Rodin'nin Hikayesi
Evet dedi Rodin. Aynen kitaplardaki gibi, nemli temiz ve sonsuz. Bana da yeter, Rozaya da. Şimdi simit ve çayı denemeliydi boğaza karşı. Çünkü kitaplar öyle diyordu. O da öyle yaptı. Ama olmadı beğenmedi. “Sabahın ilk saatlerinde, içinizi ısaıtmak için boğaza karşı çay için. Hatta açsanız bir simitte iyi gider.” diyordu kitaplar. Kitaplara o kadar inanırdı ki : Aristoteles ile muhabbetliği, Orhan veli ile, boğazda rakı balık yapmışlığı. Atilla İlhan’la şiir okumuşluğu... vardı. Yani okuduğunu kendisinde yaşatmak, yaşamına yaşamlar katmak en belirgin özelliğiydi. Hem iki dağ arasında (Karacadağ, Nemrut), katı topraklar, sonsuz bozkır ortasında yapabileceği tek şeydi. Belki de yaşayabilmek için tutunduğu tek daldı.
Hayır, dedi. Olmadı bu, kitaplar yalan söylemez. Cervantes öyle demişti, bir gün ona. Öyleyse bu hayal kırıklığı neden. Hani simit, çay en güzel burada giderdi? Henüz yeni gelmesine rağmen özlediğini anladı bozkırını. Çünkü anasının yaptığı, köy simidi dediği killor ve ateşin üstünde kulpuyla beraber kaynayan çay, daha güzeldi.Hayal kırıklığını yanına alıp, çay ve simide olan kinini, çay bardağının ucundaki dudak izinde bırakarak, Roza’yı aramaya gitti.
Aradığı numarada çıkan ses, yine bozkıra götürdü Rodin’i. Roza’nın o heyecanlı, çocuksu ve ince sesi, ona bozkırda Roza ile yaşadıklarını hatırlattı.
Çocukluk ve gençlik aşkını aramaya geldiği bu deniz şehrinde, acaba olgunluk aşkını bulup kalbine ekebilecek mi diye düşünerek: MERHABA dedi.
Onun için söylenmesi kolay olan bu kelime, kim bilir Roza’da ne hisler uyandırdı.Birden sesi değişti; sert, kalın, olgun ve anı dolu bir role büründü.
Sen misin Rodin? Dedi. Korkarak ve cevap almak istemeyerek.
Evet Roza benim. Denize geldim(oysa geldiği, denizi Roza’ydı.). Görüşelim mi?
Roza’nın sesi daha da ciddileşti. Daha da koktu, ve birkaç dakika kendini toparlamaya çalıştı. Sonra birden; hızlı ve heyecanlı bir şekilde: “Bi tüni, roj ine hevditin. ”(Tamam, Cuma günü görüşebiliriz) dedi.
Tamam dedi Rodin. Telefonu kapattığında, bozkırın ilkbahar tadı vardı yüzünde. Çünkü ilkbaharda yeşerirdi Dünyanın her yeri, onun coğrafyası gibi. Onda da bir şeyler tekrar yeşermeye başlamıştı.
Artık cumayı beklemek kalmıştı. Cuma çocukluğundan beri en sevdiği gündü. Çünkü babası ve köy ahalisi Cuma namazına gittiğinde, o köyün istediği yerinde kitap okuyabiliyordu. Yani köyün tek hakimi oluyordu bir saat boyuncu.
Daha dört gün vardı ve bu sürede derya özlemini (bazen hiç tanımadığımız ve görmediğimiz şeyleri de özleriz.) giderebilirdi. Önce ucuz bir pansiyon aradı sahil boyunca. Camları deniz neminden buğulanmış otel, ev, pansiyon karışımı bir yer buldu. Eşyalarını yerleştirdi.(üzerindekilerin dışında iki gömlek, birde pantolunu vardı, ütüsüzdü. Ama bozkırında bunun hiçbir önemi yoktu. Sonra bir torba dolusu kitabı odanın en güzel yerine yerleştirdi.). Duş almaya gitti. Suyun altında düşünceleri daha belirgin oluyormuş gibi geldi. Fakat duştan çıkınca düşüncelerinin suyla beraber aktığını ve kirli banyoda etrafa dağıldığını anladı.
Akşam olunca ışıkları kapatıp, saatlerce denizi ve yakamozu izledi. Akşam daha güzeldi deniz, akşam daha misafirperverdi. Işıkları cömert bir şeklide ağırlıyordu. Denize karşı uyudu. O uyku denizin sonsuzluğuna götürdü Rodin’i.
Sabah uyandığında yorgun ve açtı. Camı açtı, hava kirliydi. Tekrar özledi bozkırını ve özledikçe utanıp, öfkelendi. Çünkü özlemek için değil, unutmak için gelmişti buralara.
İlk yediği simitte duyduğu öfke aklına geldi. Simit dışında yiyecek bir şeyler bulmak için sahilde gezinmeye başladı. Küçük kayıkların önünde balık, ekmek yiyen insanlar gördü. Hızlı adımlarla o tarafa yürüdü. Sabah olması, daha hiçbir şey yememiş olması onun umrunda değildi. Denizin tadına bakmalıydı, hemen ekmek arası balığını alıp, kılçıklarına aldırmadan yutuverdi. Doymadı bir tane daha istedi. Onu kılçıkları da yerken gören balıkçı, yanına gidip: Arkadaşım hem hızlı yiyorsun, hem de kılçıkları çıkarmıyorsun. Hanimallah oturuverir midene. Bana bir şey olmaz dedi Rodin ve aynı hızla devam etti yemeye.
Denizin tadını iyice alan Rodin biraz önce kendisini uyaran balıkçıya: “Deniz hep böyle cömert midir? Diye sordu. Balıkçıda: Genelde ama gün olur hiç bir şey vermez bizlere diye cevap verdi.
Rodin’le balıkçının sohbeti uzadı gitti. Rodin kalkacağı sırada çalışması gerektiğini ve parasının azaldığını anladı. Balıkçıya: Buralarda, bir bozkır çocuğunun yapacağı iş var mıdır? Diye sorunca. Balıkçı gülerek: İşsiz misin? Dedi. Evet cevabını alınca gülmeye devam etti. “Bozkırda, denizde Allahındır. Gel benim yanımda çalış, kasaları taşırsın, ağı atar ve çekersin v.s. ama fazla para veremem. Çünkü bende az kazanıyorum.” Dedi. Rodin yeni bir ilkbahar arifesinde tamam dedi. Pansiyonunu tarif etti ve sabah erken buluşulacağını öğrendi.
Odasına vardığında çok mutluydu. Denizin kalbine girecek, deniz havasını en içten soluyacaktı. Hem Roza’yı bu şehirde gören hemşehrilisi onu denizin ortasında görmüştü. Roza’nın soluduğu yerde soluyacak ve Roza’nın ailesine mahsus o kokuyu duyacaktı belki.
Erken yola çıkacakları için hemen uyudu. Daha rüyalar alemine girmemişken Namık(balıkçı) kapıyı çaldı ve onu alıp denizin sonsuzluğuna götürdü.
İlk defa denizin kalbine gidiyordu. Motor sesi ve balık kokusuyla geçen birkaç saatlik yolculuktan sonra, Namık, yeğeni ve Rodin ağı atıp beklemeye koyuldu. Uzun sürdü bu bekleyiş. Uzadı uzadı, uzadıkça sevindi Rodin, mutlu oldu. Bir ara gözlerini kaldırıp kıyıya bakmak için döndüğünde nefreti uyandı. Kıyının tepesinde kara kara bulutlar geziniyordu. Öksüren, yorgun, bıkkın bulutlar. Tekrar nefret etti kendinden, çünkü yine bozkırını özlemişti ve buda utandırıyordu onu. Bulutları iyice izlediğinde ve kayık kıyıya biraz yaklaştığında; evlerin tepesinden bulutlara gaz bombaları atıldığını ve insanların kinini gökyüzüne döktüğünü gördü. Ve özlem uyanmaya başladı içinde, yavaş yavaş. Benim dedi, benim bozkırımda insanlar gökyüzünü kirletmez, kinini gökyüzüne boşaltmaz, hem benim bozkırımda insanlar kin beslemez. Oysa kıyı ve pansiyon arasında ki yüzler kirli ve kinliydi.
Özlem ve nefretin en yoğun halini yaşarken Namık seslendi: “Haydi gel kısmetimizi çekelim” dedi. Ağın hepsi kayığa çıkınca Namık ve yeğeninin gözlerindeki şaşkınlığa şaşırarak sordu Rodin: Az mı?. Hayır dedi yeğen, son birkaç ayın en iyi avı dedi. Namık mutluluktan havalara uçacaktı. Rodin’i öperek “Bereketinle geldin tekneme” dedi.
Artık Namık’la Rodin arasında ilahi bir bağ vardı. Tanıştıkları ilk gün Rodin’in bir gün gideceğini anlayan Namık Şimdi Rodin’ini ve bereketi bırakmamak için planlar yapıyordu. O gün kazandığı paranın yarısını Rodin’e verdi. Rodin önce kabul etmedi ama sonra akşam kurulacak olan sofranın masraflarını karşılamak şartı kabul edilince aldı. Onun bozkırında ya hayvanların satılma günü ya da hasat dönemi böyle para geçerdi eline.
Sofranın kurulmasına iki saat vardı.Duş alıp, dinlenmek niyetindeydi; ama odasına geldiğinde deniz ve balığın kokusunu teninde duydu. Bu koku onun için bilmediği pahalı Fransız parfümlerinden daha değerliydi. Vazgeçti ve uyudu.
Aslında uyuyamadı iki gün kalmıştı Roza ile görüşmesine. Bu düşünce beynini ve hafizasını bir tahta kurusu gibi kemiriyordu. Tahta kurusundan kurtulmak, unutmak için; kitap okudu, gidip sofra malzemesini aldı, sahilde gezdi ama kurtulamadı, unutamadı. Acaba Roza’da hala onu seviyor muydu? Acaba eskisi gibi olabilecekler miydi? Acaba bozkır aşkı, deniz şehrinde de devam eder miydi?...
Sofranın kurulma zamanı gelmişti. Bunun onlara özgü bir şey olduğunu düşünürken, sahil boyu aynı şeyi planlamış ve hayata geçirmiş insanları gördü, sevindi.Çünkü denizin geleneğini yaşayacaktı.Namık’ın kayığını aramaya koyuldu.
Sofra Kuruldu, balıklar kızartıldı, rakı bardaktaki yerini aldı, kalan tek şey Rodin’in şerefine kaldıracak isimdi. Allahtan Rodin bunu erken anlayıp hemen bardağını kaldırarak; DENİZE dedi.
Saatlerce yiyip içtiler. Kafası dumanlı masadan (kasadan) kalkarak odasının yolunu tuttu Rodin. Kendi odası olup olmadığından emin olmadan girdi odasına. İlk defa bu kadar içimişti ve ilk defa hem sarhoş, hem değildi. Düşünceler ve hatıralar netti, yerinde duruyordu. Uyumayı kurtuluş düşündü ve uyudu. Rüyalarını da ele geçirmişti tahta kurusu. İlk defa bu kadar uzun uyuduğunu düşündü uyandığında fakat sadece 3 saat uyumuştu.
Sabah kalktığında hemen duş aldı. Deniz daha taze kokular üfleyecek diye düşündü, kirli banyoda. Bir saate yakın kayığı aradı sahilde. Çünkü kayıkların hepsi birbirine benzerdi. Aslında koyunlarıda birbirine benzerdi ama kimi kim doğurdu çok iyi bilirdi. Arayış devam ediyordu, müthiş bir korku vardı içinde, bozkırda kuzusu kaybolan küçük çocuukların korkusu yani tekrar çocukluğuna döndü: Ya kuzumu kurt kaptıysa!. Ya Namık beni beklemeden gittiyse, ya deniz bugün kokusunu üzerime üflemezse... Yorgun, çaresiz, korku içerisinde düşünürken Namık’ın yeğenini gördü ve tüm korkular silindi. Bu kadar geç kaldığı için Namık göndermişti yeğenini, yeğende pansiyona giderken görmüştü Rodin’i.
Yola çıkıldı ve erken dönüldü. Dünkü kadar iyiydi av. Yol boyunca Roza’yı düşündü Rodin.
Düşünürken de nefreti uyanıyordu. Çünkü bozkırda sürekli yaptığı ve kendini mutlu eden şey burada kendini, üzüyor ve sıkıyordu. Özlem, nefret ve utanç içinde bitti yolculuk.
Namık’tan izin isteyip hemen eve(odadan bozma, kulübeye benzeyen şeye) gitti. Düşünceler beynini kemirmeye devam ediyordu. Uyumaya çalıştı ama rüyalarınada hakim olmuştu tahta kuruları. Bir katap açtı ve önüne gelen dörtlüğü saatlerce, denize bağırarak okudu, defalarca, hızlanarak...
Sonra uyuttu kendini ve yarına dair hayallerini alıp yatağın başucuna oturdu. Yarın, Cuma, köyüne sahip olduğu gündü. Acaba dedi Roza’ya da sahip olabilecek miyim?
Yarın erken geldi, bir işinin, görevinin olduğunu unutarak temiz ama ütüsüz elbisesini, deniz ve balık kokusunun üstüne giyip buluşacakları, bildiği, bilmek zorunda kaldığı yere doğru hızlı adımlarla yürüdü.
Namık iki saat bekledi Rodin’i ve bereketini.Gelmeyince sinirli ve yenik açıldı denize. Rodin’in tahta kuruları Namık’a da geçmişti. Acaba Rodin gelmeyecek mi?... Rodin’in bereketi yoktu, hava bozuldu ve yağmur başladı. Yağmur, rüzgar ve nefret onları kıyıya kadar takip etti. Olan olmuştu Rodin ve balık yoktu. Namık küfürler savurarak evin yolunu tuttu, yeğeninin mutsuz yüzüyle beraber.
Pembe duvarlar beyaz masaları ağırlıyor ve kibar garsonlar hizmete hazır bekliyorlardı. O küçük kafede otururken Rodin birden orasının kendisi için ilah bir yer olduğunu anladı. Müslümanların Kabe’si, Musevilerin Ağlama Duvarı ve Hıristiyanların Kudüs’ü vardı. Rodin’in de bu kafesi.
Rodin camdaki yazıya bakarak; İtalyanca mı yoksa Fransızca mı diye düşünürken birden bir yüz belirdi camlı kapıda.Rodin yüze dakikalarca baktı ama yüzü tanımıyordu tanımadığına da sevindi. Gelen kızıl saçlı, etekli, güneş gözlüklü, rujlu, makyajlı bir şehir kadınıydı. Rodin iyi ki bu Roza değil diye düşünürken; kadın gözlüğünü çıkarıp Rodin’e bakınca, rodin bu gözleri tanıdı. Bu gözler çocukluk ve gençlik aşkı Roza’nın gözleriydi. Rodin yere bakarak sayıkladı: “Şimdi açıl, açıl ve al beni içine” derken. Roza MERHABA diyerek bozdu, Rodin’le yerin sohbetini.
Rodin kurta yakalanmış kuzu gibi afalladı ve istemeyerek: “Merhaba” dedi.
Saçları kınalı rozasının saçı artık boyalıydı. Lastik ayakkabının yerini topuklu, pahalı bir ayakkabı almıştı. Çatlamış dudaklarındaki bozkır havasını rujla kapatmıştı. Elleri temiz ve kremliydi... Ve daha birçok şey silmişti Roza’daki bozkır havasını.Oysa telefonda Kürtçe konuşması Rodin’e Roza’nın hala değişmediğini düşündürmüştü. Fakat bu ondan değil, birinin Roza’yla cuma günü görüşmesini öğrenmek istemediğinden kaynaklanıyordu.
Rodin hayal kırıklığı özlem ve nefretle: Nasılsın? Dedi.
İyiyim Rodin, iyiyim. Sen nasılsın? Annen nasıl?
Bende iyiyim dedi(oysa çok kötüydü) Rodin. Annemi kaybettim, bir yıl oldu.(İçindeki Roza’ya da: “tıpkı seni az önce kaybettiğim gibi” dedi.)
Üzüldüm çok üzüldüm. Keşke...
Hal hatır sormalar uzadı, Rodin, Roza’nın hayatında birinin olduğunu gözlerine bakınca
anladı.
“Roza” dedi: Gözlerin kaoslu küçük bir elden başka bir şey yok gözlerinde. Oysa eskiden sadece ben...
Zaman geçiyor Rodin yıllar oldu seninle görüşmeyeli, hem küçüktük o zaman.
Rodin’ in hayal kırıklığı gittikçe artıyordu. Geçmişten kurtulmak için bütün suçu, yaşına yükleyen ve yaşadıklarını bir suç gören kadın vardı karşısında. Tekrar yere baktı ve tekrarladı “Açıl artık.”.
Roza köylerinden yüksek okula giden sayılı kızlardan biriydi. Üniversite yaşamı siyasi hayat sonra da para kazanma derdi. İnişli çıkışlı bir hayatı olmuştu. Rodin’e bunlardan bahsederek onu neden unuttuğunu anlatmaya çalışıyordu. Rodin çok okumasına rağmen, Roza’nın kurduğu cümlelerde anlamadığı kelimelerin sayısı çok fazlaydı. Roza durmadan, soluklanmadan anlatıyor içindeki zehri kusan bir yılan gibi zehrin çabuk bitmesini ve Rodin’ in kendisini anlamasını istiyordu.
Roza üniversitede güzel bir bölüme yerleşmiş, geleceği parlak, diye tabir edilen bir öğrenci olmuştu. Bir dönem Sosyalizme kendini kaptırmış, hatta işkence bile görmüştü. Üniversite bittiğinde onların(sosyalist) yoldaş dediği (ki halende öyle söylüyor) biriyle evlenmiş ve devrim adında bir çocukları olmuş. Sonra para kazanma derdi başlamış, böyle olunca da partizanlığı bırakıp işe koyulmuş ve güzel bir getirisi olan, bir işe başlamış. 8 yıl da bunları başarmış Roza. Oysa Rodin’ in sekiz yılda başarabildiği ve başarabildiği için az önceye kadar gurur duyduğu Roza’ya olan aşkını yitirmemesiydi.
Roza anlattıkça Rodin yere daha fazla sinirleniyordu. Açılmıyordu bir türlü, yutmuyordu Rodin’i. Rodin denize baktı, birden nefreti arttı ve artık hayallerinin kilometre taşı olan denizden nefret etmeye başladı. Tıpkı ilk gün içtiği çaydan nefret ettiği gibi. Birden bağırarak YALAN dedi.
Roza anlamamış, gözlerine sorar gibi bakmıştı: Ne yalan?
Hiç. dedi Rodin. Hiç bir şey.
Eeee sen ne yaptın bakalım? Dedi roza.
Denizi düşündüm, her zaman denizi düşündüm.(aslında düşündüğü sadece Roza’ydı roza var diye güzeldi deniz.)
Gördün işte nasıl beğendin mi? Dedi Roza.
Hayır. Burası kirli, benim bozkırım gibi değil, nemli ve rutubetli dedi.
Roza afallayarak: Ama yıllar önce burayı görmek için ne düşler kuruyordun, kirli olsa da severim diyordun.
Diyordum doğru. Fakat geçmişi unutmak çok kolay. Değil mi Roza? Senin unuttuğun gibi.(Geçmişi unutmanın kolay olduğunu o anda anlamıştı Rodin.)
Ama anlamıyorsun ben değişmedim, değiştirildim.
Ben sana seni değiştirirler demiştim.
Evet ama oradan kurtulmam için değişmek zorundaydım.
Kurtuldun işte seni oraya bağlayan her şeyden kurtuldun.
Ama kurtulmak istemediğim şeyler vardı.
Rodin’in içi bir yeşeren bir kuruyan ot toplulukları gibi olmuştu, tekrar yeşerecekken roza devam etti.
O şeylerde değişmek zorundaydı, değişmediler.
Değişemezlerdi Roza.
Değişmediler de ne oldular? İki kişinin geçmişini yok ettiler.
Suçu Rodin’in üzerine büyük bir ustalıkla atmıştı Roza zaten işi icabı, bu tür şeyleri çok yapıyordu.
Hayır dedi Rodin. “İki kişinin değil, sadece bir kişinin geçmişini sildiler.” Dedi ve ayağı kalktı.
Mutlu, güzel, başarılı yıllar dilerim. Hoşça kal Roza, hoşça kal.
Roza gözleri yaşlı: “Ama bu çok saçma. Neden geldin, neden gidiyorsun?
Neden geldiğimi bende bilmiyorum. Neden gittiğimden eminim hoşça kal.
Kalsaydın keşke. Sana denizi gezdirirdim.
Benim denizim kurudu Roza Hoşça kal.
Rozanın gözlerinden iki damla yaş kahrolası, açılmayan yere damladı. Aslında yere damlamadı bir hançer gibi Rodin’in beynine damladı.(Ve sonsuza dek orada kaldı)
GÜLE GÜLE RODİN.
Katı coğrafya erkeklerinin gözleri jelatinle kaplıdır. Çok ağlarlar ama o yaşlar dışarıya değil içeriye akar ve birikir. Rodin o gün denize döktü gözyaşlarını. Okyanuslara karışan gözyaşlarını izleyerek: “Sen bana hiç bir şey vermedin, üstüne üstelik benden çok şey aldın, bende sana içimi, benliğimi, sevgimi, nefretimi, her şeyimi... veriyorum. Bir daha görüşmemek üzere hoşça kal deniz.
Otlağına, bozkırına hayvanına Nemrut’unun sıcaklığına, Karacadağ’ının soğukluğuna dönen Rodin; bir daha ne deniz dedi, ne de Roza. Evlenmedi evliliği artık kirli bir şey gibi görüyordu. Çünkü evlilik Roza’sını almıştı ondan, o da evlenince birinin birisini almaktan korkuyordu. Kitaplara verdi kendini. Yıllarca Sosyalizmi ve uzantılarını okudu, üniversite hayatlarına ilgi duydu. Hatta gitmek istedi ama yeni aşkı bozkır elini kolunu bağlamıştı. Anlayamadı bir türlü Roza’yı, o kadar çabasına rağmen. Her şeyin saçma geldiği günlerin birinde, kuzuları izlerken, uykuya daldı bir ağaç dibinde, keçenin üzerinde ve uyanamadı bir daha.
O günden sonra rozanın hayatı da mahvolmuştu. Rodin gittiğinde, “hoşça kal“dediğinde anlamıştı onu ne kadar sevdiğini. Günler bomboş geçiyordu. Bir çocuğu daha olmuştu adını Rodin koyduğu.
Rodin’in gittiği gün odasına giden Namık kitaplarını deniz kokan gömleğiyle pantolonunu ve kitaplarını gördü. Kitaplardan biri açıktı. Bir şiir kitabıydı ve şöyle yazıyordu:
Sen düşlerimin sonsuz denizi,
Sen yeşeren kalbimin solmayan çiçeği,
Sen hayatımın anlam kaynağı,
Sen olmadan ben,
Ben göreyim düşlerdeki denizi.
m.sıdık kılıç 05,07,08/siverek