yarı eşlik etmek, yarı bilinçsizce sırıtmak ve şaşırmak arası bir halet-i ruhiye ile saf saftirik soruyorum:
-Babanne ne gülüyorsun ki yahu? Kedi diyorum, sizin kedi var ya be, hani şu tevekkel olan, saf-seme kedi... İşte o; kudurmuş, kudurmuş sanırım !
Gel de bak ! İnanmazsan, daha orada, balkon da ya işte !
Ağzının kenarları köpürmüş, vallahi-billahi ya; gel de bak şuna hele bir !?
O hala inanılmaz kahkalarla gülüyor ve bir yandan da arada duraksayarak anlatamaya çalışıyor bana;
- Benim uyuz torunum, yok yok.. Merak etme kudurmadı o kedi, "saf seme" ya zaten birazcık o hayvan...
Sen, git; bulgur kaynattığımız kazanın altındaki sıcak demiri soğuk zannet ve üzerinde gezineyim de...
Ve sonra da tut, ayağını yak !
Hadi ya, gerçekten mi ?
Tam saf semeymiş canım bu sizin kedi de yav :)
- Eeee sonra !?
-Ben de ne yapayım; ayak yanığının acısını iyi gelir diye, tutup "diş macunu" sürdümdü, demek ki patilerini yalayınca macun köpürmüş, ondandır o; kudurmaktan değil ?!
:)))))
He, he, he..
Nasıldı ama ?
Birtengri rahmet versin ve mekanını uçmağ etsin diyorum yeniden, Hakk’a yürüyen babanneme... (biz aba-ebe deriz.)
Ey kıymetli okuyucu; Türkmen aklıdır, Türk aklıdır işte bu !
daha sonra, bu sefer ikimiz, beraber başladık mı gülmeye:
Gül Allahım gül !...
Çok zaman oldu, bir yirmi beş yıl filan vardır en azından, olalı bu olay.
Babannem ve ben epeyce bir zaman, bu kediyi görünce hınzırca göz göze gelir ve sonra basardık kahkahayı...
Kime de anlattıysak bu muzip olayı, anlattığımız kişi de hep aynı tepkiyi verir, gülmekten gözleri yaşarırdı vallahi ve billahi...
Umarım, hep gülümseyerek ve özlemle hatırladığım bu anımı sizler de beğenir ve tabir-i caizse gülmekten ölürsünüz !
Öyle de olacak, gülmeniz garantili valla...
Ahmet Kutlu Ayyüce
Ocak-2014
YORUMLAR
yazınızla geçmişe uzanırken ve gülümserken kedinizle gözgöze geldik macunlar köpürürken..
ne hoş güzellikler bunlar ve ne güzel insanlardı büyüklerimiz..kendi canları bilip kendileri gibi önlemlerle canı yananları iyileştirme çabaları...cana can katarken yeniden..ne mutlu ki böyle güzelliklere sahip bir nesilden güzel insanlardan güzelliklerle dopdolu geliyorsunuz..etrafınızı güzelleştirip mutlu ederken..
kutlarım gönül güzelliklerinizi değerli anlamlı paylaşımınızı saygıdeğer yazar Göktürkmen..
sevgim saygım her daim.....